Londra'da Fransa'nın Bordeaux, Nantes veya Strazburg kentlerinde olduğundan daha fazla Fransız yaşıyor. Londra nüfus bakımından Fransa'nın altıncı büyük kenti. Peki ama genç Fransızları Londra'ya çeken ne? Lucy Ash araştırdı.
Abone olHackney'de yağışlı bir Cuma akşamı. Bir grup genç kadın, bir puba giriyor. Alaycı ifadelerle İngiltere'nin havasını konuşuyorlar, şemsiyelerini kapatıp silkeleyerek pardösülerini çıkarıyor ve bara yöneliyorlar.
Yoğun bir çalışma haftasının sonunda, diğer birçok Londralı gibi bir iki kadeh birşeyler içip yorgunluk atmaya gelmişler.
Ama genç kadınların yanına yaklaştığınızda hepsinin Fransızca konuştuğunu farkediyorsunuz. Fransa'dan gelmiş turistler, okul arası değiş tokuşu yapan öğrenciler ya da çalışma saatleri dışında bir araya gelmiş çocuk bakıcıları değil bu genç kadınlar.
Hepsi de yaratıcı iş kollarında çalışan, uzunca bir süredir Londra'nın doğusunda yaşayan ve artık Londra'yı asıl evlerinin olduğu yer kabul eden gençler bunlar.
Londra'da öteden beri bir Fransız topluluğu vardı ama artık Londra'yı mesken edinen Fransızlar, büyükelçilik çevresindeki, Fransız kitapçılarının, pastanelerinin dizildiği, kaldırımlarında café'lerin sıralandığı, birbirinden şık annelerin, çocuklarını kalburüstü Lycée Français Charles de Gaulle'ün kapısında bıraktıkları South Kensington mahallesinden çok uzaklara taşınmış görünüyorlar.
'Gurbetçi' oyları
Günümüzde artık Londra'nın her noktasına yerleşmiş Fransız görmek mümkün. Ve sayıları da gün geçtikçe artıyor.
O kadar ki, gelecek hafta genel seçimlere gidecek olan Fransa'nın İngiltere'de 'gurbette' yaşayan vatandaşları, İskandinavya'daki Fransızlarla birlikte, kendilerini Ulusal Fransız Meclisi'nde temsil edecek milletvekilini belirleyecekler.
Londra'daki Fransız konsolosluğu, başkentte 300-400 bin Fransızın yaşadığını tahmin ediyor. Londra'ya taşınmış Fransızların birçoğu da son dönemde moda olan Doğu Londra'nın yaratıcı olanaklarını yeğlemiş görünüyor.
Malika Favre, "Paris'te Güzel Sanatlar'ı bitirir bitirmez, hemen, bir göz atayım diye Londra'ya geldim. Yedi yıl önceydi ve dönmeye hiç niyetim yok!" diyor.
Çok rağbet gören bir çizer Malika. Son dönemde aldığı işler arasında Kama Sutra'nın yeni baskısı için hazırladığı cüretkar ve şakacı tasarım, bir Fransız rock grubu için yaptığı albüm kapağı ve bir Kaliforniyalı mayo firması için yarattığı sanat eseri bulunuyor.
Londra'da olup İngilizce konuşuyor olması, müşteri tabanını artırıyor. Malika'ya göre Londra, küreselleşmenin eşiği. Fransız bürokrasisinden kurtulmuş olmanın da keyfini yaşıyor bir yandan...
"Paris'te yeni bir yer açtığınızda, neyin ters gideceğini düşünürsünüz önce. Burada düzen çok daha rahat işliyor. Çok fazla kural ve bürokrasi yok." diyor Malika.
Gözde bir reklam ajansında çalışan Marine Schepens de, İngiltere'deki firmaların gençlere fırsat tanımaya daha yatkın olduklarını, zira burada gençlerin iş kontratlarına son vermenin, Fransa'dakinden daha kolay olduğunu söylüyor.
Bu akıcılığın, çalışanları da risk almaktan korkmamaya yönelttiğini anlatan Schepens, "Ben bir yıl önce meslek değiştirdim. Fransa'da olsaydım böyle birşeyi asla yapmazdım ve 'Bir işim olduğu için çok şanslıyım, ona sıkı sıkıya tutunmalıyım' diye düşünürdüm." diye ekliyor.
Londralı Fransız olmak
Bordeaux'lu gazeteci Nadege Alezine, Londra'da yaşamanın öyle pek de kolay olmadığını anlatıyor. Londra'daki Fransızlar için kurulan bealondoner.com adlı bir internet sitesini yürütüyor.
"Rahatınıza, güvenliğinize, güzel tatillere düşkünseniz Fransa'dan ayrılmayın. Macera peşindeyseniz, yeni beceriler edinmek istiyorsanız, buraya gelin." diyen Alezine, Fransa'yı özlemeden de edemiyor. Bir yandan içkisini yudumlarken, içini çekerek, "Fransa'da hayat kolaydı. Güzel yemekler, şaraplar... Denize yakın bir yerde oturuyordum, kayak pistlerinden de uzakta değildim. Ve bazen, Londra gri ve yağmurlu olduğunda 'Burada ne işim var?' diye düşünmüyor değilim." diyor.
Karşılaştığım genç kadınların her biri, Londra'da konutların aşırı pahalı olmasından yakındı. Londra'daki kiralar, Paris'in iki katı.
Malika, "Brick Lane'deki evde tahta kuruları, sıçanlar çıktı. Benim bir odaya verdiğim parayı, arkadaşlarım Fransa'da bütün bir daire için ödüyor." diyor.
Londra'da yaşayan birçokları için koşullar çok daha kötü. Malika ve arkadaşları, Londra'nın doğu mahallelerini mesken tutmakla, yüzyıllar önce yine Fransızların aşındırdığı yollarda yürüyorlar.
Fransızlar Londra'nın doğusuna ilkin 17. yüzyılda gelmiş kitleler halinde...
Kral 2. Charles, Protestan oldukları için uzun yıllar boyunca Fransa'da eziyet çeken Huguenotlara, Doğu Londra'nın kapılarını açmış.
Huguenotlar, Fransa'dan kaçışlarına le Refuge adını vermiş ve réfugié (sığınmacı) terimi böylece ortaya çıkmış.
Huguenotların pek çoğu yiyecek ve kiraların daha ucuz olduğu doğu Londra'ya yerleşmiş. Spitalfields Pazarı çevresinde, Fournier Sokağı, Fleur de Lys Sokağı ve Nantes Pasajı gibi, Fransız isimleri taşıyan birçok sokak adına rastlanabilir.
Huguenotlar, becerikli, zanaatkar insanlardı. Huguenotlar yüzünden Londralıların iş bulamadığından yakınanlar oluyordu. Dr. Welton adlı korumacı bir rahip, Huguenotları, "dünyanın süprüntüsü" diye adlandırmıştı.
17. yüzyıldan 21. yüzyıla
Bugün de iş piyasasında yoğun bir rekabet yaşanıyor. Özellikle gençler arasında...
Ve Manş'ı aşıp Britanya adasına iş bulmaya gelen göçmenler, her zaman sıcak bir karşılama görmüyor.
Yakınlarda Fransız konsolosluğunca yaptırılan "St. Pancras'ın Unutulan İnsanları" adlı araştırmada, sadece gidiş biletiyle Londra'ya gelen ve bazen kendilerini umarsızlık içinde bulan genç Fransızların durumu inceleniyor.
Shoreditch'teki Fransız hayır kurumu Centre Charles Peguy, Fransa'dan yeni gelenlerin iş ve kalacak yer bulma çabalarına destek veriyor. Merkezdeki görevlilerden Cedric Pretat, bu yaz Fransa'dan gelen gençlerin sayısının büyük artış kaydettiğini söylüyor.
"Fransızların birçoğu, Olimpiyatlar yüzünden Londra'da pek çok yeni iş yaratıldığını sanıyor ama bu doğru değil. Ama yine de insanlar, bu düşle buraya geliyor." diyen Pretat, "Diğerleri de aile sorunları, eğitim sorunları yüzünden ya da Paris'in 93. bölgesinde yaşadıkları ve bazen bu yüzden iş bulmakta zorlandıkları için Fransa'dan kaçıyorlar." diye ekliyor.
93, Paris'in hemen kuzeyindeki, Afrika kökenli Fransız vatandaşlarının yoğunlukta olduğu, büyük bir göçmen topluluğunun yaşadığı Seine-Saint-Denis banliyösünü ifade eden posta kodu.
Sıradan bir Fransız için, 93. bölge, ayaklanma, iç kapayıcı sosyal konut blokları, işsiz gençler ve ırkçılık anlamına geliyor. Ülkenin diğer birçok banliyösünde de etnik azınlıklar zorlu bir yaşam sürmekteyse de, 93. bölge, Fransa'da en çok tepki gören, dışlanan posta kodu oldu.
'Cité'den, 'City'ye yolculuk
Londra'ya yerleşen iş danışmanı Hamid Senni, Fransa'nın güneyinde yaşayan, Fas'tan göç etmiş bir ailenin 8 çocuğundan biri. Okulundaki bir öğretmen, iyiniyetli bir şekilde, adını Lionel olarak değiştirmesini tavsiye etmiş Hamid'e.
"İsmin yüzünden, derinin rengi yüzünden ayrımcılığa uğrayacaksın. Özgeçmişindeki adres bile, iş bulmanı engelleyecek." demiş öğretmen.
"Yerleşik kalıplara uymuyorsanız, yetenekleriniz, beceri düzeyiniz, hiçbir şey farketmiyor Fransa'da. O yüzden de ayrıldım ben." diye anlatıyor Hamid Senni.
Senni, şimdi, birçok Fransız şirketine, işgüçlerine nasıl çeşitlilik kazandırabilecekleri konusunda tavsiyelerde bulunuyor; Fransa'nın en saygın üniversitelerinden Sciences Po'da ders veriyor ama ilk günlerde, birisine ulaşmak için telefonu Paris'ten değil de, Londra'dan ediyor olmasının daha büyük kolaylık yarattığını söylüyor.
Hamid Senni ile beş yıl önce, bir kitap yazdığında tanışmıştım. De la Cité à la City adını taşıyordu kitap ve Valence kentinin banliyösünde köhne sosyal konutların yer aldığı Cité'den başlayıp Londra'nın yükselen finans merkezine ulaşan yolculuğunu anlatıyordu.
Senni, son cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda Fransız aşırı sağının elde ettiği başarının, Ulusal Cephe'nin, ülke çapında yapılan bir seçimde şimdiye kadarki en yüksek oyu toplamasının, daha fazla sayıda genç Fransızı Manş'ı aşmaya yönlendirmiş olabileceğini düşünüyor.
"Fransa istihdam yaratmak için gerçekten zorlanıyor. Bazıları, 'beyazlara öncelik verilmeli' görüşünde olduğu için de, durum daha da kötüleşti." diyor Hamid Seddi.
İngiliz düşü
Cleo Soazandry'nin annesi Madagaskarlı, babası Gineliymiş. Annesi ve babası Fransa'da tanışmışlar, ardından Cleo doğmuş. Cleo yeni yetme yaşlarındayken, ailesi Paris'ten Londra'ya taşınmış.
"Burada öğretmenlerimden büyük teşvik gördüm. Birdenbire anladım ki, ben aslında burada birşey olabilirim, erişmek istediğim hedeflerim olabilir." diyor Cleo ve televizyonda siyah sunucuları izlemenin kendisini çok etkilediğini, zira o yıllarda Fransa'da siyah TV sunucusunun hemen hemen hiç bulunmadığını anlatıyor.
"Buraya geldiğimde adeta gözlerim açıldı. Ben, Amerikan düşünün, İngiltere'de de mevcut olduğunu düşünüyorum." diyor Cleo Soazandry...