BIST 9.949
DOLAR 35,24
EURO 36,72
ALTIN 2.981,57
HABER /  GÜNCEL

Gülen röportajının perde arkası

ABD'ye gittikten sonra Gülen'le görüşmek için 3 gün bekleyen Akman, röportajın perde arkasını Aksiyon'a anlattı

Abone ol

“Hocaefendi, Risalelerin günümüz Türkçesine çevrilmesine yandaş olduğunu söylüyor. Bu yüzden çok azarlanmış, hırpalanmış. Vaktiyle Necip Fazıl da bu işe talip olmuş ama ona da müsaade edilmemiş.” Maske düşüren gazeteci olarak nam salan Nuriye Akman’ın Sabah’ta yayınlanan M. Fethullah Gülen röportajını koparması hiç de kolay olmamıştı. Akman, sekiz yıl aradan sonra, Zaman gazetesi adına Gülen ile yeni bir söyleşi yapmak için harekete geçti. Zaman gazetesinde çalışıyor olması onu, sırada bekleyen diğer gazetecilerden ayrıcalıklı yapmamıştı. Amerika’ya sürekli haber yolluyor ama bir türlü olumlu cevap alamıyordu. Bir süre önce, Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı, Hocaefendi'ye “Nuriye Akman sizi ziyarete gelmek istiyor” deyince bu sefer olumlu yanıt gelmiş. İlk uçakla ABD’ye uçan Akman, ziyaretçi olarak karşılanmış ancak röportaj için geldiğini söyleyince işin rengi değişmiş. Hocaefendi, “Ben böyle bir söz vermedim” diyerek direnmiş. İki gün konuşmamış. Sonunda ‘bekleyen dervişe’ muradına ermiş. Hocaefendi, rahatsızlığına rağmen onca yolu kateden Akman’ı kıramamış. Üç gün süren görüşmeden yılın röportajı çıktı. Sekiz gün sürecek röportajın arka planını Nuriye Akman’la konuştuk... — Fethullah Gülen ile neden ikinci kez röportaj yapmak istediniz? O zaman ilk kez tanışacaktım, dolayısıyla kamuoyu onu ilk kez bu röportajla tanıyacaktı. Kimdir bu insan sorusu üzerine yoğunlaşmıştım. Bu sefer hastalığını, yurtdışında yaşamak zorunda kalışını, mahkemenin sonuçlanmasını biliyoruz. Başka bir şey bilmiyoruz. Onunla her dakika telefon açıp konuşulamıyor. Hangi şartlar altında yaşadığını bilmiyordum. — Kendisini nasıl buldunuz? Bir değişiklik gözlediniz mi? Bu sefer daha dingin gördüm. Beş yılın acısı, memleketinden uzakta kalmışlığın getirdiği bir hasret duygusu var. Haraketlerinde, bakışlarında, yorumlarında daha bir dinginlik, durgunluk gördüm. Olgunlaşmış desem benim yaşıma uymaz, doğru deyimi bulmakta güçlük çekiyorum ama daha dingin, durulmuş diyelim. ‘Zamanın insan üzerinde etkileri olur ama ben mizacım itibariyle çok fazla değişmedim’ diyor. Geçirdiği son beş yılı hayatının en acılı yılları olarak nitelendiriyor. Kendisi şu anda 66 yaşında. 20 yaşından bu yana hayatının hep böyle acılı, takiplerle geçtiğini söyledi. Kendisini histerik derecede duyarlı olarak niteledi. — Hocaefendi’nin durulmamış halini nasıl tarif edersiniz? Bilmiyorum daha mı heyecanlıydı ya da onun cami kürsüsünden ağlarken, çırpınırken verdiği vaazları vardı kafamda. Belki onlarla örtüştürdüğüm için daha heyecanlı diyorum. Tabii zamanla hastalıkları çok arttı. Bu sefer ne kadar hassas bir insan olduğunu daha iyi fark ettim. Gözleri kanlıydı. Ya ağlamaktan yahut günde 20 tane ilaç içtiğinden. Uykusuz geceler geçirdiğini öğrendim. Ama acısını çok güzel yönetiyor. İnsanlara belli etmemeye çalışıyor ama ciğerinin dağlandığını hissediyorsunuz. Bunu zaman zaman usturuplu biçimlerde ifade ediyor. O kadar hassas ki, kendi üzüntüsüyle kimseyi üzmek istemiyor. — Sağlık durumu nasıldı? Beş yıldır beklemişim bu söyleşiyi yapmak için; bir an evvel daha çok soru sormak, onunla daha çok vakit geçirmek istiyorum. Fakat bir süre sonra şekeri de olduğu için yorgun düşüyor. Dili damağına yapışıyor. Tansiyonunda oynamalar oluyor. Doktoru fark ediyor ve tansiyonunu ölçüp ‘Tamam, yeter bu kadar’ diyordu. Doktor uyarmasa öle öle devam edecek. Yani o kadar da kibar. Yoruldum artık, kötüyüm demeyecek kadar da nazik bir insan. Türkiye’den gelecek en ufak bir üzücü haberle, zaten kötü olan sağlık durumu birden bire bozuluyor. — Amerika’nın Fethullah Gülen’e bakış açısı nasıl? Amerikalılar sizi misafir olarak mı yoksa mülteci olarak mı görüyor, diye sordum. ‘Resmi kişilerle görüşmedim ama sadece bir kez geldiğim zaman görüştüm. Beni burada din görevlisi olarak görüyorlar. Din görevlisi olarak ikamet ediyorum’ diyor. —Orada kalmasında bir sıkıntı var mı? Hayır. Hiç kimse gelip sormuyor. O da hiçbir yetkiliyle görüşmüyor. Kimseyi tahrik etmemek için —gazetecilerin bile— görüşme isteklerini reddediyor. Bir odanın içinde dışarıya bile çıkmadan, kendi yağıyla kavruluyor. — Türkiye’deki davalar için ifadesi alınmak üzere davet edilmiş... Resmi olarak çağrıldığı için bir tek o zaman gidiyor. Oradaki yüksek düzeyde bir hakim, Türk hakimin gönderdiği soruları soruyor. Hakim, soruları çok yadırgamış, gülmüş hatta. ‘Bu ne!’ demiş. ‘Nerede diğer örgüt elemanları, hiç yakalanan biri var mı?’ diye sormuş. Bir ara susayınca, hakim gitmiş kendisine bir bardak su getirmiş. Ne kadar iyi muamele yapıldığını, duygulandığını anlatıyor. — İstanbul’daki saldırıları nasıl değerlendiriyor? Onu direkt sormadım. Fakat olayı duyar duymaz Hahambaşı’nı aradığını, çok üzüldüğünü, başsağlığı dilediğini, başka bir konu vesilesiyle söyledi. İntihar komandolarının İslamla bağdaşmayacağını söyledi. Bazı ham Müslümanların, Müslümanlığı anlamadaki eksikliği yüzünden fedaileri bu eylemlere teşvik ettiğini, bundan üzüntü duyduğunu söyledi. Ben de ‘Bunu cihat gibi kabul ediyor olabilirler mi?’ diye sorduğumda “Cihadı şahıslar ilan edemez, ancak devlet başkanı ya da ordunun başkanı savaş ilan edebilir. Aksi takdirde bir kaos olur. Herkes kendi savaşını ilan eder” dedi. Müslümanlık adına terör yapan insanları Müslümanlığı anlamamakla suçladı. Bu nedenle herkesin, eğitimcilerin suçlu olduğunu anlattı. Bence çok radikal bir tespit. İslami kesimde bu kadar açıklıkla bu konuya karşı çıkılmamıştı. — İslam dünyasının jeopolitiği üzerine neler düşünüyor? Müslümanlığı temsil eden bir devletin bulunmadığını söyledi. “İslam dünyası diye bir dünya yoktur” dedi. Bence bu siyasal İslam’ın önünü kesen bir yorumdu. Müslümanların şu anda dünyanın dengesine katkıda bulunacaklarına ihtimal vermediğini söyledi. Belli ölçülerde bir aydınlanma olsa bile dünyanın problemlerini çözecek durumda olmadıklarını ifade etti. İslam dünyası tabirinin kullanılmaması gerektiğini söyledi. Kültür Müslümanlığından bahsedilebileceğini belirtti. — Türkiye ile ilgili değerlendirmeleri oldu mu? Tekke ve zaviyelerin kapatılmasının iyi olduğunu söyledi. Bunun Allah’ın bir cezası olduğunu, çünkü tekke ve zaviyelerin çok dar bir bakış açısıyla İslamı yorumladıklarını, herkese bağırlarını açmadıklarını söyledi. — Türkiye’ye dönmeyi düşünüyor mu? Yasal bir engel yok ama geldiği zaman neler olacağı da belli değil. Gelişiyle burada bir negatif durum oluşmasın diye çok yönlü düşünüyor. “Türkiye’ye dönersem yeniden fırtınalar kopacak diye endişe ediyorum” diyor. İçinde bulunduğu durumu Âraf’a benzetiyor. — Sıla hasretini nasıl gideriyor? 50 ilden getirilen toprak var. Onlara birer mücevher gibi bakıyor. Onlarla hasret gideriyor. Bunları Kâbe’den gelmiş toprak gibi nitelendiriyor. Bunlara bakarak teselli oluyor. — Hocaefendi’nin bir günü nasıl geçiyor? Namazların dışında odasından dışarıya pek çıkmıyor. Okuyor, çalışıyor, Sızıntı’ya, oraya buraya yazılar yazıyor. Her tür kitabı okuyor. Türkiye ve dünya haberlerini takip ediyor. Türkiye’de ne oluyorsa biliyor. Kendini o bakımdan diri tutuyor. Derin ve lezzetli sohbetler yapıyor. Odaya girdiğinde ayağa kalkamıyorsunuz. Ayağa kalktım diye öyle kapıda bekliyor. Bana otur yoksa girmez içeriye diye işaret ettiler. Öyle ayağa kalma yok. Kimseye de el öptürmüyor. — Hz. İsa’nın son saatlerini anlatan filmi izleme imkanı bulabilmiş mi? Ben bir gece önce gittim ona sualler sorabilmek için, filmi izledim. “Bana detaylarını anlattılar, DVD getirecekler” dedi. Üzerinde düşünülmesi gereken, dünya problemini anlatan filmleri seyrediyor. Hz. İsa filminde Yahudilerin kışkırtılmasının barışa hizmet etmediğini söyledi. — Aksiyon’un Hz. İsa kapağı Türkiye’de çok tartışıldı. Bu konuda herhangi bir şey söyledi mi? ‘Arkadaşlar iyi niyetle yapmışlar ama resmini basmak zorunda değillerdi’ dedi. — Koruması var mı? Yok. — Nasıl bir yerde yaşıyor? Evi ormanlık bir alanın içinde. Orada küçücük bir göl var, şirin. Nadiren çıkıyormuş dışarıya. Kendisini her şeyden çekme duygusu var. — Yemeklerini kim yapıyor? Malzemeler Türkiye’den mi geliyor? İki tane şahane aşçı var. Biz tabakları silip süpürüyoruz. Hocaefendi tabağın üçte birini yiyor. Kuş gibi yiyor. Çayın yanında iki tane badem, bir tane hurma getiriyorlar. Pensilvanya yakınlarında bir Türk mahallesi var, oraya her şey Türkiye’den geliyormuş. — Size karşı davranışı nasıldı? Son derece kibar. İlk gittiğimde de çok kibardı. Bu sefer de öyle. Siz nasıl isterseniz diye bazı şeyleri bana bırakıyordu. — Uzun süren röportaj sayesinde yakından tanıma fırsatı buldunuz. Hocaefendi’yi nasıl tanımlarsınız? Bence o sınırlarda değerlendirilemeyecek kadar derin bir insan. Bunu bu kez fark ettim.