Gülen, 28 Şubat sürecinde hazırlanan bir raporda Allah'a ve Peygamber'e küfredildiğini öne sürdü.
Abone ol Türkiye hasretini sineme gömdümTürkiye’ye ne zaman gelirsem geleyim yine fırtına koparacaklar. Hasreti sineme gömerek kaldım.
Yasal olarak dönmenize bir engel yok. Neden burada kalmayı tercih ettiniz?
Endişeye kapıldım. Türkiye'ye ne zaman gelirsem geleyim o gün fırtınayı koparanlar, hortumları meydana getirenler, isnatlarda bulunanlar, idam fermanı kesenler yine aynı şeyleri yapacaklar. Bu yaştan sonra da tansiyonum yirmiye yükseldi, ilaçla düşüremediler. Her zaman aynı şeyleri duyarak yaşamanın zor olacağını düşündüm. Aklımla, mantığımla kaldım. Kendime rağmen kaldım. Hasreti sineme gömerek kaldım. Fakat dolaylı yoldan kendimi ölüme itmek gibi gördüm. Çok insafsız bazıları. Olmayacak şeyler yazıyorlar. Yalan olduğunu bildikleri halde yazıyorlar. Çeşitli çevrelerin baskılarına rağmen bir kısmı mahkemeye “âraf” fikri verdi. Ne cennet ne cehennem. Ortada bir şey. Bu şunu gösteriyor: Vicdanları olumlu bir şey söylemek istiyordu. Fakat Türkiye'de birileri tarafından ikna edilen suni bir kamuoyu vardı, öfkelenme vardı. Bunu hesaba kattılar. Burada Amerika savcısına ifade verdim. Kasemle teminat veririm. Savcı iddialardan yüz kadar soru çıkarmıştı. Hepsine gülüyordu, kahkaha atıyordu. Bu nasıl hukuk, böyle şeyler suç sayılır mı?
Örnek verebilir misiniz?
Mesela demişsiniz ki birileri tarafından takip ediliyorsanız, devlet dairesinde kalmayı düşünüyorsanız, idare edin, hissiyatınızı belli etmeyin. Bunun gibi gerçek dışı iddialar. İdareyi ele geçirmek gibi bir organizasyon iddiaları. Savcı güldü bunlara. Bir diğer husus da ilk defa karşılaştım. Savcı ile bir kez görüştüm. Beni dış kapıda karşıladı. Tercüman da vardı. Sandalyeyi kendi tuttu. Eliyle bardağı yıkayarak su getirdi. Yani bir psikiyatrist gibi, psikolog gibi hissiyatı hesaba katarak, beni rahatlattıktan sonra ifadelerimi almak istedi. Bir kez daha düşünmem, avukatlarımla görüşmem için üç kez dışarı çıktı. Bana soru sorarken “no” veya “yes” cevaplarını istedi. Ben bir şeyler katmak istedim, gereksiz buldu. Sonra beni kapıya kadar selametledi. Ben kendi kendime ‘Eğer adliyesi bu ise Amerika uzun süre devam eder.’ dedim.
Amerikalı yetkililer sizi ne gözle görüyorlar? Misafir olarak mı, mülteci gibi mi?
Bu 5 yıllık süreçte kimseyle görüşmedim. 1997'de geldiğimde görüştüğüm insanlar vardı. Türkiye'ye geldiklerinde görüştüğüm insanlar vardı. Akademisyenler, think tank kuruluşlarının başında olan insanlar vardı. Dostluk çerçevesinde görüştüğüm insanlar vardı. Ancak bizdekiler mana çıkarırlar diye hiçbir Amerikalıyla görüşmedim.
Nasıl bir mana çıkarırlar diye düşündünüz?
Okullar Amerika tarafından destekleniyor dediler. Vakıa ben bunları tekzip etmedim. Tekzip etsek de etmesek de bunu söyleyecekler. Türkiye'de bir kısım güç kaynakları her şeyi olumsuz değerlendiriyorlardı. Bu görüşmeleri de değerlendirirler diye içtinab ettim. Lehimde konferans verildi, iştirak edenler oldu. Elisabeth Özdalga vardı, ‘görüşelim’ dedi, yok dedim. Eskiden bildiğim Yasemin Çongar vardı, gazetesi çok ısrar etti, görüşmedim. Aslı Aydıntaşbaş vardı, görüşmedim birilerini tahrik etmemek için. Buradan da tahrik olanlar vardı.
Sizin için ‘Amerika desteklemeseydi bunca süre orada kalamazdı' diyenler var.
Ben burada din görevlisi olarak görülüyorum. Din görevlisi olarak da geçici ikametim var. Her sene uzatıyorum. Aynı zamanda kitaplardan gelen telif ücreti ile geçiniyorum. Burada benim durumumda yüzlerce insan var. Değişik yerlerde camilerde görev yapıyorlar. Bunlar Diyanet’e de ait olmayabiliyor. Burada sohbet ettiğimi, ikametle alakalı tahkikat için gelen FBI ile konuşurken onlara da söyledim. Bazı kimseler geliyor, onlara da sohbet ediyorum.
Amerikalıların sizi yakından gözlediklerine dair hissiyatınız oluyor mu?
İhtimal verebilirim. Amerikalıların ister dünya üzerindeki düşünceleri, mülahazaları, emelleri, ister İslam dünyasına, ister Türklere bakışı açısından ihtimal vermek lazım. Kendileri de derler herkes bir yönüyle burada gözaltındadır, kontrol ediliyordur. Fakat bana saygısızlıkta bulunmadılar. Kendi işlerimle alakalı başka bir meseleden dolayı saygıyla ‘fikirlerinden istifade edelim’ dediler. Tahkikat nedeniyle biri FBI'dan diğeri Dışişleri Bakanlığı'ndan iki genç insan geldi.
Bu olay ne zaman yaşandı?
İki ay önce. Malavi'de Türklerin de içinde olduğu bir iki hadise oldu. ‘Onlarla alakalı bilgin var mı?’ diye sordular. Bir de birkaç arkadaş ziyarete gelmişti. Hepsi aynı adresi vermiş. 11 Eylül'den sonra bilgi havuzu oluşturdular. Farklı değerlendirmelere tabi tutuluyor gelenler. Geldiklerinde ‘fikirlerinden de istifade edelim’ diye birkaç soru sordular. Gayet yumuşak davrandılar. Bizi tanıyan birisi meseleyi duyunca ‘Acaba beyefendiye saygısızlık yaptılar mı, yaptılarsa arkadaşların yanında özür dileyelim.' demiş. Burada birimler birbiriyle irtibatlı değil. Esas bağlı bulundukları birimin haberi yok. Yoksa temel olarak saygılıydılar. Tahkikat için gelmişlerdi; ancak bana samimi olarak şunu sordular: ‘Siz Irak'ta Amerikalıların nasıl tasarrufta bulunmasını istersiniz? İşgalden sonra Irak'ta nasıl bir idare olsa makul olur?’ Dedim ki: ‘İşgal olmuş. Siz ne derseniz deyin, halk bu meseleye işgal diyor. Benim fikrimi soruyorsanız Irak'ta öyle bir demokrasi kurun ki Türkiye'den ileri olsun. Türkiye'ye imrenmesinler. Müslümanlara öyle müsamahalı olun ki İran'a imrenmesinler.’ Zannediyorum bunlar kendi üstlerine o düşünceyi de götürdüler. Ben bunu da samimiyetlerine verdim. Benden bir şey öğrenme değil de herhalde neyim, neciyim, nasıl düşünüyorum, mülahazalarım nedir? Ben de Ortadoğuluyum, Türk'üm. Bu mülahazalara binaen düşüncelerimi öğrenmek istediler. Fakat ben, bizde olandan farklı müsamaha gördüm. Yumuşaklık gördüm. İnsani değerlere saygı gördüm. Konuma saygı gördüm. İnançlarıma hürmet gördüm. Her şeye rağmen kendi insanımı tercih ederim.
Hem memnun oldunuz hem Türkiye'de bunları göremeyince hüzünlendiniz...
Bunu, hem hastanelerde hem bu tür durumlarda yaşadım. Neden bizde de böyle olmuyor? Burada Richard adında bir komşu var. Çelik konstrüksiyon yapıyor. Bir ara sofrada beraber bulunduk. Ben “Amerika büyük bir devlet, dünyayı kontrol ediyor.” diye kelam ettim. Bana dedi ki, “Hocam sen ne diyorsun? Siz üç bin senelik milletsiniz?” Hastanede, adliyede, görüşmelerde ben insanların bu tavırlarını görünce, bunca zaman medeni olarak yaşamış benim milletim de neden bunları göstermiyor, neden bunları milletimden göremiyorum diyorum. Bütün hesaplarını, planlarını kine, nefrete bina etmiş insanlar var. Bunlar maalesef her zaman haşin davranıyorlar. Şu anda da öyle davrananlar var. Belli planlar takip edenler var.
28 Şubat sürecindeki bir raporda Allah'a ve Peygamber'e küfredildi
28 Şubat'ın o hırçın günleri geride kaldı. Seçimlerden sonra biraz daha istikrar geldi. Yine de puslu mu görüyorsunuz havayı?
Bazı yönleriyle mesafe alınmıştır. Ben söylemiyorum. Radyodan, kendi televizyonlarımızdan Türkiye'yi dinliyorum. Geçenlerde de tevafuken TÜSİAD'ı dinledim. Koç'u, Sabancı'yı dinledim. Hepsi enflasyonun şimdiye kadar olmadık şekilde düştüğünden, döviz rezervinin yükseldiğinden, büyümeden bahsettiler. ‘Türkiye iyiye gidiyor’ dediler. İş çevresi iyiye doğru gidiyor diyorsa demek ki iyiye doğru gidiyor. Bunca insan bir araya gelip yalanda ittifak edemezler. Bir taraftan işler iyiye giderken, diğer taraftan “ötekiler” diyen bir kesim var. Bir kesime “ötekiler” diyen bir grup var. Bunların hırçınlığı her gün biraz daha artıyor. Belki niyetleri hiç değişmiyor da stratejileri bakımından değişmeler olabilir. Yine farklı kıyamet koparmalar olabilir. Bu kıyamet koparmaları değerlendirmek isteyenler devreye girebilirler. Türkiye bunları defaatle yaşadı, yine yaşayabilir. O bakımdan puslu mu buyurdunuz! Pusun rengi değişiyor, deseni değişiyor. Daha puslu gibi, güç daha fazla artmış gibi, saygısızlık artmış gibi... Medyanın takdire şayan yanı var. Değişik dönemlerde olduğu gibi hepsi birden kıyamet koparmıyor. İktidara hücum etmiyor, iyi yanlarını da söylüyor. Yer yer irticadan bahsediyorlar. Bazı çevreler var, bunların insafsızlığı daha bir köpürüyor, daha bir kabarıyor. Hatta bazen dediklerine, ettiklerine muttali oldukça bağışlayın hezeyan yaşadıklarına hükmediyorum. Çok ciddi paranoya yaşanıyor.
Bütün bunlara neden olan nedir? Madem ekonomik ve siyasi açıdan istikrar var...
Ben çok gerilere giderek bu hususta bir iki kare içinde bir şey arz etmek istiyorum.
28 Şubat süreci devam ettiği sırada bir rapor çıktı. Bu raporun hangi ellerle hazırlandığını, kimler tarafından dağıtıldığını az çok öğrenebildim. Raporun büyük bir kısmı benimle alakalıydı. İddianameye giren şeyler vardı. Emniyet’ten bir kesim hazırlamıştı bunu. Fakat raporun sonuna iki sayfa eklenmişti. Orada Allah'a tecavüz vardı. Peygamberimiz’e hakaret vardı. Hatta ben Allah'a ve Peygamber’e hakareti görünce, bana söylenmiş bütün şeyler karşısında biraz gevşedim, rahatladım. Dedim ki, Allah'ım, Peygamber’im hakkında böyle düşünen insanlar eğer beni takdir ediyorlarsa benim Allah yanındaki yerimi bir daha gözden geçirmem lazım. Benim Allah'ıma, Peygamber’ime küfreden insanların elbette ki bana karşı saldırıları olacak.
Afedersiniz, bu raporu hatırlayamadım. Kim kime vermişti?
Bunu Emniyet’ten bir kesim hazırlamıştır. Bir kısım başka resmîler de ona iki sayfa bir sonuç yazmışlardı. Bunu kimin yaptığını milletimiz biliyor. Ben o raporu tarihe emanet ettim. Bir dönemin insanlarını, Türk milletinin kaderine şöyle böyle hükmeden insanların niyetlerini aksettirmesi açısından bir yerde saklı dursun.
Hiçbir zaman nezahat-i insaniyemi bozmadım, saygısız davranmadım. Ama Allah ve Peygamber söz konusu olduğu yerde tarafımızın belli olması lazım. Şimdi böyle düşünen insanların sizin için hiçbir zaman yumuşak düşüneceklerini düşünmemek lazım. Hakkınızda mütalaası böyle olan insanlar hep böyle düşüneceklerdir. Sayıları iki elin parmakları sayısına düşse bunlar yine hırçınlık yapacaklar. Azınlıklaştıkça daha da hırçınlaşacaklar, kaybettikçe daha da hezeyana gireceklerdir. Yeni yeni senaryolar hazırlayacaklardır. Dolayısıyla Türkiye'de benim durumumda olanlar her zaman aynı şeylere maruz kalacaklar gibi geliyor bana. Hatta ne zaman öldü, ne zaman ölecek diye bekleyecek kadar çok küçük düşünen insanlar. Yüce Türkiye'nin dışında, dünyada böyle çok fasit düşünen insanlar görmedim. Burada dediler ki Nobel'e aday gösterelim, plaket verelim. Hoşgörü dediler. Burada yapılan konferanslarda gönüllü barışçılar sırasına koydular. Bunların da kendilerine göre gözleri, kulakları var, kriterleri var. Ve daha hassaslar, daha duyarlılar. Türkiye'de ruhlarında Allah, Peygamber düşmanlığı olan, değişik yerlerde müessir olabilecek insanlar hâlâ var.