Görünmezliğin sırrı aslında bulunmuştu! Hem de Osmanlı'da
Görünmezliğin sırrının bulunduğunu, hatta Osmanlı topraklarında keşfedildiğini biliyor muydunuz? Ortaya atılan bir hikaye okuyanı düşündürüyor. Peki görünmezliğin sırrı bulunduysa, günümüzde neden kullanılmıyor?
Görünmezliğin sırrının bulunduğunu, hatta Osmanlı topraklarında keşfedildiğini biliyor muydunuz? Ortaya atılan bir hikaye okuyanı düşündürüyor. Peki görünmezliğin sırrı bulunduysa, günümüzde neden kullanılmıyor?. İşte kafaları kurcalayan o hikaye... Görünmezliğin sırrı, 1909 yılında, Yedinci Edward’ın kraliyet meclisi tarafından, Osmanlı İmparatorluğuna gevşek bağlarla bağlı küçük bir eyaletin hükümdarı olan Sultan Abdülkerim’in sarayına elçi olarak gönderilen Archibald Praeter tarafından keşfedilmişti. Amatör ama pek hevesli bir biyolog olan Praeter, mutasyonlara yolaçacak bir serum bulabilmek amacıyla farelere çeşitli sıvılar enjekte etmekteydi
3019’uncu faresini de aşıladığında, hayvancağız ortadan kayboldu. Yaratık hala oradaydı; onu eliyle hissedebiliyor, ama ne bir kılını ne de bir tırnağını görebiliyordu. Fareyi özenle kafesine yerleştirdi ve iki saate kalmadan hayvan sapasağlam durumda yine görünür hale geldi. Praeter deney yapmayı gittikçe artan dozlarla sürdürdü ve bir fareyi yirmidört saat boyunca görünmez hale getirebileceğini keşfetti. Daha yüksek dozlar hayvanı uyuşturuyor ya da hasta ediyordu. Aynı zamanda, görünmez haldeyken öldürülen bir farenin anında görünür hale geldiğini de öğrendi.
Buluşunun taşıdığı önemi kavrayarak, istifasını telgrafla İngiltere’ye bildirdi, hizmetçilerine yol verdi ve dairesine kapanıp kendi üzerinde deneyler yapmaya girişti. Onu sadece birkaç dakikalığına görünmez hale getiren küçük enjeksiyonlarla başlayıp, toleransı farelerinkiyle denk oluncaya dek dozu yavaş yavaş arttırdı; yirmidört saatten daha uzun bir süre görünmez kalmasını sağlayacak doz onu da hasta ediyordu. Ayrıca, vücudunun heryeri, hatta ağzını kapalı tuttuğu zaman diş dolguları bile gözden kayboldukları halde, çıplaklığın elzem olduğunu da anlamıştı; giysileri onunla birlikte yoklara karışmıyorlardı.
Praeter dürüst ve iyi niyetli bir adamdı, dolayısıyla suç işlemek aklının ucundan bile geçmedi. İngiltere’ye dönmeye ve buluşunu casusluk veya savaşta kullanılmak üzere Majestelerinin hükümetine sunmaya karar verdi. Ama önce kendine ufak bir kaçamak hakkını tanımak istedi. Sarayına atandığı Sultanın çok sıkı korunan haremini merak etmişti hep. Şöyle yakından niçin bir göz atmasındı ki? Dahası, buluşu hakkında birşeyler -beynini sürekli olarak kurcalayan ama bir türlü tanımlayamadığı bir kuşku- onu huzursuz edip duruyordu. İşin içinde bir bit yeniği vardı ama… Zihninde bu noktadan öteye bir türlü geçemiyordu. Onu son bir deneyin daha beklemekte olduğu kesindi.