BIST 10.025
DOLAR 35,16
EURO 36,68
ALTIN 2.956,54
HABER /  GÜNCEL

Gazeteciler Erdoğan'a 'ah' çektirdi

Medyanın yıkıcı eleştirilerinden bunalan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Güney Afrika'da gazetecilere medyayı şikayet etti.

Abone ol

Başbakan medyadan dertli Johannesburg'da çay içiyoruz. Bu şehir, hem Güney Afrika'da yüzyıllar boyu kurumsallaşan vahşi ayrımcılığı yenen insan ırkının güzelliğinin, hem de kurumları değiştirmesine rağmen sefil hayatlar sürmeye devam eden, siyahları bir türlü beyazlarla eşit yapamayan bu düzenin sembolü. Akşamüstü serinliğinde devasa boyutlardaki Nelson Mandela heykelinin dibinde bir kafede oturup bunları konuşurken, meydanın bir köşesinde resmi giyimli korumalardan oluşan kalabalık bir heyet beliriveriyor. Sokaktaki rahat insanlardan tamamen farklı görünen bu kitle, bir bulut gibi yavaş yavaş meydanı yarıyor. Johannesburg programında ufak bir boşluk yakalayan Başbakan Tayyip Erdoğan, şehri kendi gözüyle görebilmek amacıyla danışmanları ve beraberindeki bakanlarla Mandela Meydanı'na gelmiş. Masamızdan gelen ısrarı kırmayıp, bir çayımızı içiyor. Mandela Meydanı'nda sohbet Başbakan'ın keyfi yerinde. Özgürlük Parkı'nda kendisi gibi, bugün oldukları yere gelebilmek için hapis yatmış insanlarla bir araya gelerek duygusal dozu yüksek bir törene katıldı. Şiir okuduğu için hapse giren Güney Afrikalı bir aydından övgüler aldı. Belli ki Güney Afrika'nın ırkçılık rejimi apartheid'a karşı verdiği mücadeleden oldukça etkilenmiş. Tayyip Erdoğan'da, Bill Clinton'ı anımsatan bir "empati" kapasitesi var. "Özgürlüğün bedeli"nden, yeni rejimin artı ve eksilerinden büyük bir tutkuyla söz ediyor. "Balığı bile alıp karaya koyarsan kara onun hapishanesi olur. Çünkü onun özgürlük kavramı denizdir" diyor. Görüyoruz ki gezinin üçüncü gününde, Başbakan kara kıta Afrika'yı hepimizden fazla hissediyor. "Hep kusur arıyorlar" Ama gazetecinin aklı fikri dünyevi meselelerde. Afrika gezisinin kamuoyunda eleştirildiğini hatırlatıyoruz. Başbakan medyaya yönelik sitemle başlıyor söze: "Anlamıyorum. Her yapılanda bir kusur arıyorlar. Ankara'da olsam da beğenmiyorlar, dışarıda olsam da. Ben şimdi Ankara'da oturuyor olsam ne fark edecek? Devlet mi işlemiyor, Başbakan Ankara dışındayken? Bugünün koşullarında bir fark var mı, burada ya da orada olmam arasında?" Güney Afrika ve civar ülkelerle ticaretimizden detaylı rakamlar verip medya konusuna dönüyor: "Tüm bunlar gezmeden olmuyor. Avrupa Parlamentosu'ndaki o 'yes' kartları durup dururken kalkmadı. Kızıl Danny bile 'evet' oyu verdi bize. Bizim dolaşıp sıktığımız eller 'evet' oyu olarak geri döndü. Medya bunları düşünmüyor. Şimdi Afrika gezisini eleştiriyorlar, ama ondan sonra bunun Kıbrıs ve Birleşmiş Milletler'de bize ne büyük avantaj sağladığını düşünmüyorlar." Türk medyası namına biraz alındığımızı söylüyoruz. Medyanın kolay hedef olduğunu, herkesin biz gazetecileri taşlamakta birleştiğini hatırlatıyoruz. Ama Başbakan son derece dolu. "Medya hedef diyorsunuz ya biz? Siyasiler olmasa yazacak konu olmayacak" diyor. "Peki, Ankara'da oturayım!" Özellikle ailesiyle ilgili haberlerden, eşi ve çocuklarının yaşantılarının sürekli konu olmasından rahatsız. Son birkaç haberin içyüzünü anlatıyor. Medyanın bir başbakanın yaşantısını bile kontrol ettiği görüşünde. "Peki, Ankara'da otur diyorlar, onu da yapalım. Şirketten çekil dediler, onu da yaptık. Ama yine de buluyorlar eleştirecek bir şey. Ben eleştirmeyin demiyorum. Ama yanlış yazılması çok kötü." Bir fincan Earl Grey çay içtikten sonra, artık içmeyeceğini belli edecek şekilde çay kaşığını fincanın ağzına kapatıyor. Gazeteleri artık 'takmıyor' "Ama artık okumuyorum" diyor Başbakan. Karşısında medyadan sorumlu Devlet Bakanı Beşir Atalay, biraz ötede Ulaştırma ve Enerji Bakanları var. Belli ki Başbakan kendini korumaya almış: medyanın üzerinde yıkıcı etki yaratmaması için gazeteleri eskisi gibi okumuyor, adeta artık "takmıyor." ABD'yle ilişkiler konusu açılıyor. Erdoğan ABD başkentinde kendisi aleyhinde bir tavır olduğunu düşünmüyor. Ama yeni muhafazakâr çevrelerde kendisini sevmeyenlerin de olabileceğini, bunun "son derece doğal" olduğunu söylüyor. Yine de Paul Wolfowitz ve Richard Perle gibi bu hareketin önemli isimleriyle iyi tanıştığını, uzun saatler görüşmüş olduğunu hatırlatıyor. Kısacası Tayyip Erdoğan, Washington'da ciddi bir anti-AK Parti cephe olmadığı, olanların ise Beyaz Saray ya da ABD hükümetinin resmi ağzı olmadığı inancında. Konu yine medyaya geliyor. "Amerikan karşıtlığı konusunda da şimdi bizi ABD'yle ilişkiler konusunda eleştirenler zamanında sürmanşetlerle toplumun gerilmesine katkıda bulundular. O zaman buna alkış tuttular" diyor. Özellikle de Felluce operasyonu sırasında gazete sürmanşetlerinin anti-Amerikanizm'i tehlikeli ölçüde hızlandırdığını, bundan o zaman da kaygılandığını anlatıyor. (Ancak hatırlamak gerekir ki, Başbakan Erdoğan da o dönemde verdiği bazı demeçler ve Felluce'de ölen direnişçileri "şehit" diye tanımlamasıyla Amerikan karşıtlığına katkıda bulunmakla eleştirilmişti.) Tüm bunlar olurken, dış politika danışmanlarından Egemen Bağış'ın cep telefonuna son açıklanan enflasyon rakamları geliyor. Bir anda Başbakan'ın dikkati, medya eleştirisinden TÜFE, dolar, Euro, borsadaki son durum ve döviz paritesine yöneliyor. "Nazım Abi parite ne durumda" diyerek Nazım Ekren'e detaylı rakamlar sormaya başlıyor. Biz de böylece medya konusunun kapandığını görüp bir "oh" çekiyoruz. Aslı Aydıntaşbaş/Sabah