Yarın toplanacak olan Asgari Ücret Tespit Komisyonu'na seslenen Tercüman yazarı Metin Işık, ciddi bir öneride bulundu.
Abone olIşık, Halka ve Olaylara Tercüman Gazetesi'Ndeki yazısında önerisini şöyle dile getiriyor: Memur ve işçi tanımı yenilenmeli Asgari Ücret Tespit Komisyonu yarın toplanacak ve kesin rakamı belirleyecek. Asgari ücretin, 'insani bir rakamda olmasını' isteyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan konuyu Türkiye'nin gündemine taşıdı. Asgari ücretin bölgelere göre ayrı ayrı tespit edilebileceğini söyleyen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu da tartışmaya başka bir boyut kazandırdı. Türkiye'de 5.5 milyon asgari ücretli var. Brüt 306 milyon lira olan bir asgari ücretlinin cebine net 225 milyon lira giriyor. Evet sadece 225 milyon lira. Bir asgari ücretli maaş, vergi ve SSK primi ile işverene 489 milyon liraya mal oluyor. Vergi ve SSK primi başta olmak üzere devlet asgari ücretliden ve işverenden yılda 900 trilyondan fazla gelir elde ediyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan devletin bu gelirinin bir bölümünden, 'vazgeçmeye hazır olduğunu' söyledi. Bu mesaj ve duruş yerindedir. Ancak yeterli olduğu söylenemez. Asgari ücretli ve işverenin sırtından alınan bir katriliyona yakın vergi ve SSK primi önemli ölçüde düşürülmelidir. Ayrıca, 5-6 işçi çalıştıran küçük müesselerden alınan vergi ve SSK primi de çok düşükse tutulmalıdır. Böylece üretim yoluyla ekonomiye faydası olmayan sadece 'faiz geliri' ile değerlendiren sermayenin bir bölümü yatırıma yani istihdama yönlendirilmiş olur. Türk-İş Genel Başkanı Salih Kılıç ve Hak-İş Genel Başkanı Salim Uslu, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın kendiliğinden gündeme getirdiği, 'ücretlinin asgari geçiminin iyileştirilmesi' yaklaşımını fırsat bilip, bunu çalışma hayatının başka alanlarına taşımalıdır. Bölgelere göre asgari ücret önerisi de, 'adil ve gerçekçi rakamlar' olmak şartıyla tartışılmaya değer bir konudur. Çözüm için 2005 yılı beklenmemelidir. Memur ve işçi kimdir? Salih Kılıç ve Salim Uslu dostumuz Erdoğan'ın açtığı 'ücretli tartışmasını' sürdürerek büyütmelidir. Üstüne gitmelidir. Memur ve işçi tanımının yeniden ele alınması sağlanmalıdır. Bu tanım İLO kurallarına göre yapılmalıdır. Sendikal ve siyasi kaygılar bir yana bırakılarak, işkolları İLO tanımlarına göre yeniden belirlenmelidir. Memur yönetici konumundaki devlet görevlisidir. Okul müdürü memur, öğretmen işçidir. ABD'nin Irak'ı işgal ettiği, dört bir yanımızda, 'sıcak savaş ve çatışmanın' sürdüğü bu kritik günlerde Milli Güvenlik Kurulu'nun yetkilerinin tırpanlanmasını, 'AB ve demokrasi naraları atarak' karşılayanlar da Sayın Kılıç ve Uslu'ya 'aynı tavırla' destek olmalıdır. TÜSİAD Başkanı Sayın Tuncay Özilhan başta olmak üzere AB 'havarilerinin' samimiyetlerini de sınamanın zamanıdır. Memur ve işçilerde ücret tanımlaması da yeniden yapılmalıdır. Aynı işi yapan çalışanların, 'farklı ücret alma dönemi' bir daha açılmamak üzere kapanmalıdır. İş yerlerindeki sosyal adaleti, çalışanların onurunu zedeleyen bu çarpık uygulama en kısa sürede sona ermelidir. Tabii ki, aynı işyerinde çalışan insanlar farklı ücretler alacaktır. Ama bu farklılık, yapılan işin niteliğine, niceliğine ve sorumluluğu ile doğru orantılı olmalıdır. Madende kazma sallayan işçiyle, madene inmeyen işçinin aldığı ücret bir olabilir mi? Türkiye ücretleri, işin önem ve sorumluluk sıralamasına göre kademelendirilmelidir. Kademeli ücret sistemi hem iş barışını muhafaza edecektir, hem de verimliliği artıracaktır. Türkiye'de sıkıntılı günler geçiren sendikacılık hareketinin yeniden gelişmesine de önemli katkıda bulunacaktır.