Uzun süre sonra konuşan Fethullah Gülen, 12 Eylül'de Muhsin Yazıcıoğlu'nun dayandığı işkencelere kendisinin dayanabileceği konusunda endişeleri olduğunu söyledi.
Abone olFethullah Gülen, herkul.org sitesinde yayınlanan yeni söyleşisinde, BBP'nin merhum lideri Muhsin Yazıcıoğlu için çok çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.
12 Eylül darbe sürecinde 6 yıl kaçak hayatı yaşadığını hatırlatan Fethullah Gülen, "Ben o kadar güçlü, mukavemetli, imanı derin bir insan değilim. Belki dayanamazdım, fiyasko yapardım, falsolara girerdim. Babayiğitler, Başkan Muhsin (Muhsin Yazıcıoğlu) gibi kahramanlar mekânı cennet olsun, 6 sene hücrede kaldı. Ben dayanamazdım ona" dedi.
İMTİHAN VE HAKTA SEBAT
Uzun bir aradan sonra konuşan Fethullah Gülen, 'İmtihan ve hakta sebat’ başlıklı sohbetinde ‘paralel, sülük, hain’ söylemlerinin ‘paralel paranoya’ya dönüştüğünü belirtti, “Kim paralelse, sülükse, çeteyse, örgütse, milletine kötülük yapmak istiyorsa, arpa kadar haram yemişse Allah onun belasını versin!” dedi. Gülen$in sohbetinden satır başları şöyle:
PARANOYANIN GAYRİ SAHİH VELEDİ
Herkesin tabiatında onu şiddetle hataya sevk eden adeta genler gibi bir şeyler vardır. Ama bu hata edenlerin en hayırlısı, hata ettikten, düştükten sonra doğrulup yine Allah karşısında dimdik, saygıyla durma olmalı. Böyle çok kritik bir dönemden geçiyoruz. Hata kapıları ardına kadar açılmış kale kapıları gibi. İsterseniz atla, katırla, tanklarla girebilirsiniz, F-16’larla bile girebilirsiniz.
Şeytan sürekli, ‘Haydi siz de bir şey söyleyin bunlara karşı, hep sükût mu edeceksiniz?’ der. Mesela ‘paralel’ dediler bize. Evet günümüzde ‘paralel paranoya’nın nesebi gayr-ı sahih veledidir. Biz de onlara diyelim, ‘Siz paralelsiniz!’ Mesela, ‘sülük’ dediler. Nedir? Kanı emen! Belki gözümüzle görüyoruz birileri, milletin kanını emiyor. Fakat mukâbele-i bi’l-misil kâide-i zâlimânesine girerek ‘Kan emen sülükler sizsiniz!’ deme küstahlığına girmemeli!..
İLLE DE BİRŞEY DEMEK İSTİYORSAK!
İlle de bir şey demek istiyorsanız; karbondioksit atma manasında, şöyle dersiniz: ‘Kim paralelse, Allah onun belasını versin. Allah yedi sülalesini yerin dibine batırsın. Kim sülükse, Allah bin belasını versin. Sülüklerin evlerine ateş salsın, yuvalarını başlarına yıksın. Bizsek yani. Kim çeteyse şayet, Allah o çetelerin evlerine ateş salsın, ellerini dizlerine vurdursun, hicran gözyaşı dökmeye sevk etsin onları. Kim örgütse, kim silahlı örgütse Allah onun belasını versin, değilse falanın demiyoruz onları. Kim milletine kötülük yapmak istiyorsa, kim millet hukuku olarak arpa kadar bir haram yemişse, Allah onun sülalesinin, yedi sülalesinin belasını versin!’ Bunu söylerken kendiniz adınıza söyleyin.
ATMADIKLARI İFTİRA KALMADI
Onlar, yakın tarihe kadar iki yüz tane küfür te’lin lanet lafından bahsettiler. Türkçe sözlüklerde bu kadar lanet ve küfür lafı var mı? Yoksa onları yaptıkları keşiflerden dolayı Kristof Kolomb gibi ödüle layık görmek lazım. Demedikleri şey, atmadıkları iftira bırakmamışlar. Buldukları bir günah keçisine onları yüklediler. Bir gün insanlık cennete gitme yoluna girse, sıratı da geçse, o mevzuda bir şeye takılsa, “Hele durun size bir şey soracağız!” dense, yine onların o paranoyasından doğan nesebi gayr-ı sahih paralel mülahazasına verecek ve diyecekler ki, “Bunların yüzünden oldu!” Edirne’de bulunduğum zamanlarda Türkoloji eğitimi görmüş Alman Robert vardı. Müslümanlığa çok yakındı. Eski Nazizm’den kalma bir mülahazası vardı. Derdi ki şu felaket varsa işte falan kavimin yüzündendir. Şimdi öyle bir mantık, ayıp örtme duygusuyla kıvranıp duran insanların ruhuna hakim olmuş. Fakat siz incitmeyin. Gönüllere sultan olan o insanı bütün gönüllerde sultan haline getirme, vazifeniz olmalı.
FİRAVUN, NEMRUT VE MÜNAFIK GÖNDERMESİ
Hz. Pir-i Mugan, demokrasiye, evrensel insan haklarına hizmet ediyorlar diye belli bir dönemde bazılarına karşı az tarafgirlik hissettim, fakat sonra yanlış olduğunu anladım. ‘Euzubillahi mineş-şeytani ves-siyaseti’ dedim, uzaklaştım. Mesleğimiz, meşrebimiz budur. Bu yolda derin sular var. Eğer bu yolu böyle bilerek girmişseniz bunlara da katlanacaksınız. Bazen firavunlar, bazen nemrutlar bazen kefereyi fecer, bazen münafıklar yapacak bazen de Müslümanlığı sindirememiş Hz. Ruhu Seyyidül Enam’ın ifadeleri içinde Kur’an okudukları halde gırtlaklarından aşağı inmeyen, alınları nasır bağlayacak şekilde secde eden, başlarını kaldırmadıkları halde nifaktan kurtulamayan insanlarla çekeceksiniz. Bunları bilerek bu yoldaysanız sabredeceksiniz.”
MUHSİN BAŞKAN YİĞİT GİBİ 6 YIL KALDI
“27 Mayıs’tan bu yana ölüm tehditleriyle her zaman preslendim. Askerliğimi yapmamış bir gençtim. 12 Mart’ta zindanlar gördüm, tehditler gördüm. Yargıtay’da o mesele duruyorken bir anda af çıktı, Cenab-ı Hak öyle sıyırdı. Mahkûmiyet ve sürgün kararları vardı. O inandığınız şeylere inanmayanlar, sizin değerlerinizi değer kabul etmeyenler sizi hiçbir zaman hazmedememişlerdir. 12 Eylül’de 6 sene Cenab-ı Hak onlara yakalatmadı. Demek ki zalimlere, cabbarlara, hattarlara yakalanmamı Allah (cc) istemiyordu. Neden istemiyordu? Ben o kadar güçlü, mukavemetli, imanı derin bir insan değilim. Belki dayanamazdım, fiyasko yapardım, falsolara girerdim. Babayiğitler, Başkan Muhsin (Muhsin Yazıcıoğlu) gibi kahramanlar mekânı cennet olsun, 6 sene hücrede kaldı. Ben dayanamazdım ona. 28 Şubat’ta aynı şey oldu. Buraya da gelmek istemiyordum hatta baştaki, en baştaki resmi omuzundan insana yeğeni ile haber gönderdim. Beni ille de bir hastaneye götürüp orada bir elden geçirmek istiyorlar ısrarla. Benim gitmem sizin tarafınızdan kaçtı şeklinde algılanacak, geleceğinize toz konduracaksa şayet ben gitmek istemiyorum dedim. O insan da o gün o karakteriyle öyle duruyor mudur bilemiyorum. O sağlam karakteriyle. Yeğeni dedi ki, gözleri doldu, ‘Hıçkıra hıçkıra ağladı, işte insan böyle olur diye’ sonra işte haziran fırtınası koptu, sonra musibetler devam etti.”
SOHBETLERE NEDEN ARA VERDİ?
“Aylardan beri burada sizin karşınıza çıkmadım. Çünkü sizin karşınıza çıkarken, Cenab-ı Hakk’a ait bir şeyleri söyleme mülahazasıyla çıkmaya çalıştım. Şayet sizin karşınıza çıkarken birilerinin yaptığı fenalıklar karşısında bile hislerimi işin içine katarak konuşursam bu marz-ı İlahi’ye, ihlasa uygun düşmez, böyle olmayınca da o beş para etmez. Beş para etmeyen insanlar gayri mergup metalarını her gün maşeri vicdan pazarlarına, panayırlarına sürseler bile bize bu mevzuda yine karakterimizin gereğini ortaya koymak düşer. Karakterinizi bozmanız onun gereğine göre laf etmemeniz öyle bir davranışta bulunmamanız kendi namusunuza dokunmak kadar çirkin, şenî’ bir şeydir. Ha başkaları karakterlerinin gereğini sergiliyorlarmış o bizi alakadar etmez. Kıtmirin bu güne kadar dediği gibi bilirsiniz elli senedir aleyhimde benim yazı yazan insana bile sizi de şahit tutarak şahsıma ait hakları helal ettiğimi söylemişimdir.
HERŞEYE RAĞMEN CENTİLMENCE DAVRANMAK
İt demediği, bilmem ne demediği kalmadı ama fakat şimdi denen şeyler onları çok geçti. Lenin’in Müslümanlara dediği şeyleri çok geçti. Amnofis’in Hazreti Musa’ya dediği şeyleri çok geçti. Ramses’in bilmem hangi Allah makbulü kuluna dediği şeyleri çok geçti. Fakat elin âlemin dediği, ettiği şeyler hadden efzun hale geldiyse, bence bizim de hadden efzun bir haddimiz olmalı. Her şeyi, Allah’ın izni ve inayetiyle, Cenab-ı Hakk’ın bizim ruh sistemimize, ruh midemize yerleştirdiği enzimlerle onları ezmeli, hamur etmeli, halletmeli, sonra da ıtrahat halinde atılacak yerlerde götürüp atmalı! Şimdi öyle bir mantık ve öyle bir felsefe, zedelenmiş, yaralanmış, bir yönüyle ayıp örtme duygusuyla kıvranıp duran insanların ruhuna öyle hâkim olmuş ki, bütün mesâvîyi birilerine yüklemeyi o işin içinden sıyrılmanın tek yolu olarak görüyorlar. Fakat bütün bunlara karşı centilmence davranmak size düşüyor.”
YENİ BİR 28 ŞUBAT HAZIRLIĞINDALAR
Haziran fırtınasında birilerinin işgüzarlık yaparak 300 sayfalık iddianameye sokuşturdukları şeyleri neo-iddianameye dönüştürme hazırlığındalar. Yine bir şey yapmayı düşünüyorlar. O 300 sayfalık iddianame ki burada istintak niyabet tarikiyle istintak edilirken New Jersey başsavcısı meseleye baktı, güle güle güldü. Ne komik şey falan dedi. Bugünleri görseydi herhâlde gülmekten düşüp bayılırdı. Evet, biz hep çektik, çektirenler de hep çektirdiler, bundan sonra da çektirecekler. Allah’a ahd-ü peymanımız var, dönmeme kararındayız. Allah döndürecekse canımızı alsın. Allah bunları yapanlara da insaf izan bizimle beraber kalp selahı ihsan eylesin. Âmin veselamünalel mürselin.
TİRANLARLA İMTİHAN DEĞİŞMEK KADERDİR
Fırtınalara, tsunamilere gelince; şimdiye kadar bu yolun yolcularının sabit değişmez kaderi olmuştur. Hep imtihan olmuşlar, evlatla imtihan olmuşlar, malla imtihan olmuşlar; çağın tiranlarıyla, güç ve kuvvet zehirlenmesiyle mahvolmuş insanlarıyla imtihan olmuşlar. Seyyidina Hz. Musa (as), Mısır’dan Eyke ve Medyen arasında gelip gitmek, mekik dokumak üzere yurdunu yuvasını terk etmiş oraya gitmiş. Seyyidina Hz. Yusuf’un çektiği şeyler dillere destan. Yakup Aleyhisselam’ın çektiği dillere destan. Hazreti İbrahim Halilu’r-Rahman, ateşe atılma karşısında Cibril’in yardımını elinin tersiyle itecek kadar o mevzuda. Rabb’im biliyorsa, haberdarsa şayet senin desteğine, yardımına ihtiyacım yok demiş.
DAHA ÖNCE EZİYET GÖRENLER!
Enbiya-ı izamın başına gelen şeyler malum, İnsanlığın İftihar Tablosu, bir yönüyle tev-em, Mekke ile beraber, Kâbe ile beraber yaratılmış, aynı döl yatağında. Beytullah, sidretül münteha’nın izdüşümüyse, o da bir yönüyle nur-ı evveldir. İlk defa yaratılan bir varlıktır. Kâbe’den dışarı çıkarılmış. En küçük insana bile reva görülmeyen bir muamele ile kendi beldesinden, Kâbe’sinden dışarı çıkarılmış. Peygamberler çekmiş, veliler de çekmiş, Gazzali deliler gibi mezarlarda dolaşmış. Hasan Şazili Hazretleri’nin adeta boynuna zincir vurulmuş, ayaklarına pranga takılmış. İmam Şafii Hazretleri zincirler içinde ta Bağdat’a kadar celbedilmiş. Koca Ebu Hanife zindanlarda kırbaçlanmış. Ahmet bin Hanbel gibi büyük muhaddis 1 milyon hadisi eleyerek mesnedini yazmış bir insan, hapishanelerde ‘Kur’an mahluk değildir’ dediği Kur’an’ın tek bir meselesi için hapishanelerde kırbaç yiye yiye ömrünü yitirmiştir.