Gelin 1999’a Dönelim
Kamu istihdamında adil bir sistem ihtiyacı ve çözüm önerisi.
Devlet tek başına en büyük işveren ülkede. En güvenli iş alanı da kamu da istihdam şu anda. Hal böyle olunca devlet kapısında iş beklemek, memlekette piyangodan sonra bel bağlanan talih kuşu olmasına şaşırmayalım. Ayrıca, ortaya konan üretime ve işgücüne karşın görece en yüksek maaşlar da devletten alınıyor. Yani sırtını devlete dayamak, nereden bakarsanız en cazip kariyer planlaması oluveriyor.
Üstelik bazı sahalar da büyük çoğunlukla devlet tekelinde. Eğitim ve sağlıkta istihdamın büyük çoğunluğunu devlet sağlıyor.
Bu durumda eline üniversite diplomasını alan gözünü bir kadroya dikiyor. Atanamayan öğretmenler bu yüzden dünyada ilginç bir başlık olsa da Türkiye’de normal bir konu gibi karşılanıyor.
Devletin ekmek kapısı olarak görülüp görülmemesi meselesi başlı başına bir tartışma alanı ve burada bu konuya girmeye niyetim yok.
Konumuz, şu anda devlette istihdam edilmek isteyenlerin kadroya alınmasında adil bir atama metodolojisi bulma üzerine.
İlk soru şu: mevcut atama ve istihdam edilme süreci adil ve herkesi ikna eden bir sistem mi?
Maalesef bu soruya olumlu cevap verecek bir tek kişi bile yok koca ülkede. Özellikle mülakata dayalı sistem, objektif bir değerlendirmeyi imkansız hale getirmiş durumda.
Sınava girip atanma hayalinde olan gençler bir taraftan sınava hazırlanırken ebeveynler de il başkanı ve milletvekili kovalar hale gelmiş durumda. Tüm illerde -temizlik ve güvenlik görevlileri alımlarında bile- politikacıların dahli var. Torpil, kayırmacılık ve nepotizm tepeden tırnağa tüm ülkeyi rehin almış. Belediyelerin personel alımalarında ortaya saçıldığı kadarı ile bu kirlenme, parti ayrımı gözetmeksizin toplumun her katmanına ve her siyasi fraksiyonuna bulaşmış halde.
Personel alım mülakatlarında görevli kişiler de derin bir sıkışmışlık halindeler. Çünkü her taraftan baskı hissediyorlar. Vicdani bir değerlendirme yapmak imkansız. Dolayısıyla kamu personeli atama mülakatları bazen tuhaf puanlamalara sahne olabiliyor. Çoğu zaman, ÖSYM tarafından yapılan bir merkezi sınavda, kendi alanında derece yapmış bir genci eleyebilmek için mülakatta ince matematiksel hesaplar yapılıyor. Kazandırılan kişilerin puanları incelenirse ne dediğim daha da iyi anlaşılacak.
Bir de mülakatta elenmek istenen adaylara sorulan sorular var ki tam evlere şenlik. Kindi’nin eğitim felsefesi sorulmuş üniversiteyi yeni bitiren bir gencin mülakat sınavında. Halbuki soran kişinin bile bir cümle kuramayacağı bir konu. Maksat mülakatta elemek.
Yani, kamu istihdamında adil bir sistem ihtiyacı, ülke olarak hepimizin üzerinde ittifak ettiği konuların başında geliyor. Haliyle, her yıl yüzbinlerce gencin devlette açılan kadrolara girebilmek için yarıştığı bir düzlemde, en adil atama sistemini bulmak toplum için en temel sorunların başında gelmektedir.
Peki, bu kadar can alıcı bir konuyu çözüme kavuşturmak için nereden başlamak gerekiyor?
Asında daha önce elimizde böyle bir sistem vardı. 1999 yılında devlet memurluğu sınavı olarak başlayan ve daha sonraki yıllarda KPSS olarak güncellenen sistem, ülke geneli için bulunmuş en adil sistem idi. Evet, soruların çalındığı ve suiistimal edildiği vaki idi ve sistem her türlü töhmetten kurtarılarak adil bir şekilde sürdürülmeli idi. Şimdilerde anlamsızlaştırılan ve mülakatlarla etkinliği budanan sisteme acilen geri dönülmeli ve belediyeler dahil kamu personel istihdamının büyük çoğunluğu bu şekilde yapılmalı.
Böylelikle lokal derebeyi çiftliklerine çevrilmiş kamu personeli alımları, adil bir şekilde herkesin ulaşımına açılmalı. Dini, dili, etnik ve siyasi kimliği ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tamamına becerileri doğrultusunda kamu istihdamında eşit imkanlar sunulmalı.
Bugün hepimizin büyük bir iştiyak ile dile getirdiği “ehliyet ve liyakat” ideallerine ulaşmanın ilk adımı, adil bir kamu istihdam sistemidir. Bunun için, ilk uygulandığı şekli ile mülakatsız ve şeffaf bir merkezi sınav ve yerleştirme sistemine geri dönülmeli.
Buyurun! 1999’a giderek yeniden başlayalım.