BIST 9.691
DOLAR 35,22
EURO 36,72
ALTIN 2.963,83
HABER /  POLİTİKA  /  AK PARTİ

Gezi eylemiyle ilgili şok istihbarat

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç Gezi eylemleriyle ilgili yeni istihbaratı açıkladı.

Abone ol

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç 5 Ağustos Silivri'de gerçekleştirecekleri eylemlerle beraber yeni bir sürece gireceklerini bunun istihbaratını aldıklarını açıkladı.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Balyoz Planı davasının temyiz duruşmasıyla ilgili, "Yargıtay, bütün sanıkların, savunmalarını saatler boyu dinliyor, savunma hakkına çok dikkat ediyor. Umarım oradan tam adil bir kararı beklemek bizim hakkımız" dedi.

Arınç, TRT Haber'de canlı yayınlanan Neler Oluyor programında gündeme ilişkin soruları yanıtladı ve değerlendirmelerde bulundu.

"Gezi olayları Türkiye'yi bir türbülansa sokma girişimi miydi?" sorusu üzerine Arınç, olayların başlangıcını anlatarak, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın konuya duyarlı kesimlerle görüşüp, mahkeme kararı doğrultusunda hareket edileceği sözünü vermesine karşın protestoların farklı amaçlarla sürdürülmeye çalışıldığını, kolluk güçlerinin de buna müdahale ettiğini söyledi.

Gösterilerin hükümeti devirmek amacıyla yapılmış olabileceğini söyleyen Arınç, "Muhalefetin 'bu hükümet gitsin' demekten başka söyleyebileceği doğru bir şey yok. Siyaseten bu onların da hakkıdır. 'Bu hükümet kötü, yanlış işler yapıyor, gitsin. Ben ülkeme daha güzel hizmet edeceğim' diyebilirler ama bunun yeri Meclis'tir" diye konuştu.

Önümüzdeki günler için istihbaratımız var

"Özellikle sosyal medyada okullar açıldığında yeniden bir hareketlenme olacağına dair iddialar gündeme geliyor, size de ulaşıyordur. Tavrınız ne olacak?" sorusu üzerine Arınç, bu iddiaların kendilerine de ulaştığını söyledi.

"Önümüzdeki dönemden itibaren bu protestoların farklı amaçlarla ve farklı şekillerde gündeme gelebileceği yönünde istihbaratımız var" diyen Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü.

"En azından eylülden sonra üniversitelerin açılmasını bahane edebilirler, spor gösterilerini bahane edebilirler. Farklı günleri kendi amaçları bakımından çok önemli saydıkları için o günlerde yine geçmişte yaşadığımız olaylara benzer bir takım davranışlarda bulunabilirler. Bunlara kesinlikle müsaade edilmez. Hukukun dışına çıkıldığı zaman hukuk devleti bunlara mutlaka karşı koyar. Biz de elimizdeki imkanlarla bunları önlemeye çalışırız. Bunda da mutlaka başarılı oluruz. Önümüzdeki protesto eylemleriyle mahalli seçimlere giden süreç içinde Türkiye'yi daha çok karıştırmak herkesi bir korku ve endişe içerisine koymak, hükümeti bu yollarla daha kolay yıpratabileceklerini düşünmek birilerinin kafasında olabilir."

Arınç, "Seçimlerle ilişkili olabileceğini mi düşünüyorsunuz" sorusuna karşılık, gelecek seçimlerin Türkiye için çok önemli olduğunu söyledi.

"Unutmayın bu protestoları yapanlar siyasi amaçlarla mutlaka hareket ediyorlardır ama siyasi amaçlarla hareket etseler, demokratik sistemlerde bunun yöntemi bellidir" diyen Arınç, sokaktaki muhalefetin kanun dışında bir yol seçmesinin kabul edilemeyeceğini belirtti.

Silivri'de önemli bir karar verilecek

"Bu olaylarla bağlantılı olduğunu düşündüğüm hemen önümüzde bir hadise var" diyen Arınç, 5 Ağustos'ta Silivri'de önemli bir davada önemli bir karar verileceğini anımsattı. "Ergenekon'da sona doğru gelindi" denilmesi üzerine Arınç, "Bunun ismini siz koydunuz, bir tanesi bitmişti, şimdi Yargıtay'da temyiz aşamasında" diyerek Balyoz planı davasının temyiz duruşmasına da değindi.

Arınç, "Yargıtay, bütün sanıkların savunmalarını saatler boyu dinliyor, savunma hakkına çok dikkat ediyor. Umarım oradan tam adil bir kararı beklemek bizim hakkımız" dedi.

Şimdi Silivri'de yine önemli bir karar verileceğini belirten Arınç, şunları kaydetti:

"Bu kararın da sükunetle, hukuk yollarını tamamen tüketinceye kadar, hukuk açısından verilecek mücadeleyle geçirilmesi gerekirken, şimdi yine internet medyasından veya sosyal medyadan 'Silivri'yi işgal et' şeklinde bir yayılma başladı. Esasen CHP'li milletvekillerinin bundan 1-2 ay önce Silivri'de mahkemeyi bastıklarını biliyoruz. Mahkeme yapılamaz hale geldi, ertelendi, tutanaklar tutuldu. Şimdi onlara göre bazıları hakkında fezleke zannediyorum tanzim edildi veya edilecektir. Çünkü yargılamayı etkileyen, yapılamaz hale getiren, Türk Ceza Kanununda siz de olsanız, ben de olsam, suç işliyor kanaati oluşabilir.

Şimdi, 'Silivri'yi işgal et' eğer bu sosyal medyada yine Gezi olaylarında veya Taksim olaylarında olduğu gibi belli yerleri harekete geçirecek ve kanun dışılıklar Silivri'de mahkeme dışında veya mahkeme içinde Allah korusun tahribat verecek bir noktaya ulaşırsa bu amaçlarına ulaştıklarını gösterebilir. Dolayısıyla ben duyarlı yurttaşlarımızdan bu tür tehditlere, şantajlara, provokatif eylemlere kesinlikle inanmamalarını, yüz vermemelerini ve bu tür sosyal medyadan yapılan çağrılara karşı kendi hukuki haklarını kullanmalarını bekliyorum.

Yoksa Silivri'yi kimsenin işgal etmeye hakkı yok, yetkisi de yok, imkanı da yok. Göze hoş gelmeyen bir takım olaylar yaşanabilir ama Silivri'deki mahkeme mutlaka görevini yapacak şekilde korunur. Bu hükümet olarak da kolluk güçleri olarak da bizim üzerimize düşen bir görev. Çok uzun vadeli değil ama önümüzdeki 5 Ağustos'u düşünerek yapılan bir provokatif eylem davetini ben şimdiden halkımızın duyarlılığına havale ediyorum. Eylül olur, ekim olur, kasım olur Türkiye'de günler bitmez her olayı ajite edebilecek güçler var Türkiye'de. Bunun Gezi olaylarıyla nasıl yaygınlaştığını hatta yurt dışından nasıl yönlendirilebildiğini çok iyi biliyoruz. Bununla ilgili bir takım teknik bilgiler bazı iddianamelerde yer alıyor."

Önceden hazırlıklar yapıldı

Gezi Parkı odaklı eylemlerde yurtdışı bağlantısını hangi noktada gördüğünün sorulması üzerine Arınç, dış güçlerin sürece müdahalesinin "komplo teorisi" olmadığını belirterek, olaylar başladığında Başbakan Vekili olarak aldığı, yurt içi ve dışında bir takım olayların kökenine inme noktasında tespit ettikleri bilgilerden, önceden bazı hazırlıklar yapıldığını çok açıkça bildiklerini söyledi.

Olaylarda aralarında polis, gençler ve vatandaşların bulunduğu 5 kişinin hayatını kaybettiğini söyleyen Arınç, sözlerine şöyle devam etti:

"Allah hepsine rahmet etsin. Ama olayların bu şekilde büyümesi karşısında nerede duracağını, kimin hayatına mal olacağını, kimin yaralanacağını önceden tespit etmek mümkün değil. Maksat ateşi büyümeden söndürebilmek. Ateş büyüdükçe kaç hektarlık bir arazi yok olacak bunu bilemezsiniz. Bazen de rüzgar gittikçe büyütebilir, tahribat daha da artabilir. Burada önceden planlanmış bir kurgunun varlığı kendisini gösterdi.

Gezi Parkı'nda başlamış olabilir ama böyle bir amaçla başlayan olayı nasıl mecrasından kopartarak, nasıl yaygınlaştırabilir ve tahribata dönüştürebiliriz, hükümeti sarsabiliriz, yıpratabiliriz... Bence bunun çok iyi bir senaryosu yapılmış. Başka bir yer olur veya başka bir şehirden başlayabilir, bunlara karşı uyanık da olmamız lazım. Hükümetimiz, güvenlik güçlerimiz bu konuda üzerine düşeni de yapıyorlar. Ama küçük bir noktadan başlayan olayın bu kadar genişleyip büyüyebilmesi, sosyal medyanın kullanılmasından kendi medyamızın bu işlere teşne olmasına kadar, medya organlarının hedef alınmasına kadar, bir takım yerlerin çok önceden belli şekillerde hedefler içerisine konulmasına kadar adeta bir senaryonun uygulanmasında bir dış mihrakın varlığı söz konusu."

Başbakan ile üslup farkı

Gezi olayları sürecinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile kendisi arasındaki üslup farklılıkları olduğuna dair çıkışlara cevap veren Arınç, "Türkiye çok büyük bir badireden akıllı bir şekilde kurtuldu. Başbakan ile farklı üsluplarımız olabilir ama bu ayrıştığımız anlamına gelmez." dedi. 

Yaşananlar dışarıdan da buna bir destek olabileceğini ortaya koydu

Bunlara dayanarak neticeye gitmenin mümkün olmadığını ifade eden Arınç, "Bunların bir kısmı kesin bilgilerdir, bir kısmı kanaattir. Hepsinin yazıya dökülmesi de mümkün olmayabilir. Ama işin nereden başlayıp nereye sirayet ettiğini biz kesin bir bilgi olarak kendimizde tutarız. Bundan sonra bunun tekrar uygulamasına fırsat vermeyecek tedbirleri alırız. Bunun için bir dava açılmasına, bir iddianame tanzim edilmesine de gerek yok, bizim kalbimiz buna mutmaindir. Bu iş, Türkiye'dekilerin becerebileceği, başarabileceği bir iş değildi. Bir yerden, başka ülkelerde de bu mutlaka uygulanıyor, belki şimdi Mısır'da belki bir başka yerde, mutlaka bir yerlerden düğmeye basılarak senaryonun uygulanmasında bazı güçlerin kullanılabildiğini, geçmişte duyardık, bilirdik, bazı olaylara bunu uygulama imkanı olurdu ama Gezi olaylarıyla ilgili olarak da yaşadıklarımız, bizim içeri olduğu kadar dışarıdan da buna bir destek olabileceğini ortaya koydu" değerlendirmesinde bulundu.

"Bizi pişman etmesinler"

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "Şiddet içermeyen propagandayı suç olmaktan çıkardık. Bizi pişman etmesinler. Bu, içerideki milletvekiline de dışarıdaki siyasetçiye de yaradı. Ama siz böyle her gün kavga, her gün hakaret, her gün dövmek, her gün insanları kötüye sevk etmek yolunu tercih ederseniz, bu Türkiye için iyi olmaz ve buna mutlaka bir cevap verilir" dedi.

"Çözüm sürecinde gelinen noktada, çözüm istemeyen farklı mekanizmalar mı devrede yoksa hükümete bir mesaj mı verilmeye çalışılıyor" sorusu üzerine Arınç, Milli Birlik ve Beraberlik Projesi ile başlayan süreçte hükümetin çok önemli düzenlemeler yaptığını belirtti.

Terör bitmedikçe ve silahlar susmadıkça "Terörle mücadelede başarılıyız" demenin mümkün olmadığını ifade eden Arınç, hükümetin 10 senedir nasıl bir çözüm olabileceğini düşündüğünü söyledi. "Bir çözüm süreci olmalı ki örgüt silahıyla birlikte gitmeli, sonra silahlarını tamamen bırakmalı, siyasetin, fikirlerin konuşulabildiği bir ülke haline gelmeliyiz. Bu bir hayaldi. Bu hayali gerçekleştirmek için bir adım atıldı" diyen Arınç, terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'ın "silahlar sussun, dışarıya çıkılacak" talimatının ardından 8 Mayıs'ta sınır dışına çıkışların başladığını anımsattı. Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

"8 Mayıs'tan bugüne kadar 75 gün geçti, çıkışlar başladı. Şimdi yüzde 15 mi yüzde 20 mi? Elbette bu seviyelerde olabilir, biraz daha artmış olabilir. Bunun bir izahı da vardır. 'Uzaktakiler gelip çıkıyorlar, yakındakiler daha kolay çıkacak' denebilir. 'Bir güvenlik, emniyet, itimat sorunu vardır, daha yavaş çekiliyorlardır' denebilir. Örgüt kendine göre bir strateji belirlemiştir. Ama bir çekilme var, yani bunu biz de biliyoruz. Sadece fotoğrafların yayınlanması yeterli değil. Herkes 'Kimbilir o fotoğraflar nerede çekildi' diyebilir. Ama biz uyumuyoruz, armut da toplamıyoruz, bir çekilme var. Yüzde yüze ulaşmadı. Yüzde yüz için verilen tarihler belki eylül-ekim aylarıdır. O tarihe doğru bir çıkış söz konusu. Bunlar biliniyor, görülüyor ve tespit ediliyor. Bunu herkesin bilmesi, görmesi, tespit etmesi de mümkün değil, doğru da değil. Gelirken göremediklerine, bilemediklerine göre çıkarken de görememiş, bilememiş olabilirler. Biz biliyoruz, ilgili birimlerin de bilmesi yeterli. Burada bir sıkıntı yok. Tek sıkıntı şu; zamana yayılmaması, çıkışların çok kısa sürede tamamlanması. Buna da şu açıdan ihtiyacımız var, geçmişte de buna benzer bazı çıkışlar, hamleler, ataklar yapılmış. Mesela 93'te, daha sonraki tarihlerde... Ama netice vermemiş, bir şekilde engellenmiş, çözüm süreci sabote edilmiş."

"Ana mekanizmanın Öcalan'ın gösterdiği istikamette hareket etmesi önemli"

Sürecin bütün endişelere, dışarıda ve içeride gidişatı bozmak isteyenlere rağmen olumlu seyrettiğini belirten Arınç, şöyle devam etti:

"Çözüm sürecinde hedefe doğru, ağır aksak da olsa, yavaş da olsa, bazılarına göre 'olmayacak' diye endişe bile edilse süreç ilerliyor. Bu arada, şüphesiz, mesela Kandil'in bu işe ikna edilmesi, Öcalan'ın talimatından sonra üst kademe için kolay olmuştur ama kendi ifadeleriyle orta kademe için kolay olmamıştır. Elinde silah bulunan güçler, 'Böyle bir şey olabilir mi, biz dağa neden çıktık, amaçlarımıza ulaşmadan silahlar bırakılır mı?' diye zaman zaman isyan etmişler. Bunları bazı ajansların haberlerinden ve kendi beyanlarından öğreniyoruz ama sonunda ikna edildiler. Şimdi oralarda ve içeride kontrol edemedikleri bazı güçlerin, bazı eylemler yapmak suretiyle örgütü de hükümeti de zor durumda bırakmak için kanun dışı eylemler yaptığını biliyoruz.

Süreci sabote etmek için, 'Bir burdayız, gitmiyoruz, bu işi de bozacağız' amacıyla, hükümete karşı sopa göstermeye kalkan, halkı korkuyla, endişeyle, tedirginlikle baş başa bırakmaya çalışan bir takım küçük grupçuklar var. Bunların uluslararası bağlantıları olabilir, olamaz... Ama biz Türkiye'de yaşananların geçmişte de hemen hemen yaşandığını biliyoruz. Önemli olan ana mekanizmanın, güç odağının çözüm sürecinde, Öcalan'ın gösterdiği istikamette hareket etmesi. Yoksa oranın kararı değişir buranın kararı da değişirse süreçte biz ileriye gidemeyiz, herşey tersine döner veya hükümet olaylar karşısında bir tavır değişikliğine gidecekse o da çözüm sürecinin sonu olabilir.

Şunu kastediyorum, Sayın Başbakanımız da hükümetimiz de çözüm sürecinin sonuna kadar takipçisiyiz. Bu baldıran zehiri içmekse, içmek, bu iktidardan gitmekse de gitmek. Türkiye'nin son ve büyük şansı olarak bunu görüyoruz, bu konudaki bütün provokasyonlara, engellemelere karşı biz sabırlı olacağız ama karşı taraf eğer tamamen kötü niyetle hareket eder, tekrar eski günlerine dönmek ister, silahlar patlamaya başlarsa bizim zaten güvenlik güçlerimiz görev başında. Askerimiz, polisimiz görev başında. Terörle mücadele bitmedi. Karşıdan bir eylem olmadıkça, şüphesiz bizim güvenlik güçlerimiz de durduğu yerde herhangi bir müdahalede bulunmuyor."

"(Sizin yaptığınız tahribatı bu örgüt bile yapamıyor) demeleri lazım"

Sürece ilişkin provokatif girişimler olduğunu belirten Arınç, "Bugün fidye ve kaçırmalar var, iş makinelerini yakmalar, tehditler var, yerine göre yol kesmeler var, yerine göre de BDP'nin red ve inkar ettiği, üzerlerine garip kıyafetler giymiş, kukuletalar takmış, ellerinde bazen meşalelerle yürüyüş yapan, bir sürü isimlerle kendilerini temsil edenler var. Bunlar bir protesto veya varlık gösterisi olabilir. Buna ilişkin bütün gösterilere de polis müdahale ediyor. Bunların hiçbirisinin temeli yoktur. Hiçbirisinin gücü de yoktur ama bir takım provokatif girişimler var" diye konuştu.

Örgüt yöneticilerinin "verilen sözler tutulmazsa 15 Ekim'den sonra daha aktif bir tavır içerisine gireceklerine" dair ifadeleri olduğunun belirtilmesi üzerine de Arınç, şunları söyledi:

"Her gün konuşuyorlar, aslında çok az konuşmaları lazım onların ve sinir uçlarımıza dokunmamaları lazım. Sinir uçlarımıza dokunarak, bizim üzerimizden güç gösterisi yapmaları bizim sabrımızı zorlamaktır. Ne konuşacaklarını bilmeleri lazım. Çözüm sürecinde niyetleri iyiyse bu süreci sabote etmemeleri lazım. Bu sadece Karayılan, Ok, Kalkan, şu, bu, bunlar değil. İçeridekiler de.

Sayın Demirtaş da başta olmak üzere, özellikle partisinden dili çok fazla uzun, çok sivri, sinir uçlarına çok dokunan bazı milletvekillerinin çok dikkatli olmaları lazım. Susmaları lazım. Bunlardan birisi Özdal Üçerdir mesela. Van Milletvekili. Her yaptığı davranış kötü bir davranış, her sözü çirkin bir söz. Polise karşı da vatandaşa da karşı da valiye karış da çok çirkin saldırılar... Yeri geliyor doktor tokatlıyor, yeri geliyor polise tokat atmaya kalkıyor. Bu çirkinlikler BDP'ye de çözüm sürecine de onlardan oy almış halkımıza da yakışan davranışlar değil. Rahatlıkla Özdal Üçer'in ismini verdim ama onun benzeri en az 10 kişiye de gerçek, güçlü bir genel başkansa, Sayın Demirtaş'ın da Sayın Kışanak'ın da 'Siz susun, siz konuşmayın, siz ortalıkta görünmeyin en azından. Sizin yaptığınız tahribatı bu örgüt bile yapamıyor' demesi lazım."

Gece yarısı yapılan yürüyüşlerin insanları tahrik edebileceğini, "bu nasıl çözüm süreci, bunlar ne yapmak istiyorlar" denmesine yol açacağını kaydeden Arınç, "Şiddet içermeyen propagandayı suç olmaktan çıkardık. Bizi pişman etmesinler. Propagandadan içeride dünya kadar adam vardı. 'Burada standardı yükseltelim' dedik. AİHM içtihatlarına göre de şiddete, silaha, teröre yöneltmeyen propagandayı da suç olmaktan çıkardık. Bence çok doğru bir şey yaptık. Bu, içerideki milletvekiline de dışarıdaki siyasetçiye de yaradı. Ama siz böyle her gün kavga, her gün hakaret, her gün dövmek, her gün insanları kötüye sevk etmek yolunu tercih ederseniz, bu Türkiye için iyi olmaz ve buna mutlaka bir cevap verilir" ifadesini kullandı.

"Esad ile işbirliği yapmayın, muhaliflerin içerisinde yer alın"

Suriye'nin kuzeyinde bir hareketlenme olduğu belirtilerek, PYD'nin varlığı ve bayrak asması ardından kaldırmasıyla ilgili süreci nasıl yorumladığının sorulması üzerine de Arınç, bunun beklenmeyen, çok aniden gelişmiş bir olay olmadığını belirtti.

Arınç, Suriye'de bir bölünme ve parçalanma görüntüsü olduğunu belirterek, "Biz bunu kesinlikle arzu etmeyiz. Toprak bütünlüğü mutlaka önemlidir, halkın yapısının demokraside temsili çok önemlidir" diye konuştu.

Kuzeyde Kürtlerin bulunduğunu dile getiren Arınç, aynı yerlerde farklı unsurların da bulunduğunu, bunlardan birinin hakimiyet kurmaya çalışmasının Suriye için iyi bir şey olmayacağını söyledi.

"Esad gider, demokratik bir rejim kurulur, parlamentosu olur, seçimleri olur, ondan sonra da herkes kendisini temsil edecek, eşit temsil edecek statüye kavuşur" diyen Arınç, Suriye'deki rejimin buradaki yapıdan istifade etmeye çalıştığını, muhaliflerle çatıştırdığını ve Türkiye'ye karşı koz olarak kullanmak istediğini ifade etti. Arınç, "Bizim oradaki yapıdan tek istediğimiz şudur, Esad ile işbirliği yapmayın, muhaliflerin içerisinde yer alın ve oldu bittilerle hakimiyet kurmaya kalkmayın. Sizin varlığınız, sizin eşit yurttaşlığınız mutlaka Esad sonrası Suriye'de bir anayasayla, bir seçim sistemiyle temin edilecektir. Siz muhaliflerle olursanız Esad rejimini paylaşmamış ve onun günahlarına işritak etmemiş olursunuz" dedi.

Arınç, PYD lideri Salih Müslim'e bunların mı söylendiğine ilişkin soru üzerine ise Salih Müslim ile ilişkilerin geçmişte de bulunduğunu söyledi. PYD'nin muhaliflere karşı kendi hakimiyetlerini bir flama ya da bayrak benzeri bir şeyle göstermiş olabileceklerini, şimdi bunun yerine başka bir flama veya bayrak benzeri bir şey geldiğini belirten Arınç, şöyle konuştu:

"Biz onlarla çok meşgul değiliz. Önce güvenliğimizi düşünüyoruz. Türkiye'nin huzuru, barışı önemlidir. Türkiye'ye yeni bir güvenlik riski oluşturmayacak gelişmeler lazım. Bunlara o gözle baktığımız zaman müdahale edeceğimiz anlar olabilir. Bu silahlı müdahale anlamında değil. Diplomasi yoluyla, güç kullanmak suretiyle, diyalog suretiyle Türkiye'ye vuku bulacak güvenlik riskini minimize etmeye çalışırız. İkincisi Suriye'nin geleceği bizim için önemli. Suriye'de halkın hayat bulması bizim için çok önemli. Oldu bittilerle, defokta durumlarla ortaya çıkan hiçbir kuruluş ne uzun ömürlü olmuştur ne huzurlu ve başarılı olmuştur."

En başından beri yapılanların yanlış olduğunun söylendiğini, halkın yanında yer alındığını ve Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'e karşı dünyanın ayağa kaldırılmaya çalışıldığını kaydeden Arınç, "Gözünü kapatanlar, her gün binlerce insanın ölümü karşısında, ki ayda 5 bin kişinin öldüğü söyleniyor, bu zulme dolaylı olsa bile göz yumarak destek olanlar kendi geleceklerini düşünsünler" ifadesini kullandı.

"Meseleye her açıdan bakıyoruz"

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "Şimdi biz Bahçeli'nin sözüne kalksak, Suriye'ye askeri bir müdahaleyle girsek, bunun bize getireceği riskleri o hesaplamıyor olabilir ama biz hesaplıyoruz. Gücümüz var mı? 50 misli var. İstediğimizi yapar mıyız? 100 defa yaparız. Ama sonrasında Türkiye bundan zarar görür mü? Her açıdan meseleye bakıyoruz" dedi.

Türkiye, Irak, İran ve Suriye'nin içinden belli yerlerin dahil edildiği 4 parçalı bir yapılanmadan bahsedildiği belirtilerek, Türkiye'nin böyle bir durumdaki tavrının sorulması üzerine Arınç, büyük Kürdistan veya dörtlü bir Kürdistan düşü, hayali, inancının birilerinde olduğunu söyledi. Arınç, "Bu başka ülkeler için başka hayallerdir, başka düşünceler ve ideallerdir" dedi.

Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde bir hakimiyet kurma, bir otonom bölge kurma arzularının bulunabileceğini ve coğrafi ismine Kürdistan diyilebileceğini anlatan Arınç, şunları söyledi:

"Bizim içimizde Kürdistan sözünü telaffuz edenler bir zamanlar bunun suç olarak kabul edildiğini biliyorlar. Ama en son bir yargı kararı çıktı, yani çocuğuna Kürdistan ismini veren bir anne baba, nüfustan isim silinince mahkemeye müracaat etti, Yargıtay da 'isim seçme özgürlüğü vardır, bu isim verilebilir' dedi. Yargının geldiği nokta, Türkiye'nin geldiği nokta. Şimdi kime sorarsanız sorun siyasetçilerin her birisi derki 'Kürdistan coğrafi bir bölgeyi tanımlamak için kullanılıyor. Birinci cumhuriyet döneminde, Osmanlı döneminde, Birinci Meclis'te mebusları bile olan bir coğrafi bölgeden bahsediyoruz. Endişelenmeyin, üzülmeyin' derler. Doğrusu biz çok endişelenmiyoruz, hoşumuza gitmese de mademki bu amaçla kullanılıyor diyerek üzerinde çok fazla durmuyoruz. Yurt dışındakileri de böyle düşünmek lazım. Kürtlerin yaşadığı bölgelerde böyle bir yönetim kurma arzusu, ismine Kürdistanı da ilave edecekse siyasi bir amaçtır. Hoşlanırız, hoşlanmayız. Şu anda doğrusu çok hoşlandığımızı söyleyemeyiz. Ama bu olaylara müdahale edeceğimiz noktalar vardır, edemeyeceğimiz noktalar vardır. Şimdi biz Bahçeli'nin sözüne kalksak, Suriye'ye askeri bir müdahaleyle girsek, bunun bize getireceği riskleri o hesaplamıyor olabilir ama biz hesaplıyoruz. Gücümüz var mı? 50 misli var. İstediğimizi yapar mıyız? 100 defa yaparız. Ama sonrasında Türkiye bundan zarar görür mü? Her açıdan meseleye bakıyoruz. Her açıdan meseleye bakmak er kişinin karıdır, her kişinin karı değildir."

"Ben siyaseten müdahale etmemekten bahsetmiyorum" diyen Arınç, şöyle devam etti:

"Biz Amerikayla görüşürüz müdahale etmeye çalışırız. Bir başka ülkeyle görüşürüz müdahale etmeye çalışırız. İçeride o siyaseti şekillendirecek argümanlar buluruz onlarla işe çıkarız. Biz Irak'ta çok şeyler yaptık, Suriye'de çok şeyler yaptık. Bunların hepsinin bilinmesi mümkün değil, doğru da değil. Ama silahli bir askeri müdahale planımız da yok. Ancak Türkiye'nin meşru müdafaa hakkı olduğu durumda veya Türkiye yurt dışı bir tehdit altında kaldığında, Allah korusun vereceğimiz cevap o kadar şiddetli olur ki ortada bir şey kalmaz. Ama Türkiye ne kadar zarar görebilir onun hesabını yapmak bizim için ve hükümet için önemlidir. Yoksa siyasi müdahaleler, dış müdahaleler siyasi bir müdahaleden farklıdır."

Arınç, 4 parçalı yapının içinde Türkiye'nin de bir bölümünü öngören bir anlayış bulunduğu ifade edilerek, Türkiye'nin buna karşı tavrının nasıl olacağının sorulması üzerine, "Türkiye'de hiç kimse böyle bir bölünme ve parçalanma düşüncesinde değil. Bu işi en uç noktada götüren insanlar bile 'biz birlikte yaşıyoruz, birlikte yaşayacağız. Devlet olma talebimiz yoktur, yeter ki bize eşit vatandaşlık statüsü verilsin' diyorlar. Verdik, daha fazlasının verilmesini istiyorlar. O konuda zamanı ve yeri geldiğinde bütün demokratik adımlar atılacak onu da çok iyi biliyorlar" dedi.

Türkiye'nin doğusunda batısında yaşayan ne kadar Kürt kökenli vatandaş varsa bir yıldır et ve tırnak gibi olunduğunu vurgulayan Arınç, Kürtlerin özerklik talebi bulunmadığını bildirdi. Arınç, şu ifadeleri kullandı:

"Demokratik özerklik talepleri farklı şeylerdir. Onlar, belki yerel yönetimler bazında konuşulabilecek veya demokratik özerklik, özgürlük dendiği zaman başka şeyler anlaşılabilir. Ama 'başka bir bölge olalım, flian yerdeki örneğe göre Türkiye'nin bu bölgesinde bir otonomi veya bir şey arzu edelim' Bu bugüne kadar hiçbir şekilde ifade edilmedi. Özellikle bu günlerde tam tersi 'Biz bu ülkenin insanıyız, bu ülkenin yurttaşıyız. Burada kalıyoruz. Hiçbir ayrılık, hiçbir özerklik, hiçbir otonomi talebimiz yoktur' sözlerini bu konuda en şiddetli olanlardan bile duyuyoruz. Yani üniter yapımızı bozacak hiçbir davranışa sıcak bakamayız. Ama zaten böyle bir talep yok, o da güvencemiz bizim. Yani Türkiye'nin şartları böyle bir ayrığılı kesinlikle gerektirmiyor."

Mezhep ayrılıkları

"Türkiye'de bir mezhepler arası mücadele, karşıtlık üretme çabası olduğunu öngörüyor musunuz, endişe ediyor musunuz?" sorusuna Arınç, "Bu endişe her zaman vardır. Alevi Sünni farklılıklarını çatışmaya döndürmek... Özellikle Alevi yurttaşlarımızı birtakım olaylarda kullanmak arzusu, kötü odakların, kötü insanların bir senaryosudur" yanıtını verdi.

Arınç, Taksim'den sonra büyüyen olaylarda Alevilerin bazen yer aldıklarını ancak hep duyarlı olduklarını ifade eden Arınç, "Alevi yurttaşlarımızın bu konulardaki duyarlılığı bizim en büyük güvencemizdir. Ama bunu kaşımak ve bazı radikal unsurları alana sürmek, çatışma sebepleri ortaya çıkarmak isteyenler olabilir. Bu konuda duyarlıyız, Alevi yurttaşlarımız da çok duyarlı" dedi.

Türkiye'de bir çatışma olmasını, farklılıkların kavgaya dönüşmesini Alevilerin de arzu etmediğini belirten Arınç, "Ben eylül, ekimden sonra olacak birtakım olaylarda belki onlara rol biçenlerin olabileceğini düşünüyorum. Özellikle bazı milletvekilleri ve siyasetçiler onu çok arzu ediyor. Onların da genel başkanları bilir onların kim olduğunu. Onları piyasadan çeksinler. Onların çok çirkin söylemleri var. Sinir uçlarına dokunuyorlar ve onlar o kesimlerin de tuttuğu insanlar değil ama bir şekilde temsilci konumuna gelmiş kişiler. Türkiye'de biz hamdolsun kardeşçe yaşıyoruz. Evet, talepleri vardır. Bunları mutlaka dikkate alıyoruz" diye konuştu

Arınç, haklı, makul, doğru, yerinde tüm taleplere zaten gönüllerinde yer verdiklerini belirterek, şunları söyledi:

"Bu kesimler kendi gerçek temsilcileriyle ve kendi sesleriyle topluma ulaşması lazım. Çünkü içlerinde bazen ne istediğini bilmeyen çok aşırı unsurlar var. Bizim bile bildiğimiz bin yıllık, şu kadar yüz yıllık bir geleneğin tamamen dışında, Aleviliği veya bir başka şeyi tanımlayan, kendi kafasına göre ona bir tarif bulmaya kalkan, onları aşırı unsurlar halinde bugüne kadar geleneksel yaşadığımız, bildiğimiz tanımın dışarısına çıkarmaya gayret edenler var. Bazı federasyon başkanları, bazı dernek başkanları, arkasında üç kişi bile yok. Ama ortaya çıktığı zaman bağırıp çağırabiliyor ve onların bağırıp çağırdıklarını bazı medya organları da sanki büyük kitlelerin talebiymiş gibi ortaya koyabiliyor."

Türkiye'de hiçbir etnik unsurun, dini veya mezhebi unsurun birbirine düşmanlık yapacak noktada olmadığını vurgulayan Arınç, "Birileri çıktı, silah verdi ellerine ve çatışmalar çıktı. Huzurumuz kaçtı" dedi.

Arınç, "Herkesin kendisini rahatlıkla temsil ve ifade edebildiği bir Türkiye" konusunda çok mesafe alındığını ifade ederek, bugün herkesin yazabildiğini, konuşabildiğini, istediğini yapabildiğini dile getirdi. Arınç, "Ama yapamadığı bir şey varsa ona anayasa ve hukuki mevzuatımız içerisinde yer vermek durumundayız. Bir kişinin talebini bile dikkate alacak hükümetiz. Kaldıki binler, on binler, yüz binler karşımıza geliyorsa bunlara bigane kalamayız" diye konuştu.

Mısır'daki durum

Mısır'da ordunun yönetime el koymasının ardından Tunus ve Libya'da da hareketlilik yaşandığı ve demokratik sürecin tersine çevrilmesine çalışıldığı bir sürece benzediği belirtilerek, bu duruma nasıl baktığı sorulan Arınç, Mısır'da yaşanan olayı ilk protesto eden ve dünyaya ilan edenin Türkiye olduğunu söyledi.

Arınç, ne Amerika, ne Avrupa ne de diğer ülkelerin buna darbe diyemediğini belirterek, seçilmiş hükümetlere, cumhurbaşkanlarına karşı, onun yetkilerini elinden alan, hapseden, meclisi fesheden, bu yetkileri meşru görülemeyecek biçimde bir başkasının eline veren mekanizmayı darbe olarak nitelendirdiklerini dile getirdi.

"Siyasi tutuklamalar, gözaltına almalar olmasın, halka şiddet kullanılmasın, partilerin önde gelenlerini tutuklamayın, saçma suçlamalarla mahkum etmeyin ve kısa sürede seçimlere gidecek mekanizmayı kurun" dediklerini anlatan Arınç, "Türkiye bu ilkesel tutumunda dünyada tek başına kaldı. Ne körfez ülkeleri buna ses verdi. Ne en yakınındaki Ürdün, ne İsrail ne bir başkası. İlk tebrik eden Esad, ikincisi Suudi Arabistan Kralı, üçüncüsü Birleşik Arap Emirlikleri, dördüncüsü bir başkası" diye konuştu.

Mısır'ın ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'ye destek verenlerin Adeviye Meydan'ında, diğerlerininse Tahrir Meydanı'nda toplandığını ifade eden Arınç, darbecilerin bu toplantılardan korktuğunu ve halka gözdağı vermek amacıyla 27 Temmuz sabahı halka ateş açıldığını söyledi.

Arınç, her darbenin bunu yapacağını Türkiye'de de 27 Mayıs sonrası ve 12 Eylül öncesi yaşananlarda hayatını kaybedenler bulunduğunu ifade etti.

Mısır'da darbe rejiminin düşüşünün hızlanacağını bildiren Arınç, mağduriyeti gören herkesin rejime karşı direnmeye başlayacağını kaydetti.

Arınç, sürecin demokrasiye dönmesi gerektiğini belirterek, Türkiye'nin, Mısır'da rejimin demokratikleşmesi adına halkın tercihlerine saygı duyduğunu dile getirdi.

"Demokratik tecrübe az"

Hem Kuzey Afrika'da, hem Mısır'da, hem bazı ülkelerde demokratik tecrübenin, geçmişin çok güçlü olmadığını gösterdiğini ifade eden Arınç, Türkiye'nin demokraside çok daha ileri bir noktada bulunduğunu vurguladı.

Arınç, şöyle konuştu:

"Mursi'nin bir sürü hataları vardı diye sayıp dökenler, utanın yahu. Yani Mursi'nin bu kadar hataları vardı da karşılığı darbe yapmak mıydı? Yani bu halk, bu hatalardan sonra seçime gider, Mursi'yi de partisini de alaşağı ederdi. Demokrasi de eski gelenek gibi 'bunlar yönetemiyorlar, bizden başkası bu ülkeyi yönetemez' deyip darbe yapmak mı lazım. Ama herkes bunu yuttu. Helvadan putlar gibi. Acıkınca herkes putlarını yedi. Demokrasi rafa kalktı. Darbe güzel oldu, cici oldu. Şimdi bunlarla meşguller ama şu kadar insanın hayatı elden gitti. Kana bulandı meydan."

Amerika'dan "olaylardan kaygı duyuyoruz" açıklaması geldiğini anlatan Arınç, "Bunlar sözde kalan şeyler. Türkiye'nin yaptığı gibi diplomatik yollarla Mısır'da tutuklamaları, halka karşı şiddet kullanmayı, silah kullanmayı derhal bırakacak. Mursi'yi derhal serbest bırakacak. Bütün tarafların seçime tam iştirakini temin edecek, bir anayasal yapılanma ve 6 ay sonra da en fazla seçimlere gidecek bir mekanizmayı kurmaları lazım. Buna Amerika'nın gücü yeter. Bölge ülkelerinin teşviki olursa bu da olur. Yoksa darbeyle iş başına gelenler, ne bildiğiniz varsa yapın derlerse demokrasi herhalde çok geç gelir Mısır'a" diye konuştu.

Yaşananların Türkiye'nin çıkış trendiyle ilgili olup olmadığının sorulması üzerine Arınç, bütün bunları analiz etmek gerektiğini belirterek, dış politika uzmanı olmadığını söyledi.

Arınç, Libya, Tunus, Cezayir, Fas gibi ülkelerde demokrasi gibi yerlerde siyasi tecrübe noksanlığı bulunduğunu, demokrasideki geçmişlerin kısa süreli ve batılı anlamda mantalite farklılığı olduğunu ifade ederek, "Karmaşalardan sonra sular durulacak belki. Çünkü istikrar bir ülkenin olmazsa olmazı ama o ülkeler üzerinde bazı batılı ülkelerin hesaplarının halen devam ettiğini hepimizin bilmesi lazım" dedi.

Ülkelerde, halkın uyanmasına, dirilmesine iyi öncülük yapacak insanların siyasette başarılı olmasına ihtiyaç bulunduğunu ifade eden Arınç, "Keşke bu tür ülkelerin hepsinde bir Tayyip Erdoğan olsa, belki bir AK Parti olsa ve hükümetler çok istikrarlı bir çalışmayla hem halkı birleştirebilse hem de ülkede hizmete endeksli bir siyaset yapabilse" diye konuştu.

Türkiye'nin bu ülkelerin en zor zamanlarında yanında olduğunu ve yardımlarda bulunduğunu anlatan Arınç, Türkiye'nin Mısır'a da 2 milyar dolar kredi açtığını ifade etti. Arınç, bir kuruş vermeyenlerin Mısır'a Cumhurbaşkanı Mursi gittikten sonra milyarları yağdırmaya başladığını ifade ederek, "Bir ülke başkasının koltuk değeneğiyle ayağa kalkamaz. Düştüğü yerden ağaya kalkacak. Biz bunu Mısır'dan bekliyoruz. Çünkü Mısır, Arap aleminin ve İslam dünyası içerisinde saygın bir yeri işgal eden bir ülkedir. Geçmişiyle ve bugünüyle Mısır ayağa kalkmasını bilecek. Ama üzüleceği günler var, sıkılacağı günler var. Biz Mısır halkının yanında olmaya devam edeceğiz" değerlendirmesinde bulundu.

TRT'ye ingilizce kanal

TRT'nin kuracağı İngilizce kanalla ilgili soruya karşılık Arınç, TRT'nin özellikle 2008'den sonra yaptığı başarılı çalışmaları 50-60 yıla bedel gördüğünü kaydetti.

Arınç, en başarılı dönemin 5-6 yıllık dönem olduğunu vurgulayarak, 4 sene önce hedeflenen bir TRT ingilizce haber kanalı olduğunu söyledi. Arınç, böyle bir kanalı kurmanın kolay olmadığını belirterek, çalışmaların son noktaya geldiğini bildirdi. TRT'nin ingilizce haber kanalının en prestijli kanalı olacağını belirten Arınç, çalışanlara da başarılar diledi.