D.B.Tercüman yazarı Gülay Göktürk'ün hiç bir yazısı bu kadar isyacıl olmamıştı. Göktürk, kendisini delirtme noktasına getiren ünlü kadını (?) yerden yere vurdu.....
Abone olGülay Göktürk "İsmi lazım değil" yazısında içini öyle bir döktü ki...Göktürk'ün hiç bu kadar isyankar, sinir saçan sözleri duyulmamıştı. Göktürk'ü çileden çıkaran ve çıldırtan ünlü kadın acaba kim? Göktürk yazıyor:
Hayır, yeminliyim, adını anmayacağım.
Oyuna gelmeyeceğim. Suça ortak olmayacağım. Popülerleşmesinden, "gündeme oturmasından" nefret ettiğim şeyin adını anarak, kartopunun büyümesine hizmet etmeyeceğim.
Hani ismi lazım değil, bir kadın var ya... "2004'ün en ilginç sosyolojik fenomeni" denilen kadın...
Bunca zamandır hakkında tek kelime yazmadım, zaten bundan sonra da yazmayacağım.
Ama izin verin, bugün biraz iç dökeyim.
* * *
Başlangıçta, sadece ilgilenmiyordum, merak etmiyor, merak etmediğim için de açıp bakmıyordum. Son yıllarda "olay" haline gelen bütün o berbat dizilere, BBG'lere ve benzerine bakmadığım gibi...
Ama gittikçe fanatikleştim, düşman kesildim.
Evdeki yardımcımızı hiç bu kadar hiddetle azarlamamıştım. Geçen gün sabah kahvaltıda, ondan söz açmaya kalktığında, nasıl gürlediğime ben bile şaştım: "Bu evde onun adı anılmayacak!"
Evet, fanatikleştim. Çünkü o bana bütün gücüyle saldırıyor. Bana kaçış yeri bırakmıyor; ilgisiz kalma hakkımı elimden alıyor. Üstüme üstüme geliyor. Gözüme gözüme giriyor. Onun o çirkin resmini görmeden, onun hakkında yumurtlanmış bir inciye rastlamadan gazete okuyamaz hale geldim. Televizyon kanalları arasında özgürce dolaşamaz oldum. Ne kadar kaçmaya çalışsam yakalanıyorum.
Birkaç gün önce yine öyle oldu, kalabalık bir kadın grubu, aralarında mostralık birkaç erkek, büyük bir gürültü, transa geçmiş bir halde bağrışıyor, pardon tartışıyorlar.
Konu yine 0!
Allahım o ne kadınlardı öyle... O ne kendini kaptırıştı; o ne aşkla tartışmaydı; o ne özdeşleşmeydi; o ne çirkef görüntüydü!
En iflah olmaz holigana taş çıkartan bir "taraftarlık" ruhu...
Saldırganlığa dönüşmesine ramak kalmış bir fanatizm.
Dişimi sıktım ve on dakika kadar zaplamadan kaldım.
Ortalığa saçılan kelimelerin hepsini anlıyorum. Ama o kelimelerden oluşan cümlelerin hiçbirini anlayamıyorum. Sanki kelimelerine aşina olduğum yabancı bir dil bu. Kimin kimi tuttuğunu, öbürüne neden o kadar hiddetlendiğini; o laf üzerine diğerinin neden üstüne alındığını filan çözmem imkansız. Bir tek şey çok açık: O ekrandakiler ve ben aynı dili konuşmuyoruz. Hatta aynı cinsten, aynı türden bile değiliz belki.
Onlar normalse, ben değilim.
Ben normalsem onlar ne?
Ama bu kadar yaygın anomali olur mu?
Bakıyorum da, işi bu tip "anomalileri" anlamak olan uzmanların da hiç, ama hiçbir şey anladıkları yok olan biten hakkında. Hatta, anlamak bir yana. onların bile "kafayı sıyırdıkları"nı düşünüyorsunuz yazdıklarını okuduğunuzda. Mesela, olup biteni anlayamamaktan konuşulurken "belki de Köy Enstitüleri kapatılmamış olsaydı, olan biteni anlayabilirdik" diyor bu tip "fenomen"leri anlamakta en usta, en akıllı olanlardan bir tanesi. Bir başkası, diyelim bir gazeteci de "asgari ücret ikiye katlansa, bu dizilerin bizi böyle esir almayabileceğini" filan söyleyebiliyor.
İşte böylesine bir çaresizlik, böylesine bir açıklanamazlık durumu...
* * *
Evet, biliyorum, oyuna geldim bile.
Şimdi o programların fikir babaları, yapımcıları, sunucuları hınzırca, sinsice gülüyorlar köşelerinden. "İşte sen de kaçamadın, sen de yazdın... Tuzağımıza düştün sonunda. Biz güçlüyüz. Senden de, hepinizden de" diye zafer işaretleri ve nanik yapıyorlar kimseye çaktırmadan.
Galiba ben de aklımı "çizdiriyorum".
Sebebini bilmiyorum, gözümün önüne Pol Pot'lar, Salacak Canavarları falan geliyor, hani korku filmlerinde sarışın bir kız bebek vardır ya, onu görür gibi oluyorum.
En iyisi zaplamak... Ebediyyen zaplamak ve unutmak... Bir daha iç dökmeyi bile denememek... Onunla ve onu sevenlerle, onu konuşmayı, onu seyretmeyi sevenlerle aynı ülkeyi, aynı gezegeni paylaştığını unutarak; icabında tam bir "yabancılaşma"yı göze alarak, bütün bu saçmalık hiç yokmuşcasına yaşamak...
YAZI: Gülay GÖKTÜRK