Cumhuriyet Spor Müdürü Arif Kızılyalın, Milli Takım'ın kötü durumundan, çelişkili disiplin cezalarına pekçok konuda eleştiri alan 'Demirören Federasyonu'ndaki yönetim krizini yazdı.
Abone olAçılımı Türkiye Futbol Federasyonu.
Görevi, Türk futbolunu yönetmek, kargaşa ve kaosun önüne geçmek, Türk Milli Takımını yabancı rakiplere karşı başarılı kılacak ortam oluşturmak.
Kendi kendini yönetme gücüne sahip.
Gelirini, giderini belirliyor.
Başta THY, Turkcell, Telekom olmak üzere ülkenin dev kuruluşları da arkasında.
Moda deyişle; özerk.
Ayrıca gücünü devletten de alıyor.
Çünkü 1990'lı yılların başında dönemin iktidarı, 'TFF yasası' çıkartmış ve futbolun idarecilerinin görev yetki-sorumlulukları 'yasa'yla belirlenmiş.
Elbette ki, Kıta Avrupası'nın bir parçası olarak UEFA'ya, her UEFA üyesi gibi FIFA'ya bağımlı.
Hatta naklen yayınlara ödenen rakamın büyüklüğü nedeniyle Avrupa'nın da en değerli 6. ligi
Buraya kadar her şey iyi güzel.
Ne var ki 'görev-yetki'lerini yasadan alan TFF yönetimi, uzunca bir süredir ülke futbolunu yönetemiyor.
Milli takımlardaki başarısızlıktan tutun 'garip' 2020 Avrupa Şampiyonası ev sahipliği propagandasına, icra kurullarının 'tutarsız' kararlarından tutun 'maaşlı yöneticilere ödenen astronomik' ücretlere kadar TFF, ülkenin 'en kötü' yönetilen kurumu oldu çıktı.
Türk futbolu nereye koşuyor?
İsterseniz milli takımlardan başlayalım, 'Türk futbolu nereye koşuyor?' sorusuna yanıt araken...
Biliyorsunuz, en son Haluk Ulusoy - Hasan Doğan döneminde Türk Milli Takımı 2008 Avrupa Şampiyonası'na katıldı.
İki federasyon başkanını da yakından tanıyan bir gazeteci olarak şunu söyleyebilirim, "sözlerinin arkasında duran" isimlerdi.
Teknik direktör ve futbolcu kadrosu da hem grup maçlarında hem finallerde bu özgüvenle Türkiye'yi Avrupa üçüncülüğüne taşıdı.
Ulusoy'un görevden alınması, Hasan Doğan'ın ani vefatı sonrasında göreve gelen Mahmut Özgener'le milli takımların havası kaçıverdi.
Kültürlü, eğitimli bir yöneticiydi Özgener, hatta kulüp başkanlığı da yapmıştı, ama futbolun 'olmazsa olmazları'ndan bîhaberdi.
2010 Dünya Kupası şansının kaybedildiği gün dönemin teknik direktörü Fatih Terim'in 'maç stresi'yle aldığı istifa kararını daha ıslak imzalı dilekçe gelmeden kabul eden Mahmut Özgener yönetimi, Türk futbol tarihinin en önemli yanlışına imza atacaktı.
Hiddink tercihi
Çünkü Türk futbolunun her kademesindeki 'doğru-yanlış'ları bilen Terim, milli takımlar için Mustafa Denizli ve Şenol Güneş'le beraber biçilmiş kaftandı. Ancak Özgener ve o dönemin yöneticisi Levent Kızıl, Mustafa Denizli ve Şenol Güneş isimlerinin üzerinde bile durmayıp rotayı Rusya'yı çalıştıran Hollandalı Guus Hiddink'e çevirdi.
Hiddink ilk bakıldığında doğru isim gibi dursa da Rusya'daki başarısız süreci onun daha çok, '3. dünya ülkelerinde' başarılı olduğu gerçeğini ortaya koyuyordu ama Hollandalı'nın kariyeri, TFF'nin o dönemdeki yöneticilerinin gözünü kör etmeye yetti.
Türk futbol tarihinin en önemli maaşını, yıllık 8-9 milyon Avro, ödeyerek ikna edilen Hiddink'le ne yazık ki milli takımlar baş aşağı gitti.
Hollandalı'nın Amsterdam'da oturup yönetmeye çalıştığı (A) Milli Futbol Takımı, 2010 elemelerinden sonra 2012 Avrupa Şampiyonası hakkını da kaçıracaktı.
Başarısız sonuçlardan çok Hiddink'in ayda 1-2 gün Türkiye'ye gelip milli takımları idare etme sevdası eleştirilecekti kamuoyunda.
Elbette aldığı astronomik maaş.
(A) Milli Takım'da bu düşüş yaşanırken Hollandalıyla birlikte Türk Futbol Genel Direktörü kimliğiyle işbaşı yapan Ersun Yanal da altyapılarda benzeri bir başarısızlık yaşayacaktı.
'Yanal'ın yanılgısı'
Karadeniz ve Anadolu kökenli tüm altyapı hocalarını görevden alıp Denizli ve Altay'da forma giyen isimlerden bir altyapı eğitmen kadrosu oluşturan Yanal'ın 'büyük yanılgı' olduğu ancak Hiddink gittikten sonra anlaşılacak, ünlü teknik adam da 'deniz'in bittiğini anlayıp kendisini Süper Lig havuzuna atacaktı.
Yine uzun süre yaşanan kaotik ortamın ardından görevde bulunan o günlerin TFF Başkanı M.Ali Aydınlar, yardımcısı Göksel Gümüşdağ'ın da ricasını kırmayıp milli takımlar tek sorumluluğuna İstanbul Büyükşehir Belediyespor'un hocası Abdullah Avcı'yı getirecekti.
Avcı, ilk bakıldığında gelecek vaad eden bir isim gibi dursa da Galatasaray altyapısı, U 17 ve U 18 milli takım antrenörlüğü ve İBB teknik direktörlüğü dışında deneyime sahip değildi.
Evet, son takımı Belediye'ye Türkiye Kupası'nda final oynatmış, Turuncu - Mavili ekiple 3 büyüklere kafa tutmuştu ama 'seyirci baskısı', 'kamuoyu baskısı' nedir bilmiyordu.
Bu nedenle yardımcıları Okan Buruk ve Tayfun Korkut'la 'aranan kan' olamadılar Milli Takım'a...
'Gençlik' sloganıyla yola çıkıp adı sanı duyulmamış 'Avrupa kökenli' futbolculara bel bağlayan ancak değişim sürecini eline-yüzüne bulaştıran Avcı ve ekibi TFF'nin eleştirilmesinde başrol oynayacaktı istemeden.
13 maçtaki 7 yenilginin, 2014 Dünya Kupası yolunda Hollanda, Romanya ve Macaristan'ın ardında kalışın faturası sadece teknik heyete kesilmiyor, onu o göreve getiren M.Ali Aydınlar'la Göksel Gümüşdağ'ın yanı sıra 'arkasındayız' mesajı veren Yıldırım Demirören ve arkadaşları da 'milli hüsran'da başrol oyuncuları...
Evet, TFF milli takımlar ayağında başarısız.
Peki, ülke futbolunu 'sevk ve idare'de başarılı mı?
'Adalet' dağıtabiliyor mu?
Güven veriyor mu?
Ne yazık ki yukarıdaki sorulara olumlu yanıt vermek de olanaksız TFF için.
'Adalet yok'
Öncelikle futbolumuzda rekabet var, heyecan var, çekişme var ama adalet asla!
Adaleti sağlamakla yükümlü kurullar, Türkiye Futbol Federasyonu'nun ne yazık ki altını oydular, Yıldırım Demirören'in neredeyse 1 yılı aşkın görev süresinde...
Bu kurulları ve icraatlarını anımsayalım isterseniz.
Ve Merkez Hakem Komitesi'nden başlayalım.
Yıldırım Demirören, 'bir misyonu' yerine getirmek için göreve geldiğinde önce MHK'de köklü değişikliklere gitti.
Politikacı kökenli Yusuf Namoğlu'yla yollarını ayırıp, hakem müessesesini 'iş adamlığına' ve 'adaleti'ne güvendiği eski Beşiktaşlı futbolcu Zekeriya Alp'e bıraktı.
İlk bakıldığında Zekeriya Alp iyi bir yöneticiydi. Ancak hakemlik camiasıyla ilgisi 'sıfıra' yakındı ve ipler Mahmut Özgener döneminin asbaşkanı Yüksel Okçoğlu'ndaydı.
Üstelik MHK'de Zihni Aksoy, Ünsal Çimen gibi yine Mahmut Özgener döneminden isimler görev almış, eğitim de gizliden gizliye 'tartışmasız en kötü MHK Başkanı' Oğuz Sarvan'a verilmişti.
Ve bu kurul garip atamalarıyla futbolun 'adalet' terazisinin kantarını kaçırdı.
'MHK'ya güven sarsıldı'
Tıpkı Özgener dönemindeki gibi 'kötü maç yöneten'in ödüllendirilircesine maçtan maça gönderilmesi, ligin bir-iki hakemle idare edilmeye çalışılması, eğitim seminerlerinin amacından uzaklaşması hem hakemlerin dengesini bozdu hem de camiaların hakemlere güvenini zedeledi.
Öyle ki Avrupa'da harika maçlar çıkaran Cüneyt Çakır'lar, Fırat Aydınus'lar, Bülent Yıldırım'lar, Türkiye'ye geldiklerinde 'sıfır' çekiyordu.
Galatasaray - Fenerbahçe derbisinde düdük çalan Halis Özkahya'nın Meireles için yazdığı 'tükürdü' raporunun Tahkim Kurulu'nca hiçe sayılması, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde çalıştığı sağır sultanca duyulan Volkan Beyarslan'ın Kasımpaşa - İBB mücadelesine atanıp ardından oluşturulan kamuoyu baskısı nedeniyle afaroz edilmesi, onca hakem dururken Galatasaray - Beşiktaş maçının FIFA kokartı elinden alınan Tolga Özkalfa'ya yönettirilmesi, Fırat Aydınus'un 'görmeden' küfür ettiğini varsayarak Fenerbahçeli Caner'e gösterdiği kırmızı kart, MHK'yi tüm camiaların 'cephe aldığı' kurul konumuna getirdi.
Elbette sadece MHK değildi TFF'nin geriye sarmasına neden olan.
Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu PFDK de TFF'nin eleştirilen icra kurullarından biri.
Bu kurumun görev tanımı, futbol maçlarındaki disiplin cezalarını belirlemek.
Ancak verilen cezalar tutarlı değil.
Özellikle ihraç (kırmızı kart) olaylarında birbirinden çok farklı cezalara hükmeden PFDK, 4 büyüklerin yanı sıra Anadolu ekiplerinin de inanmadığı bir kurum olarak dikkat çekiyor.
Tahkim Kuruluna güvensizlik
Ancak TFF'nin yıpranmasındaki en önemli komite kuşkusuz ki 'Tahkim' Kurulu.
Nedir Tahkim Kurulu?
Futbolun üst mahkemesi.
Nihai kararı veren 7 hukukçudan oluşan bir ekip,
Her ne kadar bağımsız seçiliyor gibi dursa da, TFF Başkanı'na 'doğrudan' bağlı.
Ve bu kurul son 2 kararla Türk futbolunun dengesini sarsmaya yetti.
Engin Tuzcuoğlu'nun başkanlığındaki ekibin 'tükürük' olayında Meireles'in cezasını affedip Melo'nunkini onaması sanıyorum kolay kolay unutulmayacak.
Çünkü dosyalar birbirine çok benziyor.
Ama karar farklı.
Kiminle konuşsam, "Tahkim güya futbolun üst mahkemesi" diye başlıyor söze.
Ne var ki 'güvensizliğin' en uç noktada hissedildiği bir ekip.
Ve TFF yönetimine ilişkin eleştiriler de işin cabası.
Örneğin bir kulüp başkanının TFF'nin İstinye'deki binasına yaptığı ziyarette, kulüp yöneticileriyle TFF yönetiminin gırtlak gırtlağa gelmesi, 'Burası babanızın çiftliği değil' sözlerinin koridorları inletmesi, TFF'nin gerçek patronunun kim olduğu sorusunu gündemde tutuyor.
'Sunum fiyaskosu'
2020 Avrupa Şampiyonası ev sahipliği adına Brezilya'da yapılan ve tek bir UEFA delegesinin davet edilmediği "2020 Türkiye" konulu lansmandan söz bile etmiyorum.
Çünkü 500 kişinin katıldığı o görkemli futbol gecesi sadece Latin Amerika'daki 'Türk misafirperverliğini' kanıtlıyor ama 2020'nin Türkiye'ye alınmasına ilişkin hiçbir somut adım atılamıyordu harcanan neredeyse 300-400 bin Avro paraya karşın.
Evet, geçenlerde bir federasyon başkanıyla sohbet ediyordum.
Yıldırım Demirören ve ekibinin icraatları gündeme geldi.
"Başarılıydı, başarısızdı" tartışmasının içinden çıkamadık.
Son sözü o koltukta yıllarca oturan kişi söyleyecekti.
"Hiçbirimiz havaya girmeyelim. Federasyon çok basit idare olur. Çünkü yüzlerce profesyoneliniz var. Siz sadece güven duygusunu ayakta tutun. Hakemler idare etsinler, asamasınlar. Bir de Milli Takım iyi giderse kimsenin sesi çıkmaz..."
Gerçekten doğruyu söylüyordu eski başkan.
Ama Yıldırım Demirören federasyonu galiba futbolun 'olmazsa' olmazlarını unutmuştu.
Ne diyelim!