BIST 9.660
DOLAR 34,56
EURO 36,31
ALTIN 2.919,86

Güçlünün yanında kendi meslektaşının mezarını kazmak...

“Güçlü her zaman haklıdır” deyip ses çıkarmamak bizi iyi bir yere götürmez bu böyle biline...

Geçtiğimiz hafta sonu gerçekleştirilen “Öğretmenler Günü” kutlamalarında yaşanan bir olay haftaya damgasını vurdu. Olayın yaşandığı gün ve sonrasına yapılan yorum ve eleştirilerde genellikle vali haksız bulunurken bence yaşanan başka bir detay atlandı.

Önce olayı hatırlayalım:

Konya’da düzenlenen Öğretmenler Günü kutlamasında konuşmak için kürsüye gelen vali, ön tarafta oturan bir kişinin oturuşundan rahatsız olmuş olmalı ki önce şahsa “Sen öğretmen misin bilader” diye sordu. Sonrasında ise yüzlerce kişinin içinde bu şahsı rencide edecek sözler söyledi.

Valinin olaya yaklaşım şeklinin yanlışlığı üzerinden yüzlerce yazı yazıldı ve binlerce yorum yapıldı. Zaten vali de yaptığı yanlışın farkına vararak daha sonrasında özür diledi. Ancak valinin özür dilemiş olması olayın vahametini azaltmıyor.

Her şeyden önce bir yanlışı düzeltmenin çeşitli yolları vardır. Eskiler bu konuda çok hassasmış. Yanlışını düzeltecekleri kişinin hatasını asla yüzüne vurmazlar, uygun bir şekilde yanlışı düzeltirlermiş.

Yeri gelmişken bu konu da bir kıssayı anlatıp asıl üzerinde durmak istediğim konuya geleceğim...

Peygamber Efendimizin mübarek torunları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin, câmi avlusunda durmuş şadırvandan abdest alan yaşlıca bir adamı seyrediyorlardı. Hz. Hasan bir ara kardeşi Hz. Hüseyine:

- Bak dedi, dirseklerini iyice yıkamadı.

- Evet görüyorum, bazı yerler kuru kalıyor.

- Bunu ona söylemeliyiz, abdest sırasında yıkanması farz olan yerlerde iğne ucu kadar kuru bir yer kalsa abdest olmaz, abdest olmayınca tabiî namaz da olmaz.

-Ama nasıl söyleyeceğiz? İşte bak, ayaklarında da aynı ihmali yaptı. Parmak aralarını ovuşturmadı, suyu topuklarına değdirmedi bile. Haydi gidip kendisine söyleyelim.

Hüseyin:

- Bir dakika, diye kardeşini durdurdu. O bizden çok yaşlı. Söylersek utanabilir. Yahut çocuk olduğumuz için bizi dinlemeyebilir. Onu kırmadan yanlışını anlatmanın bir yolunu bulmalıyız.

Birden aklına geldi:

- Tamam, dedi sevinçle; buldum! Adama yaklaştı. Saygı dolu bir sesle:

- Efendim, dedi, sizden bir ricamız var.

- Söyleyin bakalım çocuklar.

- Biz henüz çocuk sayılırız. Şuradan abdest alırken başımızda dursanız da yanlışlarımızı söyleseniz. Adam memnun memnun güldü:

- Tabiî, dedi. Başlayın bakalım.

İki kardeş abdest almaya başladılar. Adam dikkatle bakıyor, bir yanlış bulmaya çalışıyor, ama bulamıyordu. Kendi abdestini düşündü. Hasan ile Hüseyin gibi dikkat göstermediğini anladı.

Abdestleri bitince saçlarını okşadı:

- Yanlış sizde değil çocuklar bende, dedi. Kusurlu benim. Yanlışımı yüzüme vurmadan bu kadar nazikçe düzelttiğiniz için çok teşekkür ederim. Artık ben de sizler gibi abdest alacağım. İşte başlıyorum. Yeniden suyun başına çöktü ve bir güzel abdest aldı.

Demek ki, bir şeyin doğrusunu bilmek yeterli değil. O doğruyu başkalarını kırmadan, darıltmadan anlatabilmek de lâzım. Peygamber Efendimizin torunları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin gibi...

Valinin yaptığı yanlışın, tabiri caizse bir öğretmeni rezil rüsva etmesinin ardından salondan yükselen alkışlar ise beni adeta şoke etti.

Nasıl yani,,,

Öğretmenler bir öğretmen arkadaşlarının rezil edilmesini alkışlıyorlar mı?

Evet, evet, resmen alkışladılar.

Bunun arkasında yatan psikolojiyi iyi tahlil etmek lazım bence.

Gücün karşısında boyun eğmek sağlıklı bir durum değil bence.

Hele ki o hakaret mensubu olduğunuz mesleğe karşı yapılıyorsa.

Valinin yanlış yaklaşımını alkışlamak, sesini çıkarmamak nasıl bir ruh halidir anlayabilmiş değilim.

İşin en kötü tarafı gücün karşısında ses çıkarmamak, şakşakçılık toplumumuzda genel bir ruh haline dönüşmeye başladı.

“Güçlü her zaman haklıdır” deyip ses çıkarmamak bizi iyi bir yere götürmez bu böyle biline...

facebook.com/msbeser

twitter.com/msbeser

instagram.com/msbeser