Gazetecilere, meslekleri gereği bazı kolaylıklar tanınmakta. Tabi bu kolaylıkların hep belli bir sınırı olmuştur. Ertuğrul Özkök, bu konu hakkında geniş bilgi verdi...
Abone olErtuğrul Özkök, "Basın kartını göstermeyen üç arkadaş" başlıklı yazısında gazetecilerin haklarını nasıl kullanacağına değindi...
SON bir ay içinde yakından tanıdığım üç gazeteci arkadaşımın ehliyetine el konuldu.
Üçünün ehliyetine el konulmasının nedeni de aynı. Alkollü araç kullanmak.
Üstelik yapılan muayenede birinin alkol derecesi 0.52, ötekinin 0.57 promil çıktı.
PROMİL SINIRINDA
Araç kullananlarda yasal alkol sınırı 0.50 promil.
‘Promil’, 100 miligram kandaki alkol miktarının miligram cinsinden ifadesi oluyor.
Emniyet’in resmi internet sitesinden 0.50 promil alkolün kaç duble rakı veya başka bir içkiye tekabül ettiğine baktım.
Şunlar yazılıydı:
‘İki küçük şişe bira.
İki kadeh şarap
Bir duble viski, rakı, votka, konyak.’
Demek ki bu iki arkadaşımız, yasal sınırın çok az üzerinde bir alkolle yakalanmışlar.
Üçüncüsü için bir şey demeyeceğim.
Çünkü promili bir hayli yüksekmiş.
Üçüyle de konuştum.
Hiçbiri, kontrol sırasında gazeteci olduğunu söylememiş.
Daha önce başka bir arkadaşımızdan dinlemiştim.
Kontrolü yapan polis memuruna gazeteci olduğunu söyleyince, o da ehliyetine el koymamış.
Şimdi o arkadaşlarımız, ehliyetlerine el konulduğu günden beri araba kullanamıyorlar.
Bu olay, gazetecilik mesleği açısından önemli bir ‘davranış değişikliğinin’ başladığını gösteriyor.
Hürriyet’in hem Ankara Temsilciliği’ni, hem de Genel Yayın Yönetmenliği’ni yaptığım dönemde, birlikte çalıştığım arkadaşlarıma hep şunu söylerim:
BUNDA NE VAR
Gazeteciler, sahip oldukları mesleki unvanı bir ‘imtiyaz kaynağı’ olarak görmemelidirler.
Hatta bir adım daha ileri giderim ve ‘Haklı olduğunuz konularda bile hakkınızı savunurken mesleki unvanınızı kullanmayın’ derim.
İlk bakışta çok normal bir davranış kuralı gibi görünüyor.
Ama hepimiz biliyoruz ki, ruhumuzun bir kenarında, gazeteci olduğumuz için ‘ayrıcalıklı muameleyi hak ettiğimiz’ hissi potansiyel bir tehlike olarak durur.
SUÇ İMTİYAZI
1970’li yıllarda UNESCO, gazetecilerin haklarını savunan bir dizi çalışmayı başlatmıştı.
Öneriler arasında, ‘gazetecilere bir tür dokunulmazlık sağlayan’ kimliklerin verilmesi bile vardı.
Bir başka öneri de, savaş sırasında görev yapan gazeteciler savaşan taraflardan birinin eline geçince ‘savaş esiri’ muamelesi görmesiydi.
Ama bu öneriler hiçbir zaman itibar görmedi.
Gazetecilik örgüleri her türlü imtiyazı reddetti.
Gazetecilerin istediği tek ayrıcalık, ‘habere ulaşma özgürlüğü’ oldu.
Böylesine, mesleki açıdan haklı gibi görünen imtiyazların reddedildiği çağda, gazetecilerin ‘suç işleme imtiyazı’ istemeleri, kabul edilecek bir şey değildir.
Milletvekili dokunulmazlığını tartışıyoruz.
Bu tartışmayı yapan insanların kendilerine bazı dokunulmazlıklar talep etmeleri, ahlaki bir davranış olmaz.
Ancak burada çok önemli gördüğüm bir başka noktaya daha dikkati çekmek istiyorum.
Bu olay, iki taraflı bir ilişkidir.
Gazetecilerin ‘suç işleme imtiyazı’ yoktur.
Polislerin de ‘gazetecilere imtiyaz tanıma’ hakkı olmamalıdır.
Bazı emniyet müdürlerinin, trafikte gazetecilere dokunulmaması talimatı verdiğini işitiyoruz.
Hiçbir gazete, hiçbir televizyon logosu, hiçbir köşe yazarı adı, hiçbir gazetecilik unvanı farklı bir muameleyi haklı çıkaramaz.
CEPTEKİ KART
O yüzden bu üç sessiz arkadaşımın davranışını sizinle paylaşmak istedim.
Üçü de arabalarındaki basın plakasını, ceplerindeki basın kartını bir tahlisiye sandalı olarak kullanmamış.
Üçü de doğru olanı yapmış.
YAZI:Ertuğrul ÖZKÖK