Strasbourg Üniversitesi'nden tarihçi ve sosyal bilimci Samim Akgönül'e göre, mizah dergisi Charlie Hebdo'ya düzenlenen saldırı sonrası "dinin tabu olmaktan çıkarıldığı" Fransa'yı zor bir sınav bekliyor.
Abone ol7 Ocak 2015 tarihi, hem toplumları içinde önemli Müslüman grupları barındıran Batı ülkelerinde hem de Müslümanların çoğunlukta olduğu toplumlarda bir dönüm noktası olacak. Fransa için ise çok özel bir durumla karşı karşıyayız.
Her şeyden önce Fransa toplumu ve devleti "İslam" kavramı ile ilişkilendirilen şiddet eylemleriyle ilk defa karşılaşmıyor.
1994-1996 döneminde Cezayir'de seçimleri kazandıktan sonra yönetimden ekarte edilen İslami Selamet Cephesi (Front Islamique du Salut) ölümle sonuçlanan birçok terörist eylem gerçekleştirmişti.
Daha yakın tarihlerde, 2012'de Toulouse'da, gene Fransa kamuoyunu derinden sarsan, Muhammed Merah isimli bir Fransız vatandaşının saldırılarında üç Fransız askeri ile üçü çocuk 4 Yahudi sivil ölmüştü.
Polis tarafından öldürülen Merah bu saldırılarının, İsrail'in Filistin'de gerçekleştirdiği çocuk katliamlarına intikam amacı taşıdığını düşünmekteydi. Diğer bir deyişle Fransa bu tip şiddete alışık.
Fransa'da din tabu olmaktan çıkarıldı
Son dönemde ise kamuoyunda en çok tartışılan konu Fransa'nın çeşitli büyük şehirlerinin kenar mahallerinden Fransa doğumlu Müslüman gençlerin Suriye cihat savaşçılarına katılmaları oldu. Bu katılımlarda özellikle Türkiye'nin rolünün altı sık sık çizildi.
Korkulan şey bu savaşçıların yavaş yavaş Fransa'ya dönmeleri ve ellerindeki tek "kariyer" olan "insan öldürme", "silah kullanma" konusundaki tecrübelerini Fransa'ya taşımalarıydı.
Şimdilik, Charlie Hebdo saldırısının bütün kamuoyu tarafından İslamcılara mal edildiğini söylemek yanlış olmaz.
Yapılan soruşturma sonucunda bu kadar kör kör parmağım gözüne, saldırganların kendilerini adeta bir tiyatroymuşçasına İslamcı olarak tanıtmalarına rağmen, saldırının başka boyutları ortaya çıksa da, kamuoyunun hafızasına bu böyle kazındı.
Fransa'nın diğer bir özelliği, başka Batı toplumlarında olmadığı kadar dinin tabu olmaktan çıkarılmış olması. "Le droit de blasphème" yani kutsal addedilen değer ve tarihi figürlerle alay etme, bu konularda eleştirel bir söylem kullanma artık yerleşmiş bir kavram ve ifade özgürlüğünün temel taşlarından sayılıyor.
Bütün kutsallıklarla, bütün dogmalarla, bütün dinlerin beyin yıkayan hiyerarşileriyle dalga geçmenin en önemli adreslerinden biri de Charlie Hebdo.
Nasıl dün De Gaulle "Sartre Fransa'dır" dediyse bugün de "Charlie Hebdo Fransa'dır" diyebiliriz. 1960'lardan beri bu dergi siyasal liderleri, ideolojileri, en başta Hristiyanlık, İsa ve Papa olmak üzere bütün dinleri ti'ye alan, cinsel, dinsel, siyasal, bütün tabuları iştahla yıkan bir yayın organı oldu.
Mottosunun da dediği gibi "Sorumsuz dergi" olarak hiçbir kutsallığı göz ardı etmedi. Çok kızdırdı, çok güldürdü, Fransız toplumunun bütün katmanlarının kusurlarıyla ve kutsallıklarıyla bazen ince bazen direkt bir espri anlayışıyla dalga geçti.
Anarşist söylemin ve mizahın sağlıklı, kendinden emin, komplekslerden ve ergen tepkilerinden kurtulmuş, yetişkin bir toplum için ne kadar önemli olduğunu 50 sene boyunca gösterdi.
Ününün Fransa dışına çıkması elbette Danimarka'da yayınlanan Muhammet karikatürlerini tehditlere inat tekrar yayınlaması ile oldu.
Charlie Hebdo bir sembol haline geldi, tehdit altındaydı ama 7 Ocak'ta gördük ki güvenlik önlemleri son derece yetersiz ve lakayttı.
Açıkçası belki devlet nezdinde de toplumda da Charlie Hebdo'nun saldırıya uğrayacağına pek ihtimal verilmiyordu, verilmek istenmiyordu belki de. Şimdi Fransa'yı zor günler bekliyor.
Fransa'yı zor bir sınav bekliyor
Saldırıların hemen ardından ülkenin bütün şehirlerinde toplanan yüzbinlerce insan "şimdilik" Fransız Müslümanları hedef göstermeden dayanışmalarını gösterdiler.
Fransız Müslümanları da gerek yürüyüşlerde gerekse çeşitli açıklamalarla saldırılarla aralarına net bir mesafe koydular.
Ancak "İslamofobi" kavramını bu kadar geniş yorumlayarak bütün eleştirel söylemi ve mizahı kriminalize etmek elbette toplumda tepkiye yol açmakta.
Müslümanlar, daha doğrusu görünür olabilme talebinde bulunan, toplumsal meşruiyet arayışında olan Müslümanlar toplumda tepkiye yol açabilmekte.
İslamofobi söylemi gerçek Müslümanofobiye, yani ayrımcılığa, ırkçılığa yöneltebilmekte. Son durum Fransız toplumu için aşılması zor bir sınav.
Şüphesiz "güvenlik önlemleri" çerçevesinde gene özgürlükler kısıtlanacak, gene eşitlik talebinde bulunanlar milliyetçiler tarafından şiddetle özdeşleştirilecekler, Fransız sağı nefret söylemini ustaca kullanacak.
Diğer taraftan, radikalleşmiş Müslümanlar kendileri için hoşgörü talep ederken Müslüman olmayanlara karşı nefretlerini bileyecekler. Toplumsal kırılma derinleşecek.
Ancak hem Fransız toplumunun genelinde, hem de Müslüman kökenli Fransızların arasında hâlâ Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik ilkelerini içten benimsemiş olanlar büyük çoğunlukta.
Diğerleri komik anarşistleri öldürecek kadar küçülse de, hatta belki özellikle de bu yüzden.