BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46
HABER /  GÜNCEL

Gülen: Hıristiyanla münakaşa etme

"Anlaşma ve uzlaşma düşünüyorsanız bunları konuşmamak lazım" diyen Gülen, şunları söyledi.

Abone ol

Kur’an’a olan itimadınız sağlamsa diyalogdan korkunuz olmamalı

Hz.İsa’nın döneceği Aksiyon Dergisinde kapak olmuştu. ‘Bunun Aksiyon’da yayınlanmasının anlamı nedir?’ diye soruldu. ‘Neden bizim peygamberimiz, son peygamber olduğu halde dönmüyor da Hz. İsa’nın döneceği kabul ediliyor?’ dendi.

Bu konuyla neden bu kadar ilgileniyorlar, ne yapılmak isteniyor gibi, televizyonlarda birtakım tartışmalar oldu. Din adamları arasında da bu konuda farklı düşünenler var. Kimisi Kur’an’da bu konuda hiç açık bir işaret olmadığını söylüyor. Siz ne düşünüyorsunuz? Hz. İsa geri gelecek mi?

Hz. İsa’nın geriye dönüşü muğlak zikrediliyor. Dönüş keyfiyetiyle alakalı bir şey söylenmiyor. Dönüşü eskiden beri diğer dinlerde de üzerinde durulan bir husus. Musevilerin de bekleyişi olmuş. Museviler Hz. İsa’yı bekliyorlarmış. Yani o fonksiyonu eda edecek birisini. Refetle, şefkatle gelecek, herkesi kucaklayacak birisini. Ama Hz. Mesih zuhur edince “Sen o değilsin.” denmiş.

Efendimiz de bekleniyordu. Kur’an-ı Kerim bunu açık söylüyor. Ama o peygamber karşılarına çıktığında onu da inkar ettiler. “Sen o değilsin. Bizim beklediğimiz başkasıydı.” dediler. Yani her dinde ahir zamanda gelecek birisinin beklentisi vardır. Hatta İmamiye’de de vardır. İntizar edilen bir imam beklerler. Şia’da da vardır. Ahir zamanda gelecek bir imam beklerler. Şia kesimindeki ahenksizliği yeniden düzene koyacak, onlara rehberlik yapacak ve onları içinde bulundukları gayyadan çıkaracak beklentileri var. Bugün Hıristiyanların da böyle bir beklentisi var. Dolayısıyla değişik yerlerde bir kısım kimseler Mesih unvanıyla çıkıyor. Zannediyorum şimdiki işgallerin arkasında bazı kimseler kendilerini öyle görüyor. Halk aynı zamanda o istikamette inandırılıyor da.

Müslümanlıkta da Kur’an’da sarih olarak geçmiyor. Fakat bazı büyük alimler Allame Keşmirî diye Hindistan’da yetişen bir zat, dört ayetin ahir zamanda Hz. Mesih’in ineceğine işaret ettiğini söylemiş. Ve yüz tane de hadis toplamış bu mevzuda. Bu hadislerden kırk küsuru sahihtir, yani hadis erbabınca itimat edilir hadislerdir. Ona yakını için de hasen diyorlar. Ondan bir derece aşağıya sıhhatine güven duyulan hadis demek. Yirmi otuz tane de zayıf hadis var. Ama Hz. İsa’nın ineceğiyle alakalı yüz tane hadis var. Dört tane ayeti açık değil, işaret olarak çıkarıyor.

Hangi ayetler?

Nisa, 4/159; Zuhruf, 43/61; Âl-i İmran, 3/46; Meryem, 19/33.

Siz Keşmirî’ye güvenir misiniz?

O mevzuda sahib-i salahiyet bir zat. Fakat mesele hadislere dayandığı için Türkiye’de hadisleri inkar eden, ‘sadece Kur’an’ diyen insanlar var. Onlar tarafından tenkit görür; ama dünden bugüne bütün ehl-i sünnet ve’l-cemaat kaynaklarımız demiş. Yani Kur’an-ı Kerim ve hadislerde o zatın ineceği söyleniyor; ama inme meselesi muğlak bırakılıyor. Nasıl inecek? Semadan diri olarak insanların arasına inecek, vazifesini, fonksiyonunu eda edecek şeklinde mi anlamak lazım bunu? Yoksa bir ruh ve mana olarak mı? Mesih’in vaz ettiği mesajın ruhu nedir? Şefkattir, merhamettir, mülayemettir, herkesi barıştırma ve kucaklamadır. Acaba ahir zamanda böyle mi olacak? Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasında böyle bir şey mi oluşacak?

Bediüzzaman Hazretleri her iki şıkka da ihtimal veriyor. Diyor ki, dini mübini İslam’ın yeniden dünyanın değişik yerlerinde kendisini ifade etmesi için ihtiyaç varsa Hz. Mesih öteki âlemin ta öbür ucunda bile olsa böyle önemli bir fonksiyon için döner gelir. Ama genel yorumu itibariyle onu şahs-ı manevi olarak yorumluyor. “Bir şahs-ı manevi olarak gelecek” diyor. Buna kimsenin itiraz etmeye hakkı yok. Şahs-ı manevi olarak gelecek demek, bir ruh, bir mana gelecek, insanlar üzerinde bir esinti belirecek. İnsanlar anlaşacak, uzlaşacaklar. Ama böyle bir hareketin önünde bu işin bayraktarlığını yapan belki rehberler olacak.

Şahsen kimse “Ben Mesih’im” diyemez. Çünkü Hz. Mesih gelmiş, içimizden ayrılmış ve gitmiştir. Peygamber olarak gitmiştir. Birisinin kalkıp da “Mesih’im” demesi küfür olur. Çünkü peygamber olmayanın “peygamberim” demesi küfürdür. Hz. Mesih de kendisine “Ben peygamber değilim” deseydi o da aynı çukura düşerdi. Tehlikeli şeyler bunlar. Peygamber “Peygamber değilim” diyemez. Peygamber olmayan da “Ben peygamberim” diyemez. Ama dünyada çokları söylüyor. Bazılarına hapishanede ilaç içirip delirtiyorlar, söyletiyorlar. Bugün çok rahatlıkla yapıyorlar. Dünyanın değişik yerlerinde oluyor. Bu Kapadokya’da da olmuştur. Bir insan sapasağlam içeriye girer, dışarıya çıkarken ‘ben Mesihim’ diyorsa işin arkasını o yönüyle de araştırmak lazım. Nörolojide o meseleye bakmak lazım.

Afedersiniz. Kapadokya’da bu çağda mı oldu bu?

Evet. Ben onu o kadarlıkla bırakayım. Zaten akla hayale gelmedik ne kadar tuhaflıklar varsa hepsi bu çağda oldu. Toprak çok münbit, her şey yetişiyor. Eğer bir şahs-ı manevi olarak Hz. Mesih inecekse ben onu çok uzak görmüyorum. Olabilir, o ruh, o mana inebilir.

Diyalog ve hoşgörü adına değişik kiliselere gidilip “Gelin Kur’an’ı beraber okuyalım” deniliyor. Değişik yerlerde “Siz de bizim İncil derslerimize iştirak edin” diyorlar. Bu karşılıklı olur. Sizin kendi değerlerinizden şüpheniz varsa, Kur’an’a olan güveniniz ve itimadınız hemen sarsılacaksa böyle mail-i inhidam olan bir inanç bugün olmazsa yarın yıkılacak. Varsın yıkılsın. Ama sağlam inanmışsanız, kimsenin size bir şey bulaştırmayacağına inanıyorsanız korkunuz olmamalı. Değişik yerlere gidiliyor. Ruhani reislerle görüşülüyor. Çağın başındaki büyük insan, büyük düşünür, fikir mimarı diyor ki; “Hıristiyanlarla medar-ı münakaşa meseleleri bahsetmemek lazım.” Anlaşma ve uzlaşma düşünüyorsanız bunları konuşmamak lazım. Diyalog çabasındaki insanlar da o istikamette hareket ediyorlar. Çok kimse bugün -Hıristiyan Müslüman diyebileceğim çerçeve içinde mütalaa edilebilir bunlar- “Ben Hz. İsa’ya inanıyorum, peygamberdir. Fakat Hz. Muhammed Allah’ın son peygamberidir. Kur’an-ı Kerim de kitab-ı münzeldir.” diyor. Hiçbir Müslüman’ın dinini değiştirip Hıristiyan olduğunu hatırlamıyorum; ama dünya kadar insanın ihtida ettiğini hatırlıyorum.

Ancak dergide Hz. Mesih’in resmi konulmuş. Hz. Mesih’in resminin nasıl olduğunu bilmiyoruz. Elde dolaşan bir resim var. Afrika’daki resimlerde saçları biraz kıvırcıktır. Batı’da filmlerde sarı saçlı ve mavi gözlüdür. Ortadoğu’da biraz Ortadoğu’daki insanların tipindedir. Ama esas Ortadoğuludur. Nasıra’da doğmuştur. Adı ‘Nasıralı genç’tir. Herkes kendi bölgesindeki insanlara benzetiyor. Ortada çok Hz. Mesih resmi geziyor. Burada da noellerde, karnavallarda yolların kenarlarına asıyorlar. Değişik tipte resimler oluyor. Onlardan bir tanesini bulmuşlar, dergide neşretmişler. ‘Acaba hoşgörü içinde bulunmak istediğimiz kimselerin gönüllerini biraz daha yumuşatır mı?’ diye düşünmüş olabilirler. Bence buna gerek yoktu. Zaten Kur’an-ı Kerim, sünneti sahiha Hz. Mesih’e verdiği makamı veriyor. Kısmen maddeciliği çok öne çıkarmış bir dönemde belli bir kavme gönderilmiş bir peygamber. Mana ile geliyor, ruh ile geliyor. Yani her tarafında mana ağırlıklı bir insan. Babasız dünyaya geliyor. Hz. Meryem gibi bir pakizeden dünyaya geliyor. Sadece “ruh” diyor, “Kavga etmeyin” diyor. O gün kiliselerde papazlık yapmayı, daha doğrusu hahamlık yapmayı adeta bir ticari sektör halinde gören insanlara karşı Yuhanna İncili’nde lanet okuyor. “Allah canınızı alsın, böyle olmaz” diyor. Bir şeyi tadil etmek, yanlışı düzeltmek, maddeyi kırmak için gelmiş. Kur’an-ı Kerim’de buna işaretler verilebilir. Kur’an-ı Kerim Hz. Mesih’i anlatırken ayrı anlatıyor, Tevrat’ta mesele anlatılırken ayrı anlatılıyor. Tevrat’ın karakteri cemaatiyle mebsuten mütenasip. Veya cemaatinin karakteri Tevrat’la mebsuten mütenasip. Hz. Mesih’in de bir hususiyeti var. Dolayısıyla her ikisine de ayrı bir bakışı var. Fetih Suresi’nin sonundaki en son ayet, bu iki hususu çok güzel bir şekilde ifade ediyor.

Şimdi dergideki arkadaşlar belki orada biraz da işi ileri götürmüş olabilir. Ben de hafif rahatsız oldum. Türkiye’de zaten bahane arayan bazı kimseleri rahatsız edebilir bu. Hatta İbrahimî dinler tabirinden de rahatsız olanlar var. Oysaki Hz. İbrahim’e karşı Efendimiz çok ciddi saygı duyuyor. “Benden evvel gelmiş peygamberler içinde ben Hz. Mesih’e ve Hz. İbrahim’e benzerim.” diyor. Hz. İbrahim, Hz. Musa’nın da rehberi, Hz. Davud’un da, Hz. Süleyman’ın da, Hz. Mesih’in de, Hz. Zekeriyya’nın da, Hz. Yahya’nın da. Ve Efendimiz bir peygambere intisapla iftihar duyuyorsa bence o peygambere karşı saygısız davranmamak lazım. O peygamberin ismi altında bir yerde platform oluşturmak, birlik düşüncesini tahlil etmek için çalışılıyor. Bundan kendi dinimizde pişmanlık aramak, başka bir dini tervic etmek gibi manalar çıkarmak çok insafsızca şeylerdir.

Bediüzzaman Vatikan’a mektup yazmış

Ben bu hoşgörü ve diyalog mevzuunda değişik insanlar gördüm. “Acaba iyi yapıyor muyum, yapmıyor muyum?” diye şüpheye düşenler oldu. Ama başta Efendimiz Hıristiyanlara karşı çok iyi davranıyor. Hz. Ömer Filistin’i fethettiği zaman hem Hıristiyanlara hem de Yahudilere karşı çok iyi davranmış. Selahaddin-i Eyyübi onlara karşı çok iyi davranmış. Fatih İstanbul’u fethedince, Ortodokslar ve Ermeniler “Batı barbarlığından kurtulduk” demişler, Müslümanların müsamahasını, hoşgörüsünü görünce.

Seleflerimiz var bu mevzuda. Bediüzzaman Vatikan’a mektup yazmış. Aynı zamanda Ortodokslara mektup yazmış. Onlardan cevabî mektuplar almış. Bayram tebriği almış. Hoşgörü içinde olmanın yollarıdır bunlar. Ama bununla beraber ‘acaba iyi ediyor muyuz, yanlış anlaşılır mı bu mesele?’ diye oturup bir yerde hıçkıra hıçkıra ağladığımı bilirim. Fakat uçakta giderken yanımda olan insanlardan birisi eğildi kulağıma, -isim vermeyeceğim- “Ben senden saklayamam ki, La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah” dedi. Onlardan birisi dedi bana bunu. On tane şahidim var bu meseleyle ilgili. Dünya kadar insan var, burada grup halinde geziyorlar. Tabirleri de şudur: Kur’an, kitab-ı münzeldir, Allah’ın indirdiği bir kitaptır.

Bana bir arkadaşım geldi dedi ki: “Bunlar biz Hıristiyanız diyorlar; ama falan yerde ekip halinde peygamberimiz ve Kur’an’ın propagandasını yapıyorlar. Biz Hıristiyanız demeyin diyeyim mi onlara?” Ben, ‘Hayır’ dedim. Öyle dediğiniz zaman siz taraf olursunuz. Sözleriniz o derece tesirli olmaz. Efendimiz’in kabulü çok önemlidir. Necip Fazıl ya Pascal için veya bir başka düşünür için, çok hayranlık duyduğundan, “Limana kadar geldi gemiyi kaçırdı” derdi. Şimdi onun gemisine binmek çok önemlidir. Sadi, Bostan’ında “O ümmete ne gam var ki onun gemisine binmişler. O geminin kaptanı O’dur.” diyor. Onu dedirtmek çok önemlidir. Binlerce insana “La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah” dedirtilmişse şayet...

Burada Katolik kilisesindeki bir direktörün hocalık yapan bir arkadaşımızla arasında geçen bir olayı anlatayım: Arkadaşımız anlatıyor: “Direktör bir keresinde ‘Ben derse giremeyeceğim. Dersime sen gir’ dedi. Hocam dedim ‘Derse gireyim ama ben ne anlatayım orada?’ ‘Canım ne anlatacağım var mı? Gir Fatiha’yı anlat. Sizinle bizim aramızda müşterek bir suredir bu.’ dedi. Ben de girdim, onun sınıfında Hıristiyanlara Fatiha’yı anlattım. Hiçbir tepki almadım. Takdir aldım. Bir gün yanına gittim. Odasında oturuyordu. Elinde Kur’an, okuyordu. ‘Ne yapıyorsunuz?’ dedim. ‘Kur’an-ı Kerim okuyorum’ dedi. ‘Ama bilesiniz, sizin Eski Ahid’i okuduğunuz gibi sadece bilgi edinmek için değil Kur’an Allah’ın kitabı olduğu için sevap kazanayım diye okuyorum.” (Duygulanıyor, gözleri doluyor.)

Şimdi eğer elit sınıf arasında bu kadar bir yumuşaklık meydana getirmişse bence bu kazançtır. Bunu sadece inananlarla, ihtida edenlerle ölçmemek de lazım. Müslümanlığı şöyle böyle kabul edenleri de bu işin içinde düşünmek lazım. “Kur’an Allah’ın kelamı olabilir” diyenleri bu işin içinde mütalaa etmek lazım. “Hz. Muhammed peygamber olabilir.” diyenleri de. Bunlar çok önemli şeyler. Bu nesilden sonra gelecek nesiller vardır. Siz bu uçurumları bugün kapamazsanız yarın kendinizi, doğru düşüncelerinizi ifade etme imkanını bulamazsınız. Şimdiye kadar hep uçurumlarla birbirimize karşı uzak durmuşuz. Onlar gelsinler diye beklemişiz. Öyle değildir mesele. Uçurumların kapatılması lazım. Üstad diyor ki: “Bir yerde Hıristiyan’a ve Yahudi’ye değil, kafire kafir demek doğru değildir, su-i edeptir, saygısızlıktır.” Bu ne terbiyedir, bu ne keşiftir, bu ne tespittir. Şimdi bunlar ehl-i kitap. Onlara hitabında Kur’an, “Ya ehlelkitap” diyor. Hiç kimsenin yapmadığı bir yorumu yapıyor, “ya ehlelmektep” diyor. “Siz okumuş insanlarsınız. Gelin bir kelimede, Allah kelimesinde birleşelim.” O ayete öyle yorum getiriyor. Bunu binlerce insan bilir. Bu çerçevede bir hoşgörü aktivitesi, faaliyeti sürdürülüyor. Her platform değerlendiriliyor. Bizim büyüklerimiz anlatılıyor. Muhyiddin İbn Arabi anlatılıyor, Mevlana Celaleddin Rumi anlatılıyor.