Gazeteler, kitaplar, makaleler ve haberler insan beynindeki boş levhayı dolduran en iyi araç vazifesi görmektedir. Mehmet Barlas'a göre bu gazetenin eğitici fonksiyonudur...
Abone olNe zaman gazete okusak muhakkak bir şeyler öğrenmekteyiz.Bu, kitle iletişim araçları içirisinde yer alan gazetenin eğitici fonksiyonunun en güzel göstergesidir. Bu konuya Mehmet Barlas son yazısı "Gazete okumak da bir çeşit eğitimdir" ile daha iyi anlayacağız...
Hepimiz Türkiye'yi anlamaya çalışıyoruz. Bu anlama çabasına bir insanın beyninin ve gözlemleme yeteneğinin yetmeyeceği açıktır.
Değişik alanlarda yazılmış kitaplar, makaleler, gazete haberleri, yaşananlar, sentez kabiliyeti olan insanların zihninde bir tablo oluşturur. Alınan her yeni bilgi, bazen bu tablonun renklerini değiştirir, bazı görüntüler daha berraklaşır. Pazar günü gazetelere bu açıdan da sarıldım. Ve aradıklarımın bir bölümünü yine buldum.
Örneğin Radikal'de Murat Belge, Türk toplumundaki sınıfların varlığını irdelemek üzere yola çıkmış ve şunları yazmıştı:
- Türkiye'de en üst ve en alt gelir dilimlerinde yaşayan insanlar arasında, servet farkı olağanüstü büyük, ama paylaşılan kültür farkı olağanüstü küçüktür. Kültürel fark, olduğu kadar, 'sınıf'tan çok 'eğitim'e göre biçimlenir. Çünkü eğitim sürecine girenler, başarılı bir şekilde girip başarılı bir şekilde çıkanlar arasında, orta halli ve hatta yoksul ailelerin çocukları epey bir nicelik oluşturuyor. Dolayısıyla, Osmanlı tarihinin bir kısmını da kapsayacak şekilde, birkaç yüzyıllık genellemeler yaptığımızda (bütün genellemeler gibi dikkatle alınması gerekir) Türkiye'nin toplumsal tarihinde 'sınıf' olgusunun Batı'daki kadar hayatın her alanına yayılmış bir ayraç haline gelmediğini söylemek mümkündür sanıyorum.
Murat Belge, bu sürecin sonucunu şöyle anlatıyordu:
- Devletle reaya arasında toprak sahibi bir aristokrasi ya da sermaye sahibi bir burjuvazinin oluşmaması, az farklılaşmış, homojen, ayrıca da merkezi otorite karşısında oldukça itaatkar bir toplum yaratmıştır. Bu, aynı zamanda mülti-etnik bir imparatorluk olduğu için, dini-etnik-dilsel ayrımlar, toplumsal farklılaşmanın gözle görünür eksenlerini oluşturmuş.
Star'da ise Necef Uğurlu, 28 Şubat döneminin İçişleri Bakanı Meral Akşener'e sorular sorup, şu cevapları almıştı:
- 28 Şubat'ta esas meselenin irticai gruplarla yani yarın silaha sarılması muhtemel irticai gruplarla mücadele etmek yerine birinci hedefin Refahyol Hükümeti'ni düşürmek olduğunu, daha sonraki bir orta veya uzak vadede irticai grupların iradesini kırmak gibi bir hedefin ortaya çıktığını fark ettim. O dönemde farklı bakış açılarının getirdiği ters düşmelerin sertleşmeye yol açtığı bir süreç yaşadık.
Meral Akşener, o dönemin kötü şöhretli "Batı Çalışma Grubu"nun "Hukuki altyapısı olmayan, valilerin fişlendiği, siyasi parti başkanlarının, yöneticilerin, gazetecilerin fişlendiği, ne vilayet yasasıyla, ne mülki idare yasasıyla, ne askeri yasalarla hukuken bağdaşmayan bir örgütlenme" olduğunu anlattıktan sonra, şöyle diyordu:
- Refahyol Hükümeti yıkıldı. 99 seçimlerinde farklı bir koalisyon iş başına geçti yani iradeler kırılmış gibi bir sonuç alındığı zannedilebilir ama 2002 seçimlerine gelindiği zaman Refahyol Hükümeti'ni oluşturan bir siyasi partinin %50'sinin yer aldığı bir başka siyasi organizasyon iktidar oldu. Hem de Cumhuriyet tarihinin çok önemli bir gücüyle iktidar oldu.
Pazar günkü Zaman'da ise "Liberal Düşünce Topluluğu" Başkanı Prof. Dr. Atilla Yayla, Türk siyasetinde liberallerin yerini irdelemişti:
- Liberallerin nispeten küçük bir grup teşkil ettiği bir gerçektir. Ancak, liberallerin gücünü sadece liberallerin sayısıyla veya liberal olma iddiasındaki hareketlerin aldığı oy miktarıyla ölçmek büyük bir hatadır. Birincisi hiçbir partinin arkasında uzun süre kalıcı bir büyük oy desteği yoktur. İktidara gelmeye yeterli oy yüzdesine ulaşmak, ülkeyi yönetmeye ve başarılı olmaya yetmemektedir. İktidar icraat makamıdır ve icraat, eninde sonunda, bir fikre istinat eden bir programa dayanmak zorundadır. Ülkeleri uzun vadede kelimenin gerçek anlamında yöneten ve yönlendirenler, sandıktan çıkanlardan ziyade veya onlarla beraber, fikirler ve kanaat ortamlarıdır. İşte bu noktada liberal fikirlerin Türkiye'de her zaman mevcut bulunduğu ve etkili olduğu görülmektedir. 28 Şubat sürecinde bu etkilenmeden en geniş payı dindar muhafazakar ve İslamcı çevreler almıştır.
Sadece üç gazeteden çok özetleyerek yaptığım bu alıntılar da gösteriyor ki, yazılı basın, düşünce hayatımızın vazgeçilmez öğesi olmaya devam etmektedir.
YAZI:Mehmet BARLAS