Gülen'in sohbetine katılan Zaman gazetesi yazarı Ahmet Kurucan, yaşadığı ilginç olayı köşesine taşıdı.
Abone olBir öğretim görevlisi İslam'ı daha iyi anlatacak projeleri anlatırken Fethullan Gülen, Bediüzzaman Said Nursi'nin yaşayan talebelerini kastederek, “Keşke saff-ı evveli teşkil edenleri buralara getirseniz. Yaptığınız faaliyetleri gösterseniz.” diye konuşmuş.
Sohbette bulunan Zaman yazarı Ahmet Kurucan, duygulanarak, ellerini iki yana açmış, Gülen'in ilkokul çağından beri yanında olan o kişi de takkesini havaya fırlatmış...
Zaman gazetesi yazarı Ahmet Kurucan, "Keşke bu hizmeti onlar da görse..." başlıklı yazısında Gülen'in sohbetlerinde bugüne kadar hiç yapmadığı bir şeyi yaptığını okurlarına duyurdu.
Sobette Said Nursi'nin çektiği çileler ve işkencelerin anlatıldığını elirten yazar, tarihin bugünlerde yeniden tekkürr ettiği iddiasındaydı. Peki Kurucan'ı bu denli şaşırtan Gülen'in hangi sözü oldu? Yazara kulak veriyoruz:
SAİD NURSİ'NİN İSTEDİĞİ PROJELER
"İkindi namazına yarım saat var veya yok. Abdest hazırlığı için kalkacak. Diken üzerinde oturuyor. Üstad ile alakalı kürsüde öğretim görevliliği yapan bir dost da var huzurda oturanlar arasında. Ona döndü; “Sizin oralarda neler yapılıyor?” diye sual tevcih etti. O da yapageldiği akademik çalışmalardan söz etti. Hepsi de devasa çalışmalar. Bugün olmasa da yarın, kısa vadede olmasa da orta ve uzak vadede meyvesini verecek projeler. Hz. Üstad’ın değişik vesilelerle dile getirdiği İslam’ın daha iyi anlaşılması hedefine yönelik hemen hemen hepsi de. Öyle inanıyorum ki Üstad bunları görseydi ve duysaydı; kalkar alınlarından öperdi diyar-ı gurbette bu çalışmalara imza atan insanların.
KEŞKE BURALARA GETİRSENİZ
Hocaefendi’ye bakıyorum; gamgîn haliyle dinliyor bu anlatılanları. İçten içe takdir hisleri ile dolup dolup taştığının iz ve emarelerini yüzünde beliren tebessümlerden, o tebessümlerin oluşturduğu çizgilerden görmek mümkün. Fakat bununla beraber buruk bir hüzün de var. Var çünkü düne gelinceye kadar bizim için kabullenilmesi zor o gerçekleri bizatihi yaşayan ve Üstad’ın sözlerine muhatap olan insanlar… Cümlenin gerisini getirmiyorum, çünkü Hocaefendi’den ne dün ne de bugün onlar hakkında duyduğum menfi bir cümle yok. Hatta ne yaparlarsa yapsınlar, nasıl düşünürlerse düşünsünler dünkü kabulümüzü ve saygımızı değiştirmemeye yönelik beyanları mevcut.
O zaman neden buruk hüzün diyerek onlara atıfta bulundun diyebilirsiniz. Şundan, dedi ki Hocaefendi, o çalışmaları dinledikten sonra: “Keşke saff-ı evveli teşkil edenleri buralara getirseniz. Yaptığınız faaliyetleri gösterseniz.”
Bu kadar; daha başka bir şey demedi. İşte tam o esnada ben kollarımı yana açtım, o takkesini havaya fırlattı. Benim o anda zihnimden geçen şey şuydu: “Bu ne engin vicdan Allah’ım!” Oturum biter bitmez sordum ‘senin aklından ne geçti’ diye. Aynı şeyi söyledi.
Şimdi birisi bana “İnanmış insanın nitelikleri” makalesinde su düşünceleri kaleme alan insandan ne bekliyordunuz ki?” dese, boynumu büküp haklısınız derim. Bakın ne diyor o makalesinde Hocaefendi: “İnsanlarla muamelelerinde peygamberâne bir kalb taşır; herkesi sever, her şeyi kucaklar; başkalarının kusurlarını görmezlikten geldikleri aynı anda, kendilerini en küçük hataları karşısında bile sorgulayabilirler; çevrelerindekilerin yanlışlarını sadece normal hallerde değil, öfkelendikleri zamanlarda bile bağışlar ve en huysuz ruhlarla dahi geçinmesini bilirler. Aslında İslâm da, kendi müntesiplerine, elden geldiğince affetmeyi, kine, nefrete yenik düşmemeyi ve öç alma duygusuna kapılmamayı salıklar ki, zaten sürekli Allah’a doğru yürüyor olma şuurunda bulunanların başka türlü olmaları da herhalde düşünülemez.. başka türlü davranmaları, düşünmeleri bir yana, onlar oturur kalkar hep başkaları için hayır yolları araştırır, hayır dileklerinde bulunur, ruhlarındaki sevgiyi hep canlı tutmaya çalışır, gayza, nefrete karşı da bitmeyen bir savaş sürdürürler. Hata ve günahlarını pişmanlık hararetiyle yakar kül eder ve günde birkaç defa, mâhiyetlerindeki kötülük duygularıyla yaka-paça olurlar. Gönüllerinden işe başlayarak, her bucakta iyilik, güzellik fidelerinin boy atıp gelişmesine ortam hazırlar ve Râbiatü’l-Adeviyye felsefesiyle, zehir olsa da, herkesi ve her şeyi şeker-şerbet gibi kabul eder; üzerlerine kinle, nefretle gelenleri bile tebessümlerle ağırlar ve en mütecaviz orduları sevginin yenilmeyen silahıyla püskürtürler.”
Ya selâm!"