Reha Muhtar, son günlerde medyada yer alan gençlik formüllerini kaleme aldı. Muhtar, bir gazetecinin nasıl yaşaması ve nasıl ölmesi gerektiğini belirtti.
Abone olReha Muhtar,başlıklı yazısında son zamanlarda ortaya atılan Osman Müftüoğlu'nun "genç kalma formülleri"ni eleştirdi. Muhtar, gazetecinin yaşam şeklini okura sundu.
Ben 20'li yaşlarımda hem biyolojik, hem fizyolojik hem de psikolojik olarak genç olduğum yıllarda, bana çok çalışmam, daha fazla çalışmam, daha fazla stres çekmem gerektiği söylenirdi hep...
Gazetecilikteki ustalarım, "Hızlı yaşa genç öl cesedin yakışıklı olsun" şiarını bir mesleki stil olarak benimsemişlerdi...
Bir gazeteci sigara içebilirdi... Hani daha doğrusu sigarasız bir gazeteci düşünülemezdi...
Bir gazeteci en azından biraz bohem olmalıydı... Hani bohem yaşamayan gazeteciye, "salak" denirdi... "Süzme salak..."
Sonra da eklenirdi:
-"Bundan gazeteci olursa at ..... gramofon iğnesi olur..."
Gazeteci dediğin meyhane adab-ı muaşeretini sapına kadar bilecekti...
Gazeteci dediğin her yerde haber peşinde koşardı... Haberin olduğu her mekânda bulunur... Stresi, kendi adrenalini dopingleyici ilaç olarak kullanırdı...
Ve tüm bunların sonunda eklenirdi: "Bizim meslekte 50'den sonrasını kolay göremezsin... Onuuun içiiin!.. Sen bunları takma kafaya... Bak sayfaya..."
En büyük idollerimden, Örsan Öymen sanki bu yaşam biçiminin gazetecilikteki idealize edilmiş biçimiydi...
28 yaşındaydım... Atina'daki günlük curcunadan birkaç günlüğüne uzaklaşmış, yazdığım kitabı bitirmeye çalışıyordum...
Nafplio isimli küçük bir sahil şehrinde kitabı tam bitirdiğim gün telefonla haberi verdiler:
"Örsan Öymen, 49 yaşında kalp krizi geçirdi... Sizlere ömür..."
-Daha 1 ay önce Atina cafe'lerinde portakal suyu içiyorduk... Üstelik sigarayı da bırakmıştı..." demiştim...
Allak bullak olmuştum... Ama biliyordum ki Örsan Abi'nin ölümü, beynime şırınga edilen fikirlerdeki ölümlere tamamen uyuyordu:
Gazeteci gibi yaşamış, gazeteci gibi genç yaşta şerefiyle ölmüştü...
Zaten o günlerde, şereflice yaşamaktan çok, şereflice ölüm daha bir kutsanırdı çevremizde...
Kitabımın kapağına, "49 yıl boyunca dolu dolu yaşadığı gazetecilik yaşamının anısına..." cümlesini yazarken, bir kahramanın izdüşümü gibi hissediyordum kendimi...
Örsan Abi'nin 49 yaşında kalp krizinden ölümünden kısa bir süre sonra, gazetecilikteki bir başka idolüm "Çetin Emeç'i vurarak öldürdüler..." Ondan bir süre sonra da Uğur Mumcu'yu...
Ben zaten, Abdi İpekçi'nin vurulduğu günlerde gazetecilik okuyan ve gazeteci olmaya hazırlanan bir tıfıldım...
Çevremde bütün idealize ettiğim örnekler, genç kalmanın yolunu genç ölmekte bulmuşlardı...
Ya kalp krizinden ya da kahpe kurşunlardan...
Sonra, gazetecilik ve gazeteler bir anda değişti... Aslında hayat da değişti...
Artık ölüm değil, yaşam ses getirmeye başladı...
Che Guevara'nın yerini, Osman Müftüoğlu'nun "genç kalma formülleri" aldı...
Artık gazeteciler, 66 yaşında adaleli vücutlarını, pazularını, cinsel performanslarının yüksekliğini, onları gösteremiyorlarsa, bu sefer çevrelerindeki uzun bacaklı güzelleri göstermeye başladılar...
Gazetecilik ve hayat değişti... Şimdi, kalpten mi ya da, vurularak mı ölüp genç kalacağım, yoksa, yeni cilt formülleriyle mi yıllara meydana okuyacağım, ben de onun muhasebesini yapmaktayım..
YAZI:Reha MUHTAR