BIST 9.627
DOLAR 35,21
EURO 36,64
ALTIN 2.958,61
HABER /  GÜNCEL

FOX'un ağır topu İsmail Küçükkaya dobra dobra konuştu

Fox TV ekranlarında hafta içi her gün 3 saat 15 dakika izleyiciler ile buluşan İsmail Küçükkaya, Hande Aydemir'in sorularına tüm samimiyetiyle yanıt verdi. İşte Küçükkaya röportajından dikkat çeken satırlar...

Abone ol

İNTERNETHABER.COM – ÖZEL İÇERİK
Hande Aydemir

Türkiye'nin en çok izlenen kanallarından biri Fox TV, onun sabah kuşağı ise tecrübeli bir gazeteci olan İsmail Küçükkaya'ya emanet. Küçükkaya'nın kariyerinda Ankara Temsilciliği de var Genel Yayın Yönetmenliği de... Bir süredir bambaşka bir kulvarda yol alıyor. Hafta içi her gün Fox TV'deki ‘Çalar Saat' programıyla, 3 saat 15 dakika aralıksız kamera karşısında. Masasındaki çiçeklerin eşliğinde yediden yetmişe herkesin anlayacağı, ilgisini çekeceği şekilde Türkiye ve dünya gündemini sunuyor. Yetinmiyor ev kadınlarına, annelere ve çocuklara sesleniyor, kitapları tanıtıp, sevdiği şarkıları çalıyor.

İnternet Haber'den Hande Aydemir, geçtiğimiz günlerde, Çalar Saat biter bitmez, İsmail Küçükkaya ile uzun ve keyifli bir sohbet gerçekleştirdi. Sorduğu sorular ile Küçükkaya'nın kaygılarını, korkularını, sevinçlerini, umutlarını gözler önüne serdi.

İşte Hande Aydemir'in soruları ve verdiği yanıtlat ile İsmail Küçükkaya...

KORKUYORSUN TÜRKİYEM!
KORMAKTA HAKLISIN AMA KORKMA

HANDE AYDEMİR:  İlk olarak kitaptan başlayalım  ‘Korkma’ diye bir kitabınız var.
Biz neden ve niçin korkmayacağız? Nedir kitabın ana konusu ve içindekiler?

İSMAİL KÜÇÜKKAYA: Her gün biz üç saat on beş dakikalık  yayın yapınca ve bunu sosyal medya üzerinde etkileşimini yapınca toplumun nabzını iyi tutuyoruz. Toplumda bir kaygı var o kaygıya eşlik eden korku var bende bunun biraz alt yapısına inmeye çalıştım. Bu korku neden ve bu korkuyu nasıl aşacağız? Ülkenin değerleri, ülkenin sahip olduğu zenginlikler ve bizimde üzerimize düşen sorumluluklar bütün bunları düşündüm. Toplum korkuyor ama korkmasın diyorum ama yazının sonunda da şöyle bir ifadem var ‘Korkuyorsun Türkiye’m korkularında haklısın kork ama korkma!’ yani Murathan Mungan’da çok okuduğumuz şudur;  ‘Gerçek cesaret bizim içimizdeki korkulardan üretilen cesaret olmalıdır!’ dedim. Ben de orda Türkiye’nin bu korkuyu nasıl aşması gerektiğine dair kendi fikirlerim, düşüncelerim ve toplumdan aldığım yansımaları aktarmaya çalıştım.

TÜRKİYE YÖNÜNÜ AB'YE DÖNERSE KORKMAM!

H.A:  Bana bir örnek verir misiniz? Mesela  gençler nasıl korkmasın? Anneler nasıl korkmasın? Sizde korkuyor musunuz?

İ.K:  Gençler mesela işsizlikten korkuyorlar ağırlıklı olarak gelecek kaygısı taşıyorlar. Anneler ülkenin gidişatıyla ilgili ciddi kaygı taşıyorlar. Bugün Türkiye’nin temel meselesi  bence ilk defa uzun yıllar sonra ilk defa oldu bu ekonomi değil. Türkiye’nin temel meselesi bir numaralı gündemi bence iç barış ve Doğu ve Güney Doğu ile ilgili gelişmelere baktığımız zaman insan kaygı duyuyor. Çünkü ilk defa belki yüz yıl sonra ilk defa  Orta Doğu'nun sınırlarının değiştiği dönemdeyiz yani tarih şu an yeniden kurgulanıyor. Biz kırk yıldır terörle mücadele ediyoruz ama ilk defa orta doğuda en az üç tane devletin sınırları değişiyor. Irak bölündü bölünecek Suriye bölündü bölünecek  belki de tam olarak bölündü bile diyebilirsiniz. Bu ve benzeri gelişmelere bakınca Kürt meselesi çok ön plana çıkıyor.

Bizim korkmamız için gerekçemiz var şu terör meselesi ve Orta Doğu'daki gelişmeler bizi korkutmalı iç gerginlikler korkutmalı Türkiye kutuplaştı gerginleşti... Bu bize korku vermeli ama geçmişten itibaren yaşadığımız tecrübelere dayanırsak onlara yaslanırsak oralardan ders alıp yeni akıllar üretebilirsek devlet aklı o zaman korkmamız için bir gerek kalmaz.  

Türkün kurucu değerlerine dönmesi gerekiyor. Devletin tam olarak yansız olması gerekiyor. Bütün etnik ve mezhepsel gruplara karşı bunun temeli de şu gerçek demokrasi  insan haklarına dayalı bir devlet ve Avrupa birliği değerleri. Türkiye yönünü Avrupa birliğine dönerse ki Başbakan Ahmet Davutoğlu bunu yapmaya çalışıyordu ama iktidar partisi içinde bir sürtüşme var... Ben Davutoğlu ve ekibinin  Avrupa yanlısı politikalarının iktidarda egemen olması gerektiğine inanıyorum. Bu olursa korkmam. Ama biz Orta Doğu’ya dönersek yüzümüzü gözümüzü Orta Doğu’ya daha fazla çevirirsek ilişkilerimizi Batılı demokratik ülkeler  yerine mesela Hamas gibi Müslüman kardeşler gibi İhvan gibi veya Orta Doğu'nun diğer dinamiklerine dönersek korkmamız için çok sebep olur diye düşünüyorum.

‘DEVLET TAM ANLAMIYLA YANSIZ OLURSA
TÜRKİYE İÇİN SORUN YOK'

H.A:  Şimdi siz diyorsunuz ki devletin yanlı olmaması gerekiyor devlet yanlı, devlet nasıl yanlı olabilir devlet ve yanlı sözcüğü korkunç değil mi?

İ.K:  Aslında sıkıntılı şundan dolayı bir iktidar çok uzun yıllardır görevde normalde ilk sekiz yılında ben her hangi bir korku hissetmiyordum. Fakat son yıllarda... Tabi iktidar çok uzun sürünce o kişileri de iktidarın kendi mekanizmasında olumsuz etkiliyor. Şimdi geçtiğimiz hafta bir tartışma yaşandı Meclis Başkanı'nın sözleri ile başlayan bir tartışma. Ben hep şunu söyledim bizi bir arada tutacak temel mesele laikliktir.  O da şu devlet ben karşımda gördüğüm kişiye Hande hanım nereli? Sünni mi, Alevi mi? Türk mü, Kürt mü, Çerkez mi, Boşnak mı? diye bakmadan zengin mi, fakir mi? Kadın mı, erkek mi ? Genç mi, yaşlı mı? diye bakmadan tam olarak yansız yaklaşırım. Benim karşıma geldiyse Hande hanım  T.C. vatandaşı olarak eşitimdir. Türkiye’yi Dünyada biricik kılan şey bu hani biriciklik benim hep söylediğim insanlar içinde öyledir. Hepimiz biriciğiz bizi biz yapan ayırt edici özelliklerimiz var Türkiye’yi ayırt edici özellik şu Türkiye çoğunluğu Müslüman olan bir ülke ama içinde her türlü dinsel inanç veya inançsızlıktan insanlar var her türlü ırk ve mezhepten insanlar var eğer devlet tam yansız olursa Türkiye için sorun yoktur.

H.A:  Genelde bu soruyu hep yöneltiyorum Laiklik nedir? Devlet nedir? diye. Sizin laiklik kavramınız nedir?

İ.K:  Aslında tam olarak söylediğim bu yani devletin bütün vatandaşlarına karşı hiçbir fark gözetmeksizin mutlak surette eşit yaklaşımı yansız yaklaşımı laiklik. Genelde bize 'din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması' diye bir klişe anlatırlar. Devlet mekanizması içinde bir Alevi gittiği zaman bir Sünni kadar; bir Türk gittiği zaman bir Kürt kadar eşit davranılacağına inanacak bunu tabi bütün hayatın alanlarında yayabilirsiniz yaymanız gerekir.  Mesela hukuk adalet hakim karşısına çıktığınız da devlet katına çıktığınız da eşitlik var mı yok mu tabi bunun uzantıları şu devlet hiç bir etnik kimliği hiçbir mezhepsel kimliği veya inancı ön plana almayacak ona ayrıcalık tanımayacak hani bir tarafta diskriminasyon dediğimiz dışlayıcılık olmayacak ayrımcılık bir tarafta da pozitif ayrımcılıkta olmayacak.

H.A:  O zaman Türkiye de laiklik ve siyaset birbiriyle çakışıyor mu ya da karışıyor mu ?

İ.K:  Eskiden kötü bir uygulamasını yaşadık biz AKP öncesinde eskiden katı bir laiklik anlayışı vardı bizde çok katıydı oysa şimdi yine katı ama bu defa ters taraftan bir yanlış bir politika uygulanıyor.  Benim inandığım şu tam olarak gerçek tanımına uygun yapmamız gerekiyor bu işi. Hani laiklik dediğimiz zaman özgürlükçü laiklik dindar laiklik böyle bir tanımlama olmaz laiklik tek bir kelimedir ön ek veya son ek almaz. Dolayısıyla onu aşırı yoruma da tabi tutmamamız gerekiyor.

TÜRKİYE'DE MEDYANIN %80’i BASKI ALTINDA
AMA FOX %100 ÖZGÜR

H.A:  Gazeteciler iktidarın büyük baskısı altında olduklarını iddia ediyorlar, kimisi de diyor ki hayır bize hiç bir baskı yok. Siz mesela baskı altında mısınız zaman zaman bu duyguyu yaşıyor musunuz FOX TV’de?

İ.K: Çok önemli bir soru bence yaşamsal bir mesele bu ve ayrıca da çözüm önerisinde içinde barındıran bir sistem sorunu. Şöyle bakıyorum Türkiye’ye;  Türkiye’de medya baskı altında mı? Evet. Ne kadarı? %80’i baskı altında. Ama Türkiye de yüzde yüz özgür medya var mı? Var. Mesela FOX. FOX’ un Dünyada 75 tane televizyonu olan bir marka olduğunu unutmayalım. Şimdi bu televizyon da bizim Ankara’ya dair hiçbir işimizi gücümüz yok. İhalemiz yok, maden şirketimiz yok, holdingimiz yok, bankamız yok... Hiç bir ticari beklentisi teşvik mekanizması ihale beklentisi vs. yok.

Bizim gibi gazeteler de var. Beğenin beğenmeyin. Bugün Sözcü diye bir gazete var. Çok da satıyor ve Sözcü’nün de devlette bir işi gücü yok veya sizin şu anda çalıştığınız kurumu, İnternet Haber'i düşünün internet dünyasında  onun da başka bir işi gücü yok bildiğim kadarıyla sadece gazetecilik yapıyor. Size de bir baskı yok, bize bir baskı yok... Sözcü’ye bir baskı yok... Belli baskı mekanizmaları var mıdır? Ben yönetici olmadığım için bilmiyorum ama bizim hissettiğimiz hiçbir şey yok çünkü medya gruplarının devletle hiçbir işinin olmaması gerekiyor.

ANKARA'NIN FOX'A SAYGI DUYDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM

H.A: Mümkün mü bu?

İ.K: İşte bizim ki mümkün, sizin ki mümkün. Diğer medya gruplarına bakıyorsunuz onların devletle bir bağlantıları var. Şimdi sizin devletten ihale beklentiniz olursa milyarlarca dolarlık işleriniz olursa mesela madenleriniz için, mesela marina işletirseniz devlete bir izin için giderseniz, havayolu şirketiniz, bankanız varsa bir teşvik mekanizmasına yararlanmak istiyorsanız o zaman Ankara’ya gitmek zorunda kalıyorsunuz.

Ben mesela Fox’a Ankara’nın saygı duyduğunu düşünüyorum. Fox şu anda üç yılı hiç geçirmeksizin hem ana haber de hem de Çalar Saat’te sabah programında hiç geçilmeksizin birinci ve devlet bunu görüyor. Halkın ilgisine mazhar olmuş bir kanal ve Ankara’ya gidip her hangi bir işte takip etmediğine göre bizim yöneticilerimiz.

Ben yönetici değilim ama benim yöneticilerimin hiçbir işi yok Ankara ile. Ankara’dakiler de şöyle görüyor "bunlar gazetecilik yapıyor, bunların benden bir beklentisi yok". Bence biz Türkiye de ki demokrasinin, çoğulculuğun ve medya özgürlüğünün peşine düşeceksek Hande hanım bunu yapmamız gerekiyor. Sistemi değiştirmemiz gerekiyor.

H.A:  Değişir mi peki sistem bu saatten sonra ?

İ.K:  Değişmez çünkü iktidara yakın medya grupları da benzeri sistemle besleniyor. Şimdi bakıyorsunuz tirajlar çok kötü reytingleri yok ve Türkiye’de çok fazla sayıda gazete ve televizyon var. Dolayısıyla reklam pastası kısıtlı. Biz henüz Avrupa ülkelerin de ki reklam oranına yani kişi başına oran veya gayrisafi milli hasılaya oran yani ekonominin için de ki reklam pastası çok küçük daha. Ne kadar daha gitmesi gerekiyor biliyor musunuz ? Beş kat. Yani Türkiye de ki reklam pastasının beş kat büyümesi gerekiyor. O daha büyümeden bu kadar gazete bu kadar televizyonu yaşatamıyor. Nasıl yaşatıyorlar iktidara yakın ticari bağlantıları var bir yerden kazandığını medya ya aktarıyor. Medya organları zararda. Ben biliyorum şu anda FOX TV’nin  bilebildiğim kadarıyla zararı yok şu anda.

KARAR BAŞBAKAN DAVUTOĞLU'NA DESTEK İÇİN ÇIKMIŞ

H.A: Karar gazetesi Ahmet Davutoğlu’nun himayesi altında mı çıkıyor? Karar gazetesi ile ilgili ne söyleceksiniz ?

İ.K: Karar gazetesi Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu desteklemek için çıkmış. Çok belli bu hiçbir şüphem yok. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun çizgisini beğenen ve onu desteklemek için yine muhafazakar camiada ki gazetecilerin çıkarttığı bir gazete. Ve yine aynı bağlamda muhafazakâr sermayenin desteklediği bir gazete.

H.A: Kendisiyle yaptığımız röportajda Ertuğrul Öztürk dedi ki, Star gazetesi ve diğer bilimum iktidara yakın gazeteler sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan için çıkıyor ama Hürriyet o şekilde değil biz on milyonlara hitap ediyoruz Star gazetesi sadece bir kişiye hitap ediyor Katılıyor musunuz ?

İ.K:  Ben buna katılmam şundan dolayı tabi o tirajlarına bakıyor muhafazakâr medyadaki tirajlara...Orada ki arkadaşların başarı veya başarısızlığını değerlendiriyor ama  o zaman şu soru da ortada kalır Türkiye gibi bir ülkede 78 milyon insanın yaşadığı ve böylesine bir dönemde Hürriyet gazetesi 300 binlik tirajlardan bahsediyorsa o da bir başarısızlıktır. Yani 300 bini bir başarı diye sunamayız günümüzde. Türkiye’de gerçek bir başarıya sahiplenmek istiyorsak bir gazete olarak bence milyondan bahsetmemiz gerekiyor.

Özkök, şunun altını çizmeye çalışılıyor: Erdoğan hassasiyeti gözeten gazeteleri iğnelemek... Her zaman ki zekice kurgusu diyeyim. Evet bugün Erdoğan’ı destekleyen gazeteler var, bugün Davutoğlu’nu destekleyen gazeteler var veya CHP’ye yakın gazeteler var MHP’ye yakın gazeteler var. Televizyonda diyorum ki "sevgili izleyenler Türkiye haritasını bir puzzle gibi düşünün bu gazetelerin birine baktığınız zaman bugün buna Hürriyet de dahil Türkiye haritasının tamamını göremezsiniz. Sözcü’ye baktığınız zaman da göremezsiniz Star’a baktığınız da ama her biri o puzzle’ın bir parçası ben bir oyun oynuyorum". Ben oyun oynuyorum. İzleyenlere her sabah Sözcü, peşine Sabah, peşine Orta Doğu, peşine bir gün aralara Hürriyet, Habertürk gibi gazeteleri de koyuyorum... Böylece soldan sağa hükümete yakın ve uzak demeden olan bitenin tamamını böyle yansıtıyorum. O zaman puzzle’ı Türkiye haritası gibi tamamlamış oluyoruz.

GAZETELERİN BİRİNCİ SAYFALARI ERDOĞAN KIZMASIN MÜHENDİSLİĞİ İLE YAPILIYOR BU KESİN

H.A: Sözcü ya da Star her iki tarafı da ele alalım Cumhurbaşkanı kızmasın ya da Kemal Kılıçdaroğlu kızmasın diye yapmadıkları haberler olabilir mi?

İ.K: Bence Türkiye’ de büyük bir mühendislik yapıyor gazetelerin büyük bir bölümü özellikle birinci sayfasını yaparken Erdoğan kızmasın mühendisliği ile yapıyor bu çok kesin. Bazı gazeteler bunu yapıyor ama bazı gazeteler de bilinçli olarak Erdoğan’ı çıldırtalım diye çıkıyor. Bilinçli yani onun antitezi. Erdoğan ile toplum arasında ki ilişki bence aşk nefret ilişkisi.

H.A: Yani Erdoğan üzerine mi kurulu bütün gazetecilik ?

İ.K: Öyle. Çünkü şu anda toplumda karşılığı olduğu için mesela Erdoğan’a duyulan aşk toplumun kabaca % 40'ı... Toplumun kabaca %40’ı da nefret ediyor. Çünkü bu pazar aslında  Erdoğan’a duyulan aşkın Erdoğan’a duyulan nefreti de körüklemek için daha doğrusu onuda bir pazar olarak gören gazeteler var.

2016 yılındayız değil mi Mayıs ayına girdik 14 yıldır Erdoğan’ın liderliği var Türkiye’de.Türkiyedeki evlerin yarısında yaklaşık olarak Erdoğan’a  aşk duyuluyor. Ama öbür yarısında da evlerde Erdoğan nefreti var... O çocuklarda öyle büyüyor 14 yıldır. Şimdi düşünün sizin yaşınız mesela 17 yaşındasınız 3 yaşınızdan beri yani kendinizi bildiniz bileli Erdoğan la ilgili böyle bir ilişki var medya buna göre şekillendiriyor ülkede sorun bu.

Neden sorun? Yaratıcılığı öldürüyor bu ülkede yaratıcılığı öldürünce Erdoğan’a aşk duyan kesimde de tirajlar yerlerde Erdoğan’dan nefret eden kesimde de tirajlar sürünüyor. Bu taraf tabi Erdoğan’a nefret edilen taraf da daha çok okuyan kesim dolayısıyla orada ki tirajlar nispeten öbürüne göre daha iyi.

H.A: Diğer taraf? Okumuyor mu?

İ.K: Diğer taraf da daha az okuyan kesim. Bu CHP’ye kim oy veriyor MHP’ye oy veriyor AKP’ye kim oy veriyor sorunsalıyla ilgili bir şey.

H.A: Siz hangi taraftasınız?

İ.K: Ben tarafsızım ben gözlemciyim. Ben aşk ve nefret ilişkisiyle bakmam liderlere. Ben toplumun merkezindeyim.

H.A: Nasıl bakıyorsunuz liderlere?

İ.K: Duygusuz nötr duygusuz ben bütün liderlere şöyle söylüyorum böyle hayranı olacağım bir lider yok şu anda maalesef.

ERDOĞAN'IN ÇATIŞMACI, KAVGACI, YORUCU
TARAFINDAN HOŞLANMIYORUM

H.A: Hiç çıkmadı mı şimdiye kadar? Siz yıllardır gazetecilik yaptınız.

İ.K: Hiç hayranı olduğum bir lider çıkmadı. Bazı özelliklerine hayran olduğum liderler oldu ama bazı başka özelliklerine... Mesela Erdoğan’ın bazı özelliklerine hayran olmuşluğum vardır. Çok çalışkan, çok kararlı, çok cesur mesela o bölümlerine hayran oldum ama çok çatışmacı, çok kavgacı, çok yorucu bu taraflarından da hoşlanmıyorum. Bir lider çıksa mesela 'onarıcı lider'... Kitapta da onun altını çizidim, yapıcı lider Erdoğan yapıcı liderlik yapmıyor o gücünü  yapıcı liderlik onarıcı liderlik için kullanmıyor. Mesela Kılıçdaroğlu belli özelliklerine hayranlığım var belli özelliklerine tepkim var.

H.A: Bu özellikleri sayalım mesela ?

İ.K: Mesela dürüstlüğüne, yumuşak, nazik olmasına mütevazi kimliğine.

H.A: Bir lider de yumuşak olması gerekir mi?

İ.K: Belli özellikler mesela onarıcı liderlik yumuşatıcıdır. Yani toplumda kutuplaştırıcı mesela Erdoğan kutuplaştırıcı ama Kılıçdaroğlu’nda da mesela eksik liderlik görüyorum naif buluyorum onu. Kolay aldatıyorlar. Kanıyor. Koalisyon görüşmelerini 45 gün sürdürdüler oyaladılar. Orta sahada top çevirdiler, izin verdi buna. Onun hatası bu veya şu dokunulmazlık kavgalarında anayasaya aykırı olduğunu söyleye söyleye kabul etti. Ben anayasaya aykırı hiçbir şeyi kabul etmem.

H.A: Düşünün ben sizi bildiğiniz bir işte nasıl kandırabilirim ?

İ.K: Naifseniz sizi ikna edebilirsiniz. İnsanlar ikna edilebilmek üzerine kurgulanmışlardır.

ERDOĞAN'IN DANIŞMANLARI ERDOĞAN'A ÇOK HAYRANLAR

H.A: Erdoğan’ı ikna eden yok mu ?

İ.K: Erdoğan kendi kendini ikna ediyor. Erdoğan’ın hatası da bu şimdi. Erdoğan eskiden danışmalarına çok bakardı ama o zamanlar Nabi Avcı gibi tecrübeli isimler onun danışmanlığını yapıyordu. Şimdi danışman kadro daha genç isimler, tecrübesizler. Neden biliyor musunuz? Onu da söyleyeyim yanlış anlaşılabilir Erdoğan’ın danışmanları Erdoğan’a çok hayranlar. Onu idol gibi görüyorlar onu büyük bir kahraman gibi görüyorlar. Siz büyük bir kahraman gibi gördüğünüz insanı eleştiremezsiniz. Oysa Erdoğan’ın yapıcı bir dille eleştirilmeye ihtiyacı var. Mesela ben yapıcı bir dil kullanırım.

H.A:Erdoğan’da eleştirildiği zaman tepki mi doğuyor?

İ.K: İşte tecrübeli biri ona uygun bir dile lisanla anlatabilmeli Sayın Cumhurbaşkanı burada hatalısınız bunu biz böyle yapalım memleketin hayrına diyebilmeli. Şimdi genç insanlar böyle yaşı 30 civarında olan insanlar Erdoğan’a hayranlar, nasıl söyleyecekler söyleyemiyorlar. Eskiden Nabi Avcı söylüyordu. Biliyorum başkaları ya da Abdullah Gül söylüyordu Bülent Arınç söyleyebiliyordu ama şimdi Erdoğan’ın etrafında böyle hiç kimse kalmadı sorun o. Kılıçdaroğlu’nun etrafında da bence yine onu doğru yönlendirecek kurmayı yok.

H.A: Bir takım eleştirilere maruz kaldınız. Rize olayından bahsediyorum belkide Cumhurbaşkan’ı  o zaman sizi yanlış anlıyordu ya da aksettirildi.

İ.K: Yanlış yönlendirilmiş o. Benim gurur duyduğum yayınlardan bir tanesidir Rize yayını. Ben Rize’nin böyle bir ortam da canlı yayın yaptım 1 saat 15 dakika ve orda herkese ses verdim kulak verdim dakikalarca dakikalarca ama daha sonra provokatif iki üç kişi geldi. Onlar karıştırmak istediler ama biz çok iyi yönettik süreci. Cumhurbaşkanı izlememiş ama yanlış bilgi vermişler.

H.A: Hiç telefon ya da tehdit aldınız mı? O yayından sonra?

İ.K: O yayından sonra değil ama bizim zaman zaman oluyor sosyal medya üzerinden vs.

H.A: Ne diyorlar ?

İ.K: Bütün gazetecilerin başına gelir burada bunu çok dillendirmek istemiyorum ama emniyet bizim için koruma kararı aldı sadece benim için değil.

H.A: Evet bazı gazeteciler koruma atındalar.

İ.K: Fatih Portakal için bizim genel yönetmenimiz için Doğan Şentürk için emniyet koruma kararı aldı ama ben bunları çok bahsetmek istemiyorum. Bu konulardan Türkiye’nin çok ciddi bir meseleleri var gerçekten.

HAVUZ MEDYASI DEMEM, TETİKÇİ DEMEM...

H.A: Yeni dönemde havuz medyası, merkez medya, yandaş medya, tetikçiler bu tarz kavramları duyuyoruz ben 5 yıl öncesinde bu tarz kavramları duymuyordum. Bana bir açıklar mısınız havuz medyası nedir tetikçi nedir?

İ.K: Ben bunları hiç kullanmıyorum kendi dilime çünkü dil varlığı evidir felsefesine çok inanırım kullandığımız dil çok yapıcı olmalıdır. Ama ben mesela diyorum ki hükümete yakın medya veya  muhalefet medyası diyorum bunlar mesela hakaret edici değil tetikçi mesela kim var tetikçi.

H.A: Cem Küçük için söylüyorlar genellikle tetikçi diye. Okur muydunuz Cem Küçük’ü?

İ.K: Tabi tabi Cem Küçük’ü okurum önemserim de ben. Cem Küçük değişik tarz son dönemin en çok dikkat çeken yazarlarından  bir tanesi.

H.A: Peki en çok dikkat çeken yazar neden Star gazetesinden ayrıldı?

İ.K: Ama hala A Haber de ve Beyaz TV’de yayınlar yapıyor.

H.A: Köşesi gitti ama…

İ.K: Köşesi gitti.. Nasuhi Güngör’ün de gitti. Muhafazakar medya da büyük bir kırılma yaşanıyor. Erdoğan tipindeki insanlar, ortada kimseyi istemiyorlar. Ben merkezde bir insanım, ortada diye tanımlıyorum kendimi. Bu tarz insanlardan hoşlanmıyorlar. Onlar mutlak itaat edecek asker istiyorlar medyadada veya muhafazakar dünyada. Erdoğan diyor ki Fethullah Gülen de benim aramda kararınızı verin dedi iş dünyasına.  

Mustafa Karaalioğlu’nu nasıl uyardı canlı yayında, "Ne cemaati. Cemaat demeyeceksin paralel yapı diyeceksin" dedi. Bu netlikte istiyor Erdoğan, net olacaksınız. Ama... Fakat... Lakin... böyle bir şey istemiyor. Aynı şekilde bugün bir kırılma yaşanıyor bu açık o kırılmanın adı Erdoğan ile Davutoğlu arasıdır. O kırılmanın adı Başbakan mı Cumhurbaşkanı mı? O kırılmanın adı parlemantel  demokratik sistem mi başkanlık sistemi mi? Bunun yansımalarını görüyoruz.

Erdoğan diyor ki kimden yanasınız? Ben mutlak benden yana olan insanları göreyim diyor ve  muhafazakar dünyadaki insanlar merkez medyadaki gibi değil onlar şimdi karar verme aşamasında biz reisçi miyiz hocacı mıyız? Şimdi onun ayrışmalığını görüyoruz şu anda.

ERDOĞAN GİRDİĞİ SAVAŞLARIN HİÇ BİRİNİ KAYBETMEDİ

H.A: Peki sonu nereye gider?

İ.K: Kim güçlü kim kazanır ona bağlı. Henüz bilmiyorum. Bugüne kadar Erdoğan girdiği savaşın hiç birini kaybetmedi ama Davutoğlu da unutmayın kararlı bir insan entelektüel bir insan.  Profesör, bir akademisyen bilemiyorum ben kestiremiyorum kimin kazanacağını. İkisinden biri kazanacak ikisinin istediği dünyalar ayrı dünyalar. İlk defa ayrışma görüyoruz bu güne kadar sanki aynı dünyayı istiyormuş oyununu oynadılar bu oyunu Gül’lede oynamıştı Erdoğan. Gül çok diplomatik davranmayı bildi. Çok kavgalar ettiler ama kol kırıldı mı yen içinde kaldı. Davutoğlu ile böyle olmuyor çünkü şimdi karar aşamasındayız.

H.A: Daha önceden ön görülemedi mi ? Ahmet Davutoğlu gelmeden önce bir sürü isim vardı o zaman hatırlıyorsanız ?

İ.K: Öngörüldü ama onların hangisi gelse aynı şey yaşanırdı çünkü bu yapısal bir sorun. Erdoğan şimdi bu kavgaları göstererek başkanlık sistemini getirmek istiyor Türkiye’ye. Diyor ki "bakın bu sistem de olmuyor".

H.A: Erdoğan zaten şu an Başkan değil mi ?

İ.K: Şu anda Başkan ama fiilen başkan anayasaya göre Başkan değil yarın bir gün başka bir iktidar gelse Erdoğan bunu böyle yapmaya devam edemez. Onun için o garantiye almak istiyor diyor ki ben şimdi güçlüyüm yüzde elli ile geldim iktidarın partisi de benim partim istediğim gibi at koştururum diyor. Ama Erdoğan biliyor ki hiçbir iktidar kalıcı ve sonsuz değildir. İnsan ömrü geçicidir iktidarlar gelip geçicidir bunu hiç unutmamalı.

CAN DÜNDAR MESELESİ FARKLI BİR MESELE

H.A: Gazetecilere olan yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz siz birçok hükümet gördünüz koalisyon gördünüz  en son yaşadığımız örneklerden biri de belki de Can Dündar’dı. MİT TIR'ları nasıl değerlendirirsiniz

İ.K: Erdoğan eleştirilmekten hoşlanmıyor. Eleştirileri tölaransla anlayışla da karşılamıyor dolaysıyla ve çok alıştığı için özellikle de muhafazakar medya da kahramanlaştırılmaya çok alıştığı için gelen eleştirileri saygıyla karşılamıyor.

Can Dündar meselesi farklı bir mesele şöyle bir farklı Can Dündar konusu Erdoğan’ın şahsi geleceğini yaşamını siyasi ikbalini de çok yakından ilgilendiren bir mesele, yaşamasal bir konu onun için. Can Dündar da ona meydan okudu "Yargılanacaksın" diye bir yazı yazdı. Olayın kendisi de hassas. MİT TIR'ları tartışması da hassas dolayısıyla orda iki kişinin birbirlerine adeta meydan okuması ve onun yansımalarını gördük ama Erdoğan’ın kafasında medya özgürlüğü konusu net değil. Burdan kaynaklanıyor kırılma.

DOĞAN ŞENTÜRK BANA SADECE "KENDİN OL" DEDİ

H.A:  Doğan Şentürk bir günden bir güne sizi uyarmadı mı?

İ.K: Hayır hiç Doğan Şentürk ilk başlarken ben ona bir takım sorular sordum "ne istiyorsun patron" diye. "Kendin ol biraderim" dedi. "...Ben senin gazeteciliğini biliyorum" dedi ama ben de tabi FOX’un ana haberini dikkatle izliyorum; kurumsal bir kimliğimiz var bizim.  Ben FOX’un ana haberin deki duyguyu yakalıyorum ona bağlı kalıyorum. Çünkü sonsuz özgürlük diye bir şey yok kimse onu da düşünmesin ama şu bizi bağlayan şey RTÜK kuralları, evrensel hukuk kuralları ve evrensel gazetecilik... Ben çok iyi bir gazeteciyimdir, haber saklamıyorum ama bize engin bir şekilde yorum özgürlüğü sağlıyor FOX. Dolayısıyla hemen hemen hiçbir konuda ama bazen ben Doğan’a sorarım bu konuda yaklaşımın ne derim mesela temel bir mesele vardır onu anlamak isterim kendi yorum zenginliğimi de beslerken de çünkü kurumsal bir yapı vardır bir kurumun içerisindesinizdir.

İSMAİL KÜÇÜKKAYA'NIN BİR GÜNÜ

İ.K: İsmail Küçükkaya bir gününü nasıl geçiriyor ?

H.A:  Yayınım 10'da bitiyor bir 11'e kadar filan buralarda bir duruyorum sakinleşiyorum çünkü 3 saat 15 dakika büyük bir efor istiyor. Varsa öğle yemeklerim oluyor iş yemeklerimi genelde öğlen yapıyorum. Akşam hiçbir şekilde dışarı çıkmamaya gayret ediyorum. Öğlen 12 ile 1 arası bir saat uyuyorum. Her gün 1 saat spor yapıyorum 1 saat okuma yapıyorum yani o da zihnimi ve dilimi zenginleştirsin. Sonra 15:30 civarında ertesi gün hazırlıkları hangi konuda yazacağım hangi konuda Çalar Saat Gazetesi yapacağım ve hangi görselleri kullanacağım başlıyorum. 19.00 da haberleri izliyorum 19:45 reklama girdiği anda TV’yi kapatıyorum ve yatak odasına geçiyorum elimde kitaplar veya ne okumam gerekiyorsa saat 9’da uyumayı planlıyorum.

H.A: Arkadaşlarınızla ne zaman görüşüyorsunuz ?

İ.K: Hafta içi... Fakat şansım şu, hafta sonu hayatımda hiç yaşamadığım bir şeydi. Şimdi hafta sonu benim o şahane bir şey. Gerçi son zamanlarda çok seyahatim oluyor çünkü üniversitelerde konuşmayı da çok önemsiyorum. Çok davet geliyor, 8 haftadır her hafta bir üniversiteye gittim. Hafta sonları benim, bir de yazları benim. Yaz mevsiminde 2 aya yakın bir boşluğum var.

İSMAİL KÜÇÜKKAYA RÖPORTAJININ İKİNCİ BÖLÜMÜ YARIN

handeaydemirtv@gmail.com
hande.aydemir@internethaber.com
@HandeAydemirTV