BIST 9.856
DOLAR 35,08
EURO 36,66
ALTIN 2.953,63
HABER /  POLİTİKA  /  AK PARTİ

Gezi Parkı olayları tesadüf değil

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Star gazetesinden Fadime Özkan'a 'Gezi Parkı' olaylarını değerlendirdi.

Abone ol

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Star gazetesinden Fadime Özkan'a 'Gezi Parkı' olaylarını değerlendirdi. "Olayların seyri tesadüf değil, amaç özgüvenimizi sarsmak" diyen Davutoğlu, Gezi Parkı'nda 5 ayrı konu ve 5 aktör gördüğünü dile getirdi.

- Çevre ve şehircilik konusunda duyarlılık
- Gençlik olgusu
- Bir devlet adamı
- Siyasi ve ekonomik elit ve
- Uluslararası medya

Fadime Özkan'ın, "Taksim işgal altındaydı" açıklamasına "Hükümet gençlere bırakmıştı" diye yanıt veren Davutoğlu, "Bundan daha demokratik bir ülke olabilir mi?" dedi.

İşte röportajdan ilgili bölümler;

Bugün Gezi olaylarının 18. günü. Olayların ilk günlerde bende yarattığı duygu büyük bir üzüntü ve şaşkınlıktı. Size ne hissettirdi?

Aslında karışık yani birçok hissi aynı anda yaşamanın getirdiği kompleks bir duygu hali. Şimdi üzerinden biraz zaman geçti, daha soğukkanlı değerlendirebiliriz. Ben baktığımda burada beş ayrı konu, beş ayrı aktör var. Ben de 5 farklı kimlikle bunlara yaklaşabileceğimi düşünüyorum.


5 KİMLİK, 5 YAKLAŞIM

Birisi, çevre ve şehir konusundaki duyarlılık. Bu, en masum ve bir anlamda hepimizin sahiplenmesi gereken bir olgu. Böyle bir duyarlılık varsa bu memnuniyet vericidir ki bu duyarlılık var. Bir İstanbullu olarak, bir akademisyen olarak, geçmişte şehir tarihi, yüksek lisans-doktora derslerinde ‘şehir ve siyaset’ dersi okutmuş ve insanlık tarihinin aktığı birçok şehirde bulunmuş bir akademisyen olarak buna yaklaştığımda, heyecan duyuyorum.

İkinci halka sosyal bir enerji ile harekete geçen bir gençlik olgusu. Doksanlılar denen ve iletişim nesli olarak görülebilecek yeni bir nesil. Bu gençliğe ise bir hoca olarak yaklaşmak ve onların daha yakından ve içerden anlamak isterdim. Ancak yukardan bakan bir hoca mantığıyla değil ortak bir zihni serüvenin parçası olarak. Taksimdeki gençlerle bir seminer yapmak onları anlamak, ne olup ne bittiğini, dünyaya nasıl baktıklarını, iletişimle ilgili yaklaşımlarını görmek isterdim. O Taksim’de olanlar arasında geçmişte benim öğrencim olmuş değişik siyasi görüşlere sahip gençler de var.

Ancak bu sadece Taksim ve Gezi gençliği olarak sınırlandırılamayacak çok daha renkli bir nesil. Başbakanımızla Tunus’tan gece yarısı döndüğümüzde yine aynı nesilden bir gençlik grubu etrafımı sardı ve sohbet ettik. O zaman zihnimden şimşek hızı ile bir fikir geçti. Bu gençlerden ve Taksim’deki gençlerden bir buket oluşturup birlikte aylarca sürecek zihni bir serüvene çıkmak. Bugün yürüttüğüm görevler olmasa hemen böylesi bir serüven için kolları sıvardım.

ESKİ ÖĞRENCİLERİM ARKADAŞLARIM DA ORADAYDI

Aslında olaylara bakışın yönteminde ve kullandıkları yöntemlerde olduğunu düşünmüyorum bunun. Ayrışmalarına sebep olan şeyler, biraz da siyasi ortamla ilgili. Geçen hafta 4-5 saatimi ayırdım ve katılmak veya gözlemek için Taksim’e giden bazı eski öğrencilerimi dinledim. Hatta daha da ilginç bir şey, üç gün önce, olaylar olduğu gece, bana bir mesaj geldi, benim yetmişli yıllarda İstanbul Erkek Lisesi’nde birlikte okuduğum o zaman sol hareketin oradaki lideri durumunda bir arkadaştan. İdeolojik olarak karşı yerlerde durduğumuz bir arkadaş. Taksim’den aramış ulaşamamış. Ertesi gün aradım, dedim hayrola Barış beni aramışsın. ‘Taksim’den aramıştım bir dertleşmek istedim’ dedi. O dönemde ideolojik karşıtlık yaşadığımız ve 1 Mayıs 1977’de o meydanda o acı olayları ve provokasyonları yaşayan o dönemin samimi gençlik liderlerinden birisi, bir eski arkadaşım ve o dönem ideolojik karşıtım oradan arıyor. Zihnimden bir an o yıllarda bu ülke için ve insanlık için özgür ve adil bir düzen hayaliyle o veya bu çevreden toprağa düşen birçok genç fidan yaşıtım geçti ve irkildim. Gençliği karşıtlıklar içine hapsetmek büyük bir tuzak.

DOSTLUKLAR DA SANALLAŞIYOR DÜŞMANLIKLAR DA

Bu sürecin bir başka yönü de kullanılan teknoloji. Yetmişli yıllarda biz birbirimizi tanıyarak karşıt oluyorduk, yani bu karşıtlığın dahi insani yönü vardı. Bazen kavgaya dönüşüyordu ama ben Barış’ı tanıyordum, o beni tanıyordu, arkadaştık, farklı görüşlere sahiptik, tartışıyorduk, bazen gerilime varan şekilde. Ama şimdiki gençlik sanal ortamda, hiç tanımadığı bir başka gençlik grubuna düşmanlık da duyabiliyor, dostluk da hissedebiliyor. Hiç görmediği kişilerle bir twitter üzerinden aynı ortamda buluşuyor. Veya hiç tanımadığı başka bir kesime de aynı hissiyat ortamında buğz edebiliyor, belki bazen de aşırı ifadeler kullanabiliyor. Dostluklar de düşmanlılar da sanallaşıyor. Eskiden bir seri kitap okuyarak elde ettiğiniz ideolojik yakınlaşmayı şimdi twitter’daki bir sloganla geliştiriyor bir başka sloganla kaybediyorsunuz.

PROVOKATÖRLERİ ENGELLEMEZSEK GENÇLERE YAZIK EDERİZ

Üçüncü vasıf, bir devlet adamı; Türkiye’nin geleceğini ve huzurunu düşünmek durumunda olan bir devlet adamı olarak provokatörlerle ilgili yaklaşımım. Bütün bu şehir, çevre ve gençlik bilincinin ötesinde buradan bir şekilde kaos çıkarmak isteyen provokatörlerin varlığı söz konusu. Eğer bir provokatör kesim varsa bu kesimin bir hesabı vardır bu ülke üzerinde. Eğer biz o hesabı anlayamazsak veya o provokatörleri kullanan kesimlerin hesabını anlayamazsak, bu sefer o gençliğe de yazık ederiz, o çevre ve şehir bilincine de.

Çevrecilere bir aydın, gençlerle bir hoca veya entelektüel serüven yaşayan biri olarak yaklaşmak, ama provokatörlere de bir devlet geleneği ve ciddiyeti içinde muamele etmek zorundayız. Gençlere ve aydınlara bu zihni esneklikle yaklaştık diye provokatörlere de aynı şeyi yaptığınızda, aslında o gençleri heba edersiniz, o çevre, şehir bilincini, ülkeyi heba edersiniz. Ya da provokatörler var deyip samimi gençleri ve aydınları tümüyle onların içine koyarsak, bu sefer de son derece samimi ve aslında Türkiye’nin enerjisi olan bu gençlere yazık edebiliriz. Bu ilk iki grup bir enerjidir, güçlü bir enerjidir. Bizim o enerjiyi pozitif yönde değerlendirebilmemiz lazım.

Bir de dördüncü bir grup var; bütün bu yaşananlardan bir siyasi ve ekonomik sonuç çıkarmak isteyen bir ekonomik politik elit diyeyim…

FIRSATÇILARA ÇOK KIZGINIM

Evet fırsatçılar. Yani, normal şartlarda çevre hiç gündeminde olmadığı halde, oluşan bu dalga içinde kendi gündemini bu dalgaya dayatma veya bu dalgayı kendi gündemi için kullanmaya çalışanlar. Buraya da bir siyasetçi olarak yaklaşıp onlarla da oynadıkları oyunun aslında siyasete, demokrasiye ne kadar büyük bir tehlike yarattığını paylaşmak isterdim. Onun içinde CHP’liler de var. Bunun içinde hiç normalde böyle bir gündemin parçası daha önce olmamış olan bazı iş çevreleri de var.

Şimdi burada bir anda ekonomik politik elit diyeceğimiz kesimde bir parçalanma yaşandı. Normal şartlarda hiçbir zaman iktidara gelme imkanı kalmayan bazı kesimler, Türkiye’nin de ekonomik göstergeleri ve uluslararası itibar açısından tam da zirveyi yaşadığı ayda ülkemizi bir türbülansa sokmak ve bunu kullanmak istediler.

Mayıs ayında açık bir şekilde zirve dönemini yamaya başlamıştık. Kredi notlandırmalarında ciddi mesafeler alındı, Türkiye yatırım yapılabilir ülke kategorisine girdi, IMF borcumuz silindi. Büyük ihaleler yapıldı. Amerika’ya geleneksel protokolleri tümüyle aşan bir ziyaret gerçekleştirildi.

OLAYLARIN SEYRİ TESADÜFLE İZAH EDİLEMEZ

Şimdi toplumsal psikolojinin böyle bir profilden bir başka yöne seyretmesi tesadüfle izah edilemez. Yani, ne oldu? Türkiye’de ekonomik bir kriz mi yaşandı, Türkiye bir savaşa mı girdi veya bir büyük gerilimin parçası mı oldu veya ülke içinde karşılıklı çatışmalar mı başladı? Hayır, yok.

Dördüncü grupta Türkiye’de normal demokratik süreçlerle iktidara gücünü elde etme şanslarının kalmadığını düşünen bir kısım siyasi ve ekonomik elit yer aldı. Bu kesimlere de siyaset adamı kimliği ile hitab etmek gerektiğini düşünüyorum.

Ve nihayet 5. kategoriye ise uluslar arası medya, uluslar arası kesimler giriyor. Oraya da bir Dışişleri Bakanı olarak bakıyor, yaklaşıyorum.

Şimdi ortada böyle karmaşık görünen, iki haftayı aşkın bir süre yaşanan bir süreç var ve ben eğer tek bir kimlikle bunların hepsine hitap etmiş olsam eksik kalacağını düşünüyorum. Bu kimliklerin tümünden hareket ederek bu aktörlerin hepsine doğru konumlarla doğru cevaplar verilebilir.

Hayır. Ben hiçbir zaman bu kimlikleri çatışır görmedim, hatta bu kimlikleri ayrışır da görmedim. Ben bu kimliklere tam da aslında böyle bakmamız gerektiğini, hatta ek olarak bir baba olarak da bakmamız gerektiğini düşünüyorum.


- Ben de baba kimliğinizi eksik kaldığını düşünmüştüm.


Tabii tabii. İşte gençlere bir hoca ve baba diyelim o zaman. Mesela benim sadece eşimin, çocuklarımın ve damatlarımın katıldığı bir Whatsapp grubu da var.

SERMAYE ÇEVRELERİNE KIZGINIM

Dördüncü kesime ise, diyalog fakat zihin sarsıcı bir diyalog ile yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. Dünyadaki ve Türkiye’de bütün olaylar gösteriyor ki, bu etkileşim dünyasında artık farklı kesimlerin ya da partilerin tek tek kaderleri yok. Elimizde veriler var, Türkiye içindeki bazı çevrelerin uluslararası ekonomik ve politik çevreleri hükümete karşı harekete geçirmek için bir kaos görüntüsü yaymak üzere sanal ortamı nasıl kullanmaya çalıştıklarını gördüğümde hayret ettim. Eğer şu anda Türkiye’nin gidişatıyla ilgili bütün dünyada gıptayla takip edilen bir ekonomik kalkınma bir uluslararası itibar varsa bunu sarstığınızda siz de sarsılırsınız, bunu paylaşmak.

YAŞANANLAR HERKESİN GERÇEK NİYETİNİ AÇIĞA ÇIKARDI

Normalde olmaması gereken bir şey oldu bunlar geldi giderler diye düşünüyorlardı ya da bazı işleri yapamazlar diye düşünüyorlardı. Belki alt yapıyı, belki bazı hizmetleri ama zinhar mesela makroekonomik kurumları Merkez Bankası’ydı efendim uluslararası ekonomik ilişkilerdi vesaire. Mesela dış politikayı, güvenlik politikalarını biz yine esas güç denilen iktidarı biz kullanırız onlar da o sırada hizmet ederler diye düşünüyorlardı. Ama yeni bir siyasi elitin çıktığını ve bunun ülkeyi iyi bir yere taşıdığını görüyor ve bunu hazmedemiyor. Bir kompleks psikolojik olarak önce bir müddet bunları kullanalım. Sonra iyi gidiyor ben de istifade edeyim. Sonra bakıyor ki, iktidarı seçim yoluyla değiştirmek mümkün değil bu sefer bütün bu öfkeyi Tayyip Erdoğan’ın şahsında birleştirdiler, özdeşleştirdiler yani simgeleştirdiler. Yani her şey iyi Başbakan kötü, ama peki 3 ay önce, 5 ay önce, 1 sene önce aynı Başbakanın sağladığı ekonomik başarı dolayısıyla büyük menfaatler elde etmek suretiyle ona hepimizin şahit olduğu birçok yerde övgüler diziliyordu. Hatta oy vermediğim halde inşallah Tayyip Erdoğan sıhhatine kavuşur yoksa ekonomi ne olur diye beyanatlar veriliyordu. Şimdi ne oldu? Neden? Çünkü kendisi açıkça çıkmaya cesareti yoktu bu kesimin, açıkça meydan okuyamaya cesareti yoktu. Orada kitleler bir anda sokağa çıkınca o sır perdesi kalktı ben de meydana çıkayım noktasına geldi ve turnusol kağıdı gibi ülkeyle ilgili kimin ne düşündüğü ortayı çıktı. Bütün bunların olumlu yönlerinden biri herkesin gerçek niyetini ortayı çıkarttı.

ULUSLAR ARASI ALANDA ÖZGÜVENİMİZİ YIKMAK İSTEDİLER

Burada Uluslararası bazı çevreler ve medya yani bir ülkede mesela Amerika’nın içinde bazı çevreler, Avrupa’nın içinde bazı çevreler. Ülke bazlı olarak görmemek lazım. Bunların oynadığı üç hedef var. Bir, özgüvenimizi tahrip. Hep şu soru soruldu bize 10 senedir bu hedefler Türkiye için büyük değil mi, Türkiye bunu kaldırabilir mi? Türkiye küresel güç olabilir mi?

HÜKÜMET TAKSİM’İ 17 GÜN EYLEMCİLERE BARIKTI

Hükümet bıraktı. Evet, eğlendiler bir şey denmedi, şarkılar, türküler. Allah aşkına yani bundan daha fazla demokratik hak kullanımı olur mu? Ama bir tarafta da bütün bu çirkinlikler yaşandı. Bu gençlik nerede yetişti bence bu gençlik o özgüven ortamında yetişti artık çıkıyor sesini yükseltebiliyor ve aynı gençlerden bir grup Başbakana çıktı konuştu.

Nihayetinde Dışişleri Bakanı olarak benim görevim ülkenin itibarını korumak, itibarının zedelenmesine izin vermemek ve eğer Türkiye’ye dönük bir herhangi bir örgütlü bir tavır varsa bu tavra karşıda politika belirlemektir benim görevim. Yani şimdi buna baktığında başta yoktu böyle bir tavır. Fakat, uluslararası basın öylesine kullandı ki bunu bir müddet sonra ülkeler yönetimler üzerinde baskı uygulamaya başladı. İlk açıklamalar 1 Haziran- 2 Haziran’da geldi yoğunlaşması 2-3-4 Haziran. Yani 31 Mayıs’ta ve 1 Haziran’da öylesine bir yayın politikası takip etti ki uluslararası medya o zaman bu uluslararası medyada kimler etkindir onu sormaya başlıyorsunuz. Ve orada bu dilin aynı şekilde kullanımı nereye gidiyor, kimler tarafından koordine edilebilir ve ne tür şey yapılır bu artık geçerli bir soru olmaya başlıyor. Bu kadar şey tesadüf olamaz.

BATI MEDYASI SURİYE’DE 100 BİN KİŞİ ÖLÜRKEN NEREDEYDİ?

Türkiye öylesine bir ivme ile yükseliyor ki profili bunu kıskananlar oluyor, buna gıpta edenler oluyor, bir de bu yükselişin kendi manevra alanını daralttığını düşünenler oluyor. O zaman bütün bu farklı sebeplerle Türkiye’nin yükselişinden rahatsız olanlar ve bir fırsat olsa da tepki verelim diye hesap edenler bir anda aynı safta buluştular ve bu fırsatı değerlendirmeye çalıştılar. Burada masum bir talebin üzerine atlandı ve kartopu gibi bunu büyülttüler. Başta kendi büyüdü kendi doğasıyla. Burada belki ilk gün, ikinci gün polisimiz, emniyet güçlerimizin bazı yanlışları oldu, ama birileri de bunu öylesine bir lanse ettiler ki, o andan itibaren ben komplo teorilerine dayalı analiz yapmaktan hoşlanmam ama o andan itibaren de bazı gelişmelerin tesadüf olduğunu da düşünmek naifliktir. Çok net söyleyeyim Suriye’de 100 bin kişi öldü. Bu televizyonların 15 gün için Türkiye’ye ayırdıkları canlı yayın saatleri yüzlerce kişinin katledildiği Banyas ve Kuseyr için ayırdıkları canlı yayın saatleri kadar yok. Bu peki ne? Her bir can kıymetlidir Türkiye’de kaybettiğimiz o dört can bizim için 100 binlerin canı gibidir ayrı ama nihayetinde böyle bir boyutu var bu işin.

TÜRKİYE’Yİ YÜKSELTEN BU İKTİDARDAN RAHATSIZLAR

İçeride dördüncü grup unsurlarla, beşinci grup unsurlar arasında bir etkileşim oldu. Etkileşimin esası şu: Bu iktidardan rahatsızlar, rahatsızlığın sebebi yükselen Türkiye profili. Güçlü Türkiye ve bu güçlü Türkiye’nin başında halkı arkasına almış güçlü bir Başbakan. Elbette yorum eleştiri yapılabilir ama eğer üst bir dil kullanılır, üst dilden kasıt bu demokrasi denilen cennetler aleminin kurallarını, ahlakını bir tek biz biliriz, bir tek biz uygularız bir de bunu uygulama gücüne, erdemine sahip olmayan gruplar vardır, ülkeler vardır. Bir seçkin dünyanın seçkin ülkeleri biz bunları biliriz, uygularız diğerlerini ise biz takdir ederiz.

HANGİ ÜLKEDE EYLEMCİLER BAŞBAKANLA 4 SAAT KONUŞABİLİR?

Bu olabilir. Her düzen bir denetimdir aynı zamanda, bir anlamda ve kişisel alanı bir daraltıcı etki yapar. Mesele bunun özgürlüklerle bir denge içinde olması. Yani özgürlük-güvenlik dengesi diye bizim ilk dönemden beri söylediğimiz şey burada ortaya çıkıyor. Öyle bir düzen olmazsa, bu sefer de özgürlükler de kaosa yönelebilir şey anlamında. Bu rahatsızlığı ifade edebileceğiniz zeminler, kanallar var mı? Var. Yani ben Türkiye’deki şu politikadan rahatsızım dediğinizde bunu ifade edebilecek kanallarınız var mı? Var. Hatta bu olayda, yine ben dün bir Avrupalı bakana söyledim, kaç ülkede göstericiler doğrudan Başbakana çıkıp dertlerini anlatabildiler? Yani saatlerce konuştu, 4 saat bir gün konuştu, 4 saat bir gün konuştu, Başbakan Yardımcımız konuştu, Cumhurbaşkanı konuştu. Hangi ülkede, yani Yunanistan’da, Atina’da sokağa çıkanlar bir heyet oluşturup Başbakanlarına çıkıp 4 saat dert mi anlattılar veya böyle bir iletişim kurabildi mi? Frankfurt’ta gösterilerde veya orada, burada. Yani burada şikayetlerinizi ifade edebilme kanalınız varsa, toplumsal ortam buna uygunsa, bu kanalları kullanacaksınız. Şimdi Başbakan geldi diye bir üniversitede gösterilerle Başbakanı üniversiteye sokmamaya çalışırsanız, nerede iletişim olacak peki? Başbakan nerede üniversite gençliğiyle iletişim kuracak? Yani bir taraftan da bu provokatörlerin bu iletişim kanallarını yok etme özelliği...