BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46
HABER /  GÜNCEL

Gülen'den Egemen Bağış'a sert sözler

Fethullan Gülen'in son sohbeti yine çok konuşulacak. Gülen AK Partili siyasileri kızdıracak göndermeler yaptı.

Abone ol

Fethullah Gülen, hedefindeki eski bakan Egemen Bağış'ı İslam'ın en büyük düşmanlarından biri olan Ebu Cehil'i anlatarak eleştirdi.

Herkul.org'ta yayınlanan Gülen'in "Bamteli" sohbetinde Kuran'ın Bakara süresine 'makara' dediği söylenen Egemen Bağış için "Şimdiye kadar oryantalistler bile demediler onu. Hatta Ebu Cehil de demedi" ifadelerini kullandı.

Gülen, "Yalancı ve Yamacılar" başlıklı son sohbetinde Egemen Bağış, Efkan Ala ve 17-25 Aralık operasyonlarıyla ilgili üstü kapalı mesajlar verdi. Bilindiği gibi İçişleri Bakanı Efkan Ala, Mekke'nin fethinden sonra Hz. Muhammed'in gurura kapıldığını söylemekle eleştirilmişti. İşte o açıklamalardan bir bölüm:

YALANCILAR KARŞISINDA YAMACILAR

Günümüzde de bazıları lafz-ı kâfiri telaffuz edince, diğerleri “Sürç-i lisan oldu!” diyor. Yani -hâşâ- “Peygamber bile gurura düştü!..” denince biri hemen yamayı yapıştırıyor; “Efendim, sürç-i lisan ettiler.” Böyle çok rahatlıkla, kâfir olmaya sürç-ü lisan etti diyen, o da ondan hissesini alır. Her devirde böyle yalancılar karşısında yamacılar da olmuştur.

HATTA EBU CEHİL DE DEMEDİ

Efendim birisi “makara” diyor kelimât-ı ilahiyeye. Şimdiye kadar oryantalistler bile demediler onu. Hatta Ebu Cehil de demedi, Utbe demedi, Şeybe demedi… Hatta Ebu Cehil diyor ki: “Vallahi bu adam yalan söylemiyor, doğru söylüyor. Fakat ben bunu hazmedemiyorum. Hâşimîlerle eskiden beri aramızda bir rekabet var. Onlar, rifâde, sikâye (hacca gelenleri yedirip içirme vazifesi ve şerefi) bizde diye övünüp duruyorlar. Bir de ‘peygamber de bizden’ derlerse işte ben buna dayanamam.”

Şimdi bu süper yalancılık öyle bir şey ki, bir tane yarım-yamalak yamalı yalanla, yamasız 99 tane yalanı yutturuyorlar.

Diğer taraftan, bir yama yamanıyor ama yalancıya bir cesaret daha kazandırılıyor; buudlu, derinlikli yalan söyleme cesareti kazandırılıyor.

Bazen mütevazıâne söylemek de yalana inandırma adına çok önemli bir argümandır; bu da kullanılıyor. Süper kâfir yalan söylüyor ve o yalan bir kısım jurnallerde değiştirilerek, haşiyeler düşülerek, şerhler düşülerek toplumun efkârı ifsat ediliyor, toplum paramparça hale getirilmeye çalışılıyor.

Bütün bunlar karşısında peygamberane bir azim veya velayetkarane bir azim lazımdır ki insan sarsılmadan bunları görmezlikten gelebilsin. Yani bir tarafta, sürekli yalan söyleyenler.. beri tarafta da o yalanları bazen “sürç-i lisan”la, bazen “maksat-ı şahaneler şu idi” sözüyle, bazen “Düşünceleri böyle idi, ama onu tam ifade edemedi, dolayısıyla da tarif etrafını cami, ağyarını mani olmadı, kusura bakmayın; halkımızın çoğu da böyle sarf nahiv bilmediğinden bunları bilmeyebilir, yanlış anladılar, öyle demek istememişti.” diyerek yamayanlar…

DEMEK Kİ İÇLERİNDE OLAN BUYMUŞ

İçlerde olan buymuş demek ki; senelerden beri duygu ve düşünce adına içlerde, düşünce kuluçkasının altında yatan yumurtalarda bunlar varmış. Bahane arıyorlarmış bunları ortaya dökmek için. Hazmedemedikleri, sindiremedikleri, kıskançlıkla kıvranıp durdukları bir harekete karşı “Ah keşke bir şey olsa da patlayıversek, patlayıversek de içimizdeki eracifi dışa döküversek; ‘paralel’ desek, ‘çete’ desek, ‘şebeke’ desek…”

“Yahu hiç umurlarında değil, bu adamlar hiç aldırmıyorlar.” Ne aldıracaksın, numarası drobu uymuyor ki aldırasın. Herkes karakterinin gereğini sergiler. Kime o meselelerin numarası drobu uyuyorsa, o onlara çok iyi yakışıyor. İsterse bir endam aynasının karşısına dikilip baksınlar, nasıl yakışıyor kendilerine.

Fakat bunları bahis mevzuu etmeden, aldırmadan, küsmeden yola devam etmeli. Yoksa her hırıltı karşısında, her homurdanma karşısında “Şimdi buna ne yapacağız, buna ne diyeceğiz?” deyip onlara laf yetiştirmeye kalkarsanız -onlar o türlü lafların profesyonel temsilcileri- başa çıkamazsınız. Siz bir tane bir şey bulalım dersiniz, zaten yalan bir lafz-ı kâfirdir, mukabele edemezsiniz, doğruyla da karşı çıkamazsınız. Çünkü her gün çok farklı yalanlarla, düzme şeylerle, itibarla oynayıcı şeylerle karşınıza çıkacaklardır.

BİNLER MUKABİLİNDEKİ BİRLERE TALİP OLMALI

Bence enerjimizi, zihin aktivitemizi onlara yoracağımıza.. şimdiye kadar bire bir insanlarla meşgul oluyorduk; demek ki Allah (celle celâluhu) bunu az buldu.. sizin enerjiniz, aktiviteniz, iradeniz, insan olarak yaratılmanız, Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enam’a ümmet olmanız, Kur’ân’a cemaat olmanız adına bu yaptığınız şeyler az!.. Ne böyle bire bir insanlarla meşgul oluyorsunuz? Neden senede biri bin yapmıyorsunuz? Neden binlere ulaşmıyorsunuz alternatif yollarını bulup? Neden “Birim ama bine talibim, hatta bazen birim ama binler mukabilindeki birlere talibim.” Düşüncesiyle hareket etmiyorsunuz?!.

Biri bin etmediğimizden, bine ulaşma imkânı varken ulaşmadığımızdan dolayı Allah hırpalıyor. Allah en sevdiği insanları bile hırpalamıştır. Enbiyayı hırpalamıştır, evliyayı hırpalamıştır, asfiyayı hırpalamıştır. Bizimki bize göre avamca günahların karşılığıdır; onlarınki de mukarrabine göre Hak’la aralarındaki münasebetin keyfiyetine uygun durumu koruma.. harem dairesinde bulunan insanlara has bir tavır, bir davranış meselesi söz konusudur.

BİZ BİLEREK BİR KARINCAYA BİLE BSMADIK!...

Sözün özü şudur: Şimdiye kadar nicelerine ne demişlerdir. Size böyle “paralel“ diyorlar, “sülük” diyorlar, “çete” diyorlar, şimdi de nasıl yaparız da “örgüt” deriz diye çabalıyorlar.

Biz bilerek bir karıncaya bile basmadık. Ben yirmi senelik arkadaşımla, benim çadırımın yanından geçen, belki de beni zehirleme ihtimali olan bir yılanın belini kırdığı için bir ay konuşmadım. “Neden onun yaşamasının önünü aldın?” Bunu bütün yakın arkadaşlarım bilir. Biz kimsenin kâkül-ü gülberlerine fiske ucuyla bile dokunmadık, ilişmedik.

HIRSIZLIĞIN VE YOLSUZLUĞUN SUÇ OLMAKTAN ÇIKTIĞINI BİLMİYORLARMIŞ

Onlara dokunmalar oldu. Onu da bir espriyle ifade edeyim:

Necdet Hoca hikayesi: Arabasını sürüyormuş. Kırmızı ışığa gelince durmuş. Arkadan bir polis arabası gelip “küt” diye tampona vurmuş. Sonra da -hilaf olmasın, yakasına yapıştı mı tehdit mi etti- “Ne diye durdun?” demiş. Hoca kestirmeden, çok hızlı cevap vermiş: “Ben kırmızı ışıkta durma yasağının kalktığını bilmiyordum!”

Kanun-nizam bir şey istiyordu onlardan. Mevcut mevzuat diyordu ki: Sizler hırsızı takip edeceksiniz, değişik spekülasyonlara girenleri takip edeceksiniz, ihaleye fesat karıştıranları takip edeceksiniz, bir kısım yabancı servislerin elinde banka numaralarıyla belli olan dış bankalara para yatıranları takip edeceksiniz, çalıp-çırpan hırsızları takip edeceksiniz. Bunları diyordu kanun.

Onlar da kanunların kendilerine emrettiği şeyleri yapıyorlardı ve belli bir dönemde de yaptılar. Mesela; Süleyman Bey cumhurbaşkanı iken yeğenini içeriye attılar. Süleyman Bey devreye girseydi ki girebilirdi ama girmedi. Neden? Çünkü hakkın hatırı âlidir; hiçbir hatıra feda edilmemelidir. Evladın da olsa, eşin de olsa, kızın da olsa, yakının da olsa, hemfikrin de olsa, haksızlık karşısında, milletin hukukuna müteallik meseleler mevzuunda o hassasiyet gösterilmeli; kanun ve nizamın sana tanıdığı haklar/vazifeler yerine getirilmeli; yoksa sen bunu yapmazsan bir hainsin.

Kanun onlara bu hakkı vermişti. Onu bilmiyorum, belki o vazifeye intisap ederken de ellerini silahları üzerine koymuşlar; “Namusum, şerefim, haysiyetim üzerine, kanun ve nizam dairesi dışına çıkmayacağıma yemin…” demişlerdi. Bu türlü şeylerle elleri kolları bağlanmıştı. Yemin etmişler, kanun ve nizam var karşılarında. Fakat bir gün çalma meselesi suç olmaktan çıkmış. İhaleye fesat karıştırma suç olmaktan çıkmış. Değişik para transferleri suç olmaktan çıkmış. Bunlar bu tür şeylerdeki yasakların kalktığını bilmiyorlardı. Ve dolayısıyla da belki ondan dolayı tövbe etmeleri lazım!..