Futbolda şike iddiaları, kulüplerden hakemlere, futbolcudan taraftara herkesi içine alan bir “kirlenmişlik” yaratıyor. İşte Atilla Gökçe'nin çarpıcı tespitleri..
Abone olDefne Sarısoy: Öncelikle şike iddialarının dünden bugüne değişimine bakalım. Geçmişte de futbolda şikeden bahsedilirdi ancak bugünkü kadar organize değildi. Bugün ise münferit olayların yerini organize, örgütlü bir şike aldı. Bu dönüşüm nasıl oldu? Atilla Gökçe: Tarihsel gelişim içinde anlatılanlardan yola çıkarsak, şike, eskiden pehlivanlarda ustadan çırağa yol verme biçiminde, göz yumulacak, razı olunacak yenilgiler yapılırmış. Ama dediğiniz gibi günümüzde iktidar, güç mücadelesinin bir yansıması olarak şike mafyanın bir enstrümanı haline geldi. Acı olan şu ki, eskiden maçlarda yapılan şike sadece sahadaki iki takımı ilgilendiriyordu. Bugün ise sahadaki iki takımı dahi ilgilendirmeyen, düğümü bambaşka merciilerde yapılan şikeler söz konusu. Dünyada artık her maç için milyonlarca dolar değerinde bahis oynanıyor. Bu legal veya illegal bahis örgütleri, bu maçlar üzerinde etkili olabiliyorlar. Sportif bir şekilde oynanabilecek bir maçı, bahislere göre düzenleme çabası güdüyorlar. Bir maçın sonucunu bilmek veya önceden belirlemek bahis şirketlerine müthiş avantajlar sağlıyor. Bu bahis camiası futbol üzerinde etkili oluyor, futbolcuların kendileri de birer bahis oyuncusu. Türkiye de bu bahis olayının dışında değil. Elbette şu an sonuca ulaşmış değil ama yargıda tartışılan bir çok olay var. Ne yazık ki hakime ve hakeme güvenmeyen bir toplum haline geldik. Eskiden mesela üç büyüklerin aralarındaki maçlarda arkadaşlık bağlarıyla saha içinde yapılan danışıklı dövüş maçlar olmuştu. Bunlar, sporun o dönemdeki koşulları içinde olağandı. Bu futbolcular maçtan sonra formaları da çıkardıktan sonra, aynı mekanlarda eğlenen, aynı mahallelerde oturan gençlerdi. Ama bugün duyduklarımız doğal değil. Çünkü olimpizm, rekabet, kendini geliştirme ve oyun gibi kavramların yanısıra, spor büyük bir ‘show business’ özelliği kazandı. Dünyada borsalarda, bankalarda, yatırım enstrümanlarında üç trilyon dolar sıcak para oradan oraya geziyor. Ve 3 trilyon doların içinde, 250 milyar dolar da futbola gidiyor. Spor bir eğlence sektörüne dönüştüğüne göre, mafya da böyle bir zengin kaynaktan, payını almadan durur mu? Defne Sarısoy: Mafya örgütlenmesi, kulüplere, hakemlere, futbolculara nasıl yansıyor? Onların davranışlarını, onların futbola bakışını nasıl değiştiriyor? Atilla Gökçe: Türkiye’de futboldaki rekabet dar bir alanda gerçekleşiyor. Düşünün, dört büyük kulüp var. 45 yaşındaki ligimizde, 4 kulüpten başka şampiyonluk unvanına sahip takımımız yok.“Şike, mafyanın bir enstrümanı haline geldi. Eskiden maçlarda şike, sadece sahadaki iki takımı ilgilendiriyordu. Bugünse düğümü bambaşka yerlerde atılan şikeler söz konusu.” Bu dar alanda rekabet, yöneticiyi, futbolcuyu, taraftarı ve hakemi fazlasıyla geriyor. Medyada da yazarlar, kulüp uzmanlaşmasıyla, kulüp amigoluğu arasındaki dengeyi kuramadı. Medyadaki yozlaşma bir şekilde hakemlere, futbolculara baskılar oluşturuyor. Buna ek olarak, büyük yatırımlar yapan kulüpler büyük iddialarını canlı tutmak için ayrı bir stres altındalar. Sadece üç büyükler değil, ligin dibi de var. Orada da, küme düşmenini yarattığı gerilim ortamı yaşanıyor. Sporda başarı, teknik ve taktiğin kazanmaya dönüşmesidir. Bunun adı oyundur. Ama artık her oyun istatistiğe dönüştürülüyor. Ve insanlar, o skor tabelalarına endeksli olarak değerlendiriyorlar. Sadece skor tabelası öne çıkıyor. Skor tabelası öne çıktıkça, spor özelliği geriye gidiyor. Kazan da, nasıl kazanırsan kazan. Türkiye’de sporseverler, sadece yenen ve atılan gollerin ya coşkusunu ya da kıyametini koparıyor. Şimdi iş böyle olduğu zaman, sporun özelliklerini unuttuğunuz zaman insanlar kazanmak için maalesef, Türkiye’de hayatın öteki alanlarında ne yapıyorlarsa, futbolda da onu yapmaya çalışıyorlar. Defne Sarısoy: Peki şike iddiaları, mafya örgütlenmeleri taraftara nasıl yansıyor? Taraftarın davranışlarında da farklılaşma gözleniyor mu? Atilla Gökçe: Kesinlikle.“Taraftar liderleri çeşitli çetevari oluşumlarla tribüne hakim olmaya oynar. Yöneticiler ise bunlara göz yumuyor. Medya da taraftara övgüler düzerek çirkinliği popülist bir yaklaşımla onaylıyor.” Taraftar liderleri, trübin amigoları, maçla ilgisi olmayan slogan ve şarkılarla varlıklarını, güçlerini ortaya koymak istiyorlar. Kulüp yöneticileri bunlara göz yumuyor. Taraftarın zaman zaman yaptığı tüm çirkin davranışları tetikleyen medya, maçtan sonra da taraftara övgüler düzerek çirkinliği popülist bir yaklaşımla onaylıyor. İşte taraftar dediğimiz kitle, ki çoğunlukla 16-17 yaş grubu, ‘kazan da ne yaparsan yap’ kültürünü benimsiyorlar. Çünkü kulüp başkanından spor yazarına herkes bu normu fiştekliyor. Bu taraftar çocuklar, zaten hayatın zorluklarıyla çarpışıyorlar. Kimisi tamirci çırağı, kimisi üniversitede öğrenci, cep harçlığıyla maça gelmiş. Dolayısıyla taraftar örgütlenmesi içinde bedava bilet almak için etkinlikler ortaya çıkıyor. Bu tip dar gelirli çocukları içine çeken ‘bedava bilet’ oluşumları, maça girdikten sonra onlardan karşılığını istiyorlar. Bu gençler büyüklerinden ya da yaşamın diğer alanlarından öğrendikleri gibi, futbolda da yapılan şikeyi hileyi onaylar hale geliyorlar. Böyle bir kültürümüz gelişti son yıllarda. Sorgulama yapmadan, sadece sonuçları önemseyen bir kültür geliştirdik. Defne Sarısoy: Kulüplerin mafya üyeleriyle anılması da taraftara yansıyor mu bir şekilde? Atilla Gökçe: Mutlaka yansıyor. Geçmişte mesela bir çok kulüp yöneticisi uyuşturucudan yurtdışına kaçtı, bir daha geri dönmedi. Uyuşturucu ticareti, yasadışı ticari etkinlikler, para operasyonları, hayali ihracat gibi vesilelerle adı yolsuzluklara karışmış bir çok şahıs kendini sportif başarı ile aklamaya çalışıyor. Bunlar biliniyor. Bir çok kulüp yönetiminde belediye başkanları, yerel polis müdürleri, hatta eski emekli MİT uzmanları görev alıyor.“Kulüp yönetimlerinde belediye başkanları, polis müdürleri, MİT emeklileri var. Bir kulüp başkanına “Kulüp yönetimleri acaba polis ve mafyanın buluşma noktası mıdır?” diye sordum. Suratıma telefonu kapandı.” Bir kulüp başkanına “Kulüp yönetimleri acaba polis ve mafya babalarının buluşma noktası mıdır?” diye sordum. Suratıma telefon kapandı. Ama bu insanları, hepimiz her yerde biliyoruz. İkincisi, dikkat edin bazı futbolcular asosyaldir. Tüm halk tarafından bilinir, ancak maçlar dışında herhangi bir kamu kimliği yoktur. Hayatın, toplumun hiçbir alanına katkıda bulunmaz. Geri dönüşümü olmaz. Ama bir mafya babasının annesinin cenaze töreninde özellikle ön sıralarda yeralıp fotoğraflara girmeye önem verir. Neden oluyor bunlar? Çünkü futbolcuların mukaveleleri bittiğinde, tek yetkili olarak özgür kaldıkları bir transfer modeli var. Sporcu özgürce istediği yere imza atmak hakkını kazanıyor. Şimdi bir futbolcu, dahe yüklü bir mukavele yapmak isterse, bu şahıslara yakın olması gerektiğini iyi biliyor. Bir de bizim toplumumuzda maalesef var olan bir özelliktir bu, güce yakın olmak ihtiyacı. Futbolcu menajerlerinin bir kısmı da, bu mafya babalarının yakınları. İlişkiler içli dışlı. Bunu temizlemek, akşamdan sabaha, federasyon soruşturmalarıyla olacak gibi değil. Spor cemiyetinin, ilgili tüm meslek gruplarının silkinerek, bir etik bir refleks göstermesi lazım. Ben maalesef toplumumuzda bunu göremiyorum. Defne Sarısoy: Yakın geçmişte yaşanan bazı olayların üstüne düşülmedi. Örneğin, Ali Aydın’a götürülen teklif. Merkez Hakem Kurulu Komitesi başkanının bunu hiç önemsemediğini ve üstünün kapandığını biliyoruz. Şimdi Bakan Mehmet Ali Şahin, Ali Aydın’a “bu olayı açıklasın, biz de gerekeni yapalım” diyor. Aynı şekilde Çaykur-Rizespor maçında Yılmaz Vural’ın sahayı terketmesi olayı var. Geçmişte bu gibi olayların gizlenmesi, şike olaylarının boyutlarının bu denli büyümesine neden oldu mu sizce? Atilla Gökçe: Tabii, bir yangın olduğunu herkes biliyor. Dumanını görüyor, alevini görüyor, sıcaklığını hissediyor ama bir şey yapmıyoruz. Resmi söylemlerde herkes inkar halinde. Bu tür olayların üzerine gidilmedikçe, spora elbette mafya karışır, elbette güç kazandırır. Gösterilen duyarsızlıklar, eyyamlar, insanların birbirine güvenini kırdı. Bizim spor camiamız, Vural’a niye sahayı terkettiğini ciddi ciddi sormadı, soramadı. Yılmaz Vural da o kadar baskı ve tehdit altında mecburen, “rahatsızım, hastayım” filan demek zorunda kaldı. O olayı kimse derli toplu yorumlayamadı. Bir kulüp başkanının söylemiyle “hakemliği bırakacak” dendi ve Ali Aydın hakemliği bıraktı. Bu, futbolun bir güç gösterisi haline geldiğini gösteriyor. Stadyumlar, suçun özgürlük alanı haline geldi. Şöyle düşünelim, yolda iki kişi birbirine küfür etse, buna tanık olan bir polis derhal müdahale eder. Ama stadyumlarda onbinlerce insan küfür ediyor ve polis himayesinde küfür ediyor. Çirkinliğin, kötülüğün, bu kadar güçlü olduğu futbol sahası dışında başka bir alan var mı günlük yaşamda? Çok temiz değiliz. Bunu önce kendimize itiraf etmemiz gerekiyor. Defne Sarısoy: Federasyon ve bakanlık bu işi çok ciddiye aldı ve üzerine gitmekte kararlı görünüyor. Bunlardan bir sonuç çıkar mı sizce? Birtakım soruşturmalar yapılıyor. Sorumluların ortaya çıkması durumunda ne gibi cezalar verilmeli, ne gibi caydırıcı önlemler alınmalı? Atilla Gökçe: Federasyon Başkanının, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in duyarlılıklarına, ciddiyetlerine saygı duyuyorum. Verdikleri reflekslerin doğal olduğuna inanıyorum. “Yönetmelikler güçlü olsa kaç yazar. Onuruna sahip çıkmak için her insanın başına bir bekçi dikemezsin. Biz, kendi vicdanımızı geliştirmek zorundayız galiba.” Ama benim şöyle bir kaygım da var: Şike yapan sporcu veya antrenör, bireysel olarak ceza alır, belli bir süre spordan men edilir. Ama bunları bir kurum yaptıysa, bir kulüp, o kulüp küme düşülür. Diyelim ki, bu duyarlı lefleksler, somut dosyalara dönüştürülüp yönetmeliklere göre kararlar alındı ve birkaç kulübümüz küme düşürüldü. Böyle bir durumda Türkiye’de olacakları, ben size söyleyeyim. Önce o kulüp yöneticileri reddedecek. Sonra “sadece biz mi, herkes yaptı” diyecekler. Şimdi bu ülkede maalesef bakanların da şike yaptığı konuşuluyor. Ve o bakanlar geçmişte olduğu gibi, biri maliye bakanıydı, biri turizm bakanıydı, şike maçı organize ediyor. Şikeden küme düşürülen külubun kentinin valisi, belediye başkanı, milletvekilleri ayağa kalkmayacak mı? O kentin insanları yollarda yürüyüş yapmayacaklar mı? Şimdi meclis araştırmaları istiyoruz. Ama siyasetçimiz o kadar popülist ki. Susurluk’u sonuca ulaştıramamış, hala dokunulmazlık dosyalarını sonuca ulaştıramamış bir toplum, bir demokrasi, futbolda şikenin üstüne nasıl gidecek? Ben bu konularda kaygılı ve endişeliyim. Dünyanın en önemli yönetmeliklerini, yetkilerini toparlayıp getirin futbola. Ama onuruna sahip çıkmak için her insanın başına bekçi koyamazsın. İnsanlar kendi onurlarının bekçisi kendileri olmalı. Biz, vicdanımızı geliştirmek zorundayız galiba. Defne Sarısoy: Genel bir portre çizmek gerekirse, kaliteli futbol oynanan bir Süper Lig’ten bahsedebilir miyiz? Bir de tabii Kolombiya benzetmesi var. Siz bu benzetmeye katılıyor musunuz? Atilla Gökçe: Şekip Mosturoğlu bir hukukçu, üstelik Türkiye Futbol Federasyonu’nda görevli. Eğer kendisi Kolombiya ligi benzetmelerine başvuruyorsa, müthiş bir kaygıyı bilinçli olarak dile getiriyor demektir. Kolombiya’da 1994 Dünya Kupası’nda yanlışlıkla kendi kalesine gol atan defans oyuncusu Escobar, daha sonra ülkesine dönüşte mafya tarafından öldürülmüştü. Kolombiya’da kokain çeteleri, askerle, polisle çatışıyor. Ormanda özel havalimanları kuruyorlar. Son derece örgütlü ve bu futbolu da etkiliyor. 1986 Dünya Kupası Kolombiya’da düzenlenecekken, mafyanın etkinliği nedeniyle son anda Meksika’ya alındı. Aynı şekilde geçen yıl ligin çok rahat bir döneminde iken, Beşiktaş Teknik Direktörü Mircea Lucescu, NTV’de Okay Karacan’a bir demeç vermişti. Daha o zaman Beşiktaş açık ara öndeydi.“Kabul edelim, bizim ligimiz kirli. En azından kimseye güven vermeyen bir ligimiz var.” Lucescu şunu dedi: “Romanya, futbolun eski güzel günlerine dönemez. Çünkü orada illegal işler oluyor. Futbolcuyu çökerttiler. Siz de dikkat edin, Türkiye’yi de bozmasınlar”. Kabul edelim, bizim ligimiz kirli. En azından kimseye güven vermeyen bir ligimiz var. İkincisi, takımlar arasında müthiş standart farkı var. Çok zenginlerle çok yoksullar, aynı ziyafet sofrasında karın doyurmaya çalışıyor. Güçlüler pastanın büyüğünü götürüyor. Yayın haklarının yüzde 50’si dört kulübe, yüzde 50’si kalan 14 kulübe. Bu adil bir paylaşım değil. Daha düzgün, daha dürüst, daha katılımcı bir rekabet ortamı gerekir. Türkiye liginden beşinci bir şampiyonun çıkması lazım. İngiltere liginde oynayan her takımın, hem küme düşme, hem de şampiyonluk maceraları vardır. Türkiye’de öncelikle bu fırsat eşitsizliğine neden olan standartları değiştirmemiz lazım. Defne Sarısoy: Peki bu dengesizliği nasıl düzelteceğiz? Atilla Gökçe: Rekabet alanını geliştirmemiz gerekiyor. Oynanan futbolun kalitesine önem vermeyi ilke edinmek gerek. Son tahlilde kendi kaynaklarımıza dönmemiz ve uzun vade altyapı yatırımları yapmamız lazım. Statlarımız, tesislerimiz ve genç Türk antrenörlerimiz. Bunlar yeni futbol anlayışının yeni yatırımları olmalı. Ama bu konuda sabır gösteremiyoruz. Medyamızda dahi bir sabırsızlık hakim, maç kaybettiği zaman hemen antrenörler suçlanıyor. Bizim kendi değerlerimize sahip çıkmamız birinci koşul, Fatih Terim, Mustafa Denizli, Ersin Yenal, Rasim Kara, Ziya Doğan ve Aykut Kocaman gibi. Dört kulüp arasına sıkışmış ve yatırımların sadece bu dörtlüye yapıldığı bir rekabet ortamında, uluslararası başarı ancak rastlantıya kalır. Bazen dünya üçüncüsü oluruz. Bazen Avrupa Şampiyonası elemelerinde Letonya gibi küçük bir ülkeye takılırız. Avrupa kupalarında birkaç takımı yener, başarılarla eğleniriz. Buna razı mıyız? Herkes kendisine bunu sormalı. Söyleşi: Defne Sarısöy Kaynak: www.ntvmsnbc.com