BIST 9.652
DOLAR 34,70
EURO 36,71
ALTIN 2.966,68
HABER /  GÜNCEL

Gülen ve irtica haberleri!

28 Şubat'ın kalemlerini suçlayan açıklamalar ve artan irtica haberleri! Ekrem Dumanlı'nın gündem analizi.

Abone ol

28 Şubat'ın kalemlerini suçlayan açıklamalar ve artan irtica haberleri! Ekrem Dumanlı'nın gündem analizi.

Yazar: Ekrem Dumanlı
Kaynak: Zaman
--------
Dinç Bilgin’e kulak verirken

Eski medya patronu Dinç Bilgin’in tarihî itiraflarını bir köşeye kaydetmek; arada bir de olsa bu ibretâmiz açıklamaları hatırlamak gerekiyor.

Kanal 7’de Nazlı Ilıcak’a konuk olan Bilgin, medyanın kamu ihalelerine haksız bir şekilde girmesinden bankacılık yapmalarına, medya savaşlarının perde arkasındaki yanlışlarından hükümet yıkmak için bir araya gelmelerine kadar pek çok konuda samimi itiraflarda bulundu. En çarpıcı kısım, medya-asker ilişkisinin deşifre edildiği 28 Şubat dönemine dairdi. Yakın tarihimize ‘Andıç Vak’ası’ diye geçen olayda bazı gazetecilerin nasıl suçlandığını, 28 Şubat’ın muktedir komutanlarına nasıl boyun eğildiğini anlattı Bilgin. Komutanlardan gelen haberlere bugün bile medyanın farklı gözle baktığını anlatan eski medya patronu “Gazeteyi kurarken cesur olan kadro daha sonra başka alanda faaliyete başlayınca bütün ayarı kaçtı ve çok farklı haberler yapılmaya başlandı.” diyor.

“28 Şubat’ın kalemleri zan altında”

Hafta boyunca Dinç Bilgin’in söyledikleri tartışıldı. Herkes bir şeyler yazdı, söyledi. Yeni Şafak Gazetesi, cumartesi nüshasında Bilgin’in açıklamalarını manşet yaptı. “28 Şubat’ın kalemleri zan altında” başlığıyla sunulan haberin spotunda “Sabah Grubu’nun eski sahibi Dinç Bilgin’in 28 Şubat sürecindeki asker-medya ilişkilerini açıklaması, ‘yalan haber ve yazıları’ ‘servise’ koyan dönemin yazar ve yöneticilerinin gazeteciliğinin sorgulanmasına neden oldu” deniyor. Haklılar. Bilgin’in açıklamaları doğrultusunda “kendini sorgulaması” gerekenler var. Bir dönem darbeci subaylardan emir alarak gazetecilik yapanların bir başka dönemde de benzer şeyleri yapmayacağını kim garanti edebilir?

Aslında Dinç Bey’in söyledikleri, 28 Şubat’ın askerî üssü haline gelen Sabah’tan yükselen ilk ciddi ve samimi itiraf değil. Daha önce de Sabah’ın eski Genel Yayın Yönetmeni Ergun Babahan, Nuriye Akman’a röportaj vermiş, aydın dürüstlüğü içinde itiraflarda bulunmuştu. “Ölçü kaçtı 28 Şubat’ta. Öyle kaçtı ki, sonuçta biz kendi arkadaşlarımızı birinci sayfadan haber yaptık.” diyen Babahan, “Şimdi aynı dönemlerden bir daha geçmeyiz; ama geçersek bu hataları yapmam diye düşünüyorum.” cümlesini de sözlerine eklemiş; bir anlamda -kendi namına da olsa- demokrat bir söz vermişti.

Babahan’dan biraz daha geriye gidilince eski Sabah yazarı Can Ataklı’nın tarihî itirafı da çıkar karşımıza. “28 Şubat’ta birçok haberi paşalar yazdırdı” diyecek kadar yürekli konuşmuştu Ataklı. Üstelik somut olayları, o olaylarda aktif rol alan paşaları ve onların gazete yönetimine yaptığı baskıları nakletmişti. Herkes biliyor; 28 Şubat döneminde asker-medya yandaşlığı ile yapılan operasyonda sadece Sabah kullanılmadı; pek çok gazete ya itaat altına alındı veya korku havası verilerek sindirildi. Sonuçta herkes kaybetti; medya, siyaset, asker…

Dinç Bilgin’in itiraflarının düğüm noktası andıç hadisesi. Daha önceki itiraflarda da söz gelip hep andıca dayanmıştı. Cengiz Çandar, M. Ali Birand, Mehmet Altan gibi gazetecilerin alenen mağdur edildiği hadiseyi unutmak mümkün değil kuşkusuz. Çünkü düzmece belgeler ve yok edici baskılar sonunda gazetecilerin medyatik infazına karar verilmiş ve bilmecburiye bu iş gazete ve televizyon yayın yöneticilerine düşmüştü. Gerçekten de vahim bir olay. O günleri acı acı hatırlayan Dinç Bey nedense Ali Kırca’yı örnek veriyor. “Normaldir, o dönemin en etkili enkırmeni oydu” denebilir; ancak o kadar basit de değil. Çünkü Bilgin, komutanlardan gelen haberler karşısında gazete ve televizyonun durumunu anlatırken “Ali Kırca böyle bir haber geldiğinde bir anda ciddileşir ve farklı bir ifade ile bu haberleri sunar.” diyor.

Hatalardan çıkarılması gereken dersler

Gerçekten de öyle. Ali Kırca’nın “bastığı düğme” sadece meslektaşlarına yönelik değildi. Mesela o günlerde Fethullah Gülen’i linç kampanyasını da bazı askeri yetkililer tezgahlamıştı. Cımbızlanmış cümleler, anlam bütünlüğü ve muhataplarından koparılmış görüntüler psikolojik harp uzmanları tarafından hazırlanmıştı. Ve operasyon eski Sabah Gazetesi ile atv adlı kanal kullanılarak yapılmıştı. Yani Fethullah Gülen de andıçlanmıştı. Kaderin cilvesine bakın ki mahkemenin gecikmiş beraat kararı da geçen hafta açıklandı, atv ve Sabah’ın eski patronunun itirafı da.

Şimdi Yeni Şafak “zan altında” kalanlardan bahsediyor. A güzel kardeşim, şu ana kadar yapılan itiraflar daha buzdağının görünen kısmı. Daha neler var anlatılması gereken, daha neler... Çevik Bir’in başkanlık ettiği yayın toplantısını mı anlatsın birileri, orada eski tüfek devrimci bir gazelhanın o dönemde takındığı demokrasi havariliğini bir kenara iterek “Paşam” diye başlayıp “kurtarıcı”sını ayakta alkışlamasını mı...

Belki de geriye doğru yapılan aşırı sondajların hiçbir faydası yok. Olan oldu bir kere. Hatalardan ders çıkarılsın yeter. Benzer bir durumda medya dimdik durabilsin kafi. Hükümet kurmak da, hükümet yıkmak da bizim (medyanın) görevi değil. Askerin de, bürokrasinin de, iş dünyasının da böyle bir görevi yok. Halk, en büyük hakemdir demokrasilerde. Hem halka, hem demokrasiye güvenmek varken kendimizi madara etmenin, tarih huzurunda rezil rüsva olmanın bir anlamı var mı? Dinç Bilgin’e kulak verirken biraz da bunları düşünmek gerekiyor galiba.

----------------------------------------------------------------------------
İrtica haberlerinde artışın bir sebebi olmalı

Görünen o ki irtica kelimesi yeniden tedavüle girdi. Epey bir zamandır gündemden düşen, yerini AB kriterlerine, insan haklarına, ekonomik atılımlara, siyasî istikrara bırakan irtica kelimesi bir kere daha “hortlama” maharetini gösterdi. Hikaye uzun. Ne zaman sancılı bir döneme girilse, irtica kelimesi rücu’ eder aramıza.

Merak bu ya; son aylardaki irtica temasının gerçekten bir artış kaybedip etmediğini anlamak istedim. Bu konularda uzman bir şirkete başvurdum. “Bana 2005’in ilk günlerinden nisanın son gününe kadar yapılan irtica haber ve yorumlarını derleyebilir misiniz?” diye sordum. Maksadım belli. Belki de irtica haberlerindeki artış benim zihnî bir yanılgımdı. Bununla yüzleşmem gerekiyordu. Başvuru yaptığım şirket teklifime sıcak baktı ve hemen işe koyuldu. Bu çalışmanın özünü küçük bir istatistik ile kamuoyunun takdirlerine bırakıyorum. Ve soruyorum: Nasıl oluyor da ocakta 187 irtica haberi yapılmışken bu rakam şubatta 237’ye, martta 321’e, nisanda 858’e çıkıyor? Bu âmûdî yükselişi kim ayarlıyor? Gazete sütunlarına yansıyan bu yükseliş, sokaktaki insanın tansiyonunu mu yansıtıyor; yoksa zoraki bir durumla mı karşı karşıyayız? Sokaktaki vatandaşın “irtica kaygısı” dört ay içinde yaklaşık dört misli artmışsa, Türkiye’de yapılan gazetecilik de, bu gazetecilik doğrultusunda hazırlanan bu haberler de doğrudur.

Ancak durum bu kadar vahim değilse, dört ayda dört kat artan irtica haberlerini medya bir kere daha düşünmeli. Bu gündemi gazetelere sakız yapan odaklar, bazı hezeyanlara cevap vermeyi de mecbur kılıyor. Geçmişte yapılan irtica kampanyaları Türkiye’ye büyük zarar verdi. Dinç Bilgin’in birkaç gün önce Nazlı Ilıcak’a söyledikleri bile yeterince ibret dersi veriyor. Gazeteci dediğin aynı hatayı elli kere yapmaz, geçmişten ders çıkarır. İrtica meselesine bir de bu açıdan bakmakta fayda var.