Akşam Gazetesi Yazarı Ahmet Tulgar, bazı gazetecilerin yazdıklarıyla yaptıklarının çelişkili olduğunu belirterek bu durumu topluma karşı duyarsızlaşmaya bağlıyor...
Abone olAhmet Tulgar," adlı köşesinde gazeteciliğin zıtlıkları barındıran bir meslek olduğunu ve medyadaki kimi yazarların kalemini ellerine aldıkları zaman demokrasi havarisi kesildiğini, sonra ise yaptıklarıyla birlikte kendisiyle nasıl çelişkiye düştüğünü şu düşüncelerle ifade etmiş:
Gazetecilik korkuları
Bu utancı seviyorum. Koruyorum ve savunuyorum. Ara sokaktan caddeye çıktığımızda elimi alnıma koyup gözlerime siper edişimi, park etmeden önce çantamda telaşla siyah camlı gözlüğümü arayışımı. Kapıyı açıp, geldiğimiz yere hızla girişimi.
Evet, utanıyorum ama yine de yapıyorum işte. Ne mi yapıyorum? Alt tarafı bazen bir arkadaşımın lüks cipinde, şoför koltuğunun yanında yolculuk yapıyor, bir yerden bir yere gidiyorum.
Çünkü hayat kaçınılmaz. Dostluk sınıflarüstü bir şey. Aşk gibi. Evlilikten çok farklı.
Ama bir yandan da dünyanın hiçbir yerinde, özellikle de Türkiye'de zengin olmanın masum bir şey olmadığını biliyorum. Ya da en azından sermaye birikiminin bir aşamasında, zenginliğin masumiyetten azar azar çaldığını. Böyle öğretmiş öğretmenlerim bana. Unutmam.
Geçen pazar Tarlabaşı'ndan Sıraselviler'e gitmek için İstiklal Caddesi'nde karşıdan karşıya geçerken o koca, siyah ciple; bir de küçük problem çıkınca, küçük bir kaza ve inmek zorunda kalınca cipten, iyice yerin dibine geçecek gibi oldum.
Birileriniz mutlaka beni tanımış, bir anlam verememiş orada oluşuma ya da için için kızmışsınızdır.
Ama hiç olmadı mı sizin zengin bir arkadaşınız? Olamaz mı birgün? Sonunda sınıf çelişkilerinin ortasında aynı toprağın insanlarıyız. Bir çok dünyanın toplamı aynı dünya.
Yine de şunu bilmenizi isterim ki, ben garsonlardan bir şey isterken bile iki büklüm olanlardanım.
Hala şaşarım çalıştığım gazetelerin kapısında şoförlerine, korumalarına emir eri muamelesi çektiren demokrasi havarisi gazetecilere.
Adam biraz önce yazdığı yazıda askerin siyaset üzerindeki velayetinden dem vurur, şikayet eder ama gazete binasını subay gazinosu törenselliği ile terk eder.
Bizim meslek tuhaftır. Bize en çok yoksulların ihtiyacı olur ama en kolay zenginler ulaşır. Kontrolünü kaybettin mi bir kere, her gece imtihana çekmedin mi kendini başını yastığa koyduğunda, kayıverirsin öbür tarafa. Zenginlik ve iktidarın gayya kuyusuna.
Masamın üzeri her gün şaşaalı davetiyelerle doluyor. İcabet de ediyorum bazılarına. Ama daima sizin kıyafetlerinizle, sokak kıyafetlerimizle.
Bir yandan da korkuyorum tabii, ya bu sıradışı giyimim, bu radikal halim cezbederse birini. O da beni cezbederse. Öyle güçsüzüm ki bu açıdan, ya aşık olursam zengin birine.
Ya her akşam bir Mercedes alırsa beni de kahvehanelerimizden, çay bahçelerimizden.
Gittiğim o davetlerde, otel lobileri ve restoranlarda, yalılarda, köşklerde sizin gözünüzle bakarım ben çevremdekilere; yeniden yeniden bakarım böyle bir ülkede zengin olmanın onlarda ne gibi bir duygu, duygular uyandırdığını anlamak için. Paranın sağladığı özgürlük kadar esaret de saptarım o zaman. Kimse kimseden emin değildir.
Kadınları izlerim mesela. Birbirlerini süzüşünü. Hiçbirinde birkaç gün önce bir mahalle pazarından eve eşit ağırlıkta alışveriş torbalarıyla dönen üç fakir kadının dayanışmasını sezmem. Sezilmez.
Erkekleri dinlerim. Şu sıralar, belki de epeydir, akılları fikirleri haplarda, vitaminlerde. Akşamın ilk saatlerinde, spor salonlarından çıkarken duş alıyorlar artık. Onlar da bedenlerinin topoğrafyasında kayboldular.
Evet, gazetecilik böyle bir şeydir. Her yere girip çıkar, herkesle tanışırsın. Ama şu, ilken olacak; tabii ki mecazi anlamda söylüyorum: Herkesle sevişeceksin ama asla gebe kalmayacaksın. İyi korunacaksın. Gebeliğin gazeteciliğin önünde engel olduğunu bileceksin.
Bu da bizim özgürlüğümüzün kaynağı işte: Korunma tekniklerimiz yani. Elimizin korkak alışmamasını sağlıyor.
Bir önemli nokta daha: Yazıya inanmışsan bir kere, seviyorsan yazmayı, yazının iç mantığı götürür seni, sokar doğru yola zaten.
Yeter ki bırak götürsün.
AKŞAM