Türkiye'nin yaşayan en büyük tarihçilerinden Halil İnalcık, ortalığı sallayacak. İnalcık'ın son yüzyılın liderleri ve Osmanlı Devleti ile ilgili görüşleri gündeme oturacak.
Abone olYaşayan en büyük Osmanlı tarihçisi Prof. Dr. Halil İnalcık, Osmanlı dönemi ve Türkiye’nin siyaset hayatına yön veren simalarla ilgili açıklamalarıyla gündem oluşturacak.
Bernard Lewis’in “Köprülü ve Barkan zamanının büyük âlimiydiler, Halil İnalcık tüm zamanların büyük âlimi...” dediği tarihçinin Fatih, Atatürk, İsmet İnönü, Adnan Menderes, Turgut Özal ve Bülent Ecevit gibi devlet adamlarıyla ilgili sözleri hayli tartışılacağa benziyor. Tarih kitaplarında yazmayan, hatıralarda yer almayan pek çok olay da ilk kez İnalcık’ın açıklamalarıyla tarihe geçiyor.
86 yıllık ömrüne onlarca kitap, yüzlerce makale sığdıran; hayatını bir medeniyeti siyasi ve ekonomik olarak tahlil etmeye adayan İnalcık’ın Emine Çaykara ile yaptığı nehir söyleşi, bugün ‘Tarihçilerin Kutbu’ adıyla Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan piyasaya çıkıyor. Söyleşide, Osmanlı’ya ve Cumhuriyet dönemine ilişkin pek çok bilinmeyen konuya değinen İnalcık, Fatih’in annesinin Hıristiyan olduğunu, Mustafa Kemal’in Saray tarafından Samsun’a gönderildiğini söylüyor.
İnalcık’ın ilginç bir iddiası da Cumhuriyet’in ilk yıllarında, hazineye gelir elde etmek için Topkapı Sarayı’ndaki tarihi eşyanın satılması emrinin verilmesi. 27 Mayıs ihtilalinin ekonomik sıkıntı çeken albayların işi olduğunu iddia eden İnalcık, Kürt meselesi hakkında da ilginç bilgiler veriyor.
İnalcık kitapta, yakın dostları ve ailesiyle ilgili sırları da anlatıyor. ‘Medyaya konuşmak yerine makale yazmayı’ tercih eden İnalcık’ın kitabı, şüphesiz pek çok tartışmayı da beraberinde getirecek. İnalcık’ın söyledikleri bugüne kadar tarih ilminde hep doğru kabul edildi. Meslektaşlarının bu açıklamaları nasıl karşılayacağı ise merak konusu. İşte İnalcık Hoca’nın kitabından ilginç başlıklar.
Türkler olmasaydı Ayasofya yerle bir olurdu
Türkler büyük masraflarla devamlı tamir yapmasaydı bugün Ayasofya Camii çoktan yerle bir olurdu. Fatih, Ayasofya’yı şehrin cami-i kebiri ilân ettikten sonra buraya büyük vakıflar, köyler vakfetti; bir kere İstanbul’daki bütün Hıristiyanların cizye vergilerini bu caminin geliri olarak vakfetti Fatih. Saray kapısına bakan duvarlar zayıf olduğu için Sinan bugün gördüğümüz pâyendeleri koydurdu. Kubbe defalarca tamir edildi... Bir kelime ile Ayasofya bugün ayakta ise Osmanlıların bu bakımı sayesindedir.
Mustafa Kemal’i Anadolu’ya İstanbul Hükümeti gönderdi
I. Dünya Savaşı’ndan sonra İttihâd ve Terakki düştü; bütün kötülüklerin İttihâd ve Terakki’den geldiği düşünüldü. O zaman sarayın dikkati Mustafa Kemal’e döndü, Mustafa Kemal’i Anadolu’ya gönderdiler. Erkân-ı Harbiye, Türkiye’de her şeye hâkimdi. İzzet Paşa, Atatürk’ü destekliyor, Pontus kargaşası dolayısıyla onu Samsun’a gönderdiler. Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal...
Enver-Mustafa Kemal rekabeti
Enver-Mustafa Kemal... Memleketi kurtarmak iddiasında olan iki genç subay. Yöntemleri de farklı değil. O zaman Enver gözde idi, padişahın kızıyla evlendi, harbiye nazırı oldu. Fakat Mustafa Kemal de aynı sıralardan geliyor, Enver’in rakibi. İki parlak erkân-ı harp subayının Türkiye’yi kurtarmak için rekabeti... O kadar ki, Mustafa Kemal, Anadolu harekâtını kontrol altına aldığı zaman (yani Sakarya’dan önce) Enver, Orta Asya’dan Kafkasya’ya geldi, Mustafa Kemal başarısız olursa Kurtuluş Savaşı’nın başına geçmek umuduyla. Sakarya dönüm noktasıdır; Mustafa Kemal Sakarya’yı kazanınca Enver çekildi, gitti.
Kriz, İnönü’yü gözden düşürdü
Ata, yakınları ile Yalova’ya giderdi; Fethi (Okyar) Bey filân... Fethi Bey’in parti kurması orada kararlaştırıldı (Serbest Fırka). 1929-1930 dünya ekonomi buhranıyla birlikte Türkiye’de de sefalet hüküm sürüyor. Ekonomik kriz geldiğinde İnönü gözden düştü. Fethi Bey’e Atatürk, “Sen bu partinin başına geç.” diyor. Atatürk’ün bir sözü var: “Ben diktatör değilim, ama Türkiye’yi kalkındırmak için sıkı bir idare uyguluyorum, benden sonra bir diktatör gelmesin.” Atatürk o zaman partiler demokrasisine geçmeyi düşündü, Fethi Bey’in partisinin arkasındaydı ve İnönü’ye karşı olduğu için gelenekçi kitle yeni partiyi fırsat bilerek onun arkasında çoğunluk oluşturdular. Bunun üzerine Atatürk ‘irtica geliyor’ korkusuyla o partiyi lağvetti, Fethi Bey hiçbir direnç göstermedi, bir nevi danışıklı dövüştü zaten.
Ermeni meselesinde Türk hükümetlerinin ihmali var
I. Dünya Harbi patlak verince, Ermeni komitecileri Rusya tarafında bir askerî birlik kurdular, bize karşı savaştılar. Erzincan’da, Erzurum’da, Van’da sabotajlarla, halkı ayaklandırmaya çalıştılar. Tabii Osmanlı hükümeti bazı tedbirler almak gereğini duydu, nihayet tehcire karar verdi. Ermenileri Kuzey Suriye ve Irak’a tehcire karar verince facia başladı. Zaten yol yok, vasıta yok. Ermeniler eşyalarını satıyor, altınları göğüslerine koyuyorlar, çoluk çocuk bu müşkül şartlar içinde yola koyuluyorlar. Ölümcül bir yolculuk. Doğu Anadolu’nun o dağlık, ıssız vadilerinden jandarma himayesinde yol alıyorlar. Eski düşmanları Kürtler baskın yapıyor. Soykırım belgesi olarak Halep’e gönderilmiş bir telgrafı öne sürerler, o sahtedir. Ermeniler, Türk hükümetlerinin ihmali yüzünden dünya kamuoyunu kazanmış durumdalar. Şimdi Kürt davasını da Batı dünyası benimsemiş görünüyor.
İlber Ortaylı, medyaya kendini fazla kaptırdı
İlber Ortaylı’yı 8-10 yaşlarından beri tanırım... Babası Kemal Bey, benim yakın dostumdu. Annesi DTCF’de Rusça hocası olarak uzun yıllar çalıştı, İlber’in Rusçası da oradan geliyor. İlber; genç yaşta her vadide çok okurdu. Büyük sosyalist nazariyeci Buharin’i okuduğunu hatırlarım. İlber’in talebeliği sırasında solcuların kalesi gibiydi SBF. Ağır basan ikinci ilgisi sanırım tiyatroydu. Zamanımızda İlber, Türkçeyi en güzel konuşanlar arasındadır. Gençliğinde turistlere rehberlik de yaptı, bütün Anadolu’yu gezdi. Tabii, öğrencim olarak ondan gurur duyuyorum. İlber’in medyaya kendini fazla kaptırmasını eleştiriyorum. Kendisi birkaç önemli kitap yazdı, ama ötesinde yapabileceği çok şeyler var.
Topkapı Sarayı’ndaki hazineler az daha satılıyordu
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, hazineye gelir elde etmek için Topkapı Sarayı’nda bulunan imparatorluğun neredeyse bütün eşyalarının satış emri veriliyor. Topkapı Sarayı’nın ilk müze müdürü Tahsin Öz, “Konya’ya tamire gönderdim.” diyor. Tahsin Bey, hâlis bir Osmanlı beyefendisiydi, o kurtardı (sarayı). Çin’de yapılan son kültür devriminde eski Çin eserlerini imha etmişler, biliyor musunuz?
Eşimi de irticacı yaptılar
27 Mayıs 1960 darbesinden sonra üniversite içinde birtakım mağdur yahut hırslı kimseler rakiplerine karşı komiteye birtakım jurnaller veriyorlar. Bu arada biz de payımızı aldık tabii. DTCF’de beni çekemeyenler var. Komiteye demişler ki: “Halil İnalcık’ın hanımı Şevkiye İnalcık -Arapça doçenti idi o zaman- Kur’an tercüme edilemez, ezan Arapçadan başka bir dille okunamaz gibi beyanlarda bulunuyor, mürtecidir.” Ve bizim hanımı 147’ler arasına kattılar, vazifesine son verdiler. Bana doğrudan doğruya diş geçiremediler.
Eyüp’e bir çapkının adı verildi
Bütün Osmanlı tarihi, Eyüp’teki mezarlıkta. Kutsal niteliği dolayısıyla bugün de birtakım insanlar orada aile mezarlığı kurmaya çalışıyor. 16. ve 17. yüzyıldan kalma güzel mermer mezar taşlarını toplayıp kenara koyuyorlar, orasını aile mezarlığı diye betondan bir duvarla çeviriyorlar. Görülmemiş bir barbarlık! O taşları alıp kenara atıyor, o taşları daha sonra Çingeneler alıp kırıyor. Tarihimiz şuursuzca tahrip ediliyor. Tepeye Piyer Loti diye çapkın bir Fransız subayın adını veriyoruz. Bu da başka bir bilinçsizlik, hafiflik...
Enstitü kurulsaydı Kürt meselesi çözülürdü
Milli Birlik Komitesi (27 Mayıs ihtilalinden sonra), Güneydoğu’da Kürt meselesi için bir toplantı düzenledi, orada hizmet görmüş valileri, ilgili kimseleri, emniyet müdürlerini filân çağırmışlar. Toplantıda Güneydoğu’nun meseleleri konuşuldu, ben bölge meselelerinin ilmî şekilde tespiti için bir Güneydoğu enstitüsü kurulmasını teklif ettim. Türkiye Cumhuriyeti’nin eskiden beri Doğu politikası tutucudur. 1960’ta bu enstitü kabul edilseydi, belki oradaki Kürt vatandaşlarla bir anlaşma zemini hazırlayabilirdik. Bugün dünyanın her tarafında Kürdoloji enstitüleri var.
27 Mayıs, albayların darbesi
DP’yi destekleyenler, bürokrasiden gelmeyen insanlardı, yani memur sınıfını temsil etmiyordu. Bürokratlar, maaşlarının enflasyonla değer kaybetmesini istemez, 1957’den itibaren enflasyon başladı. Menderes ve ekibi iktidarı ele aldıkları zaman İnönü’nün maaşları koruyan sıkı para politikasını terk ettiler, piyasaya bankalardan para akıttılar; köylüye bol bol kredi verildi ve bu çok büyük değişiklik yaptı. Köylü traktör almaya başladı, üretim arttı, hakikaten DP dönemi bir dönüm noktasıdır. Eski Osmanlı’dan gelen paşalar devri ve sıkıyönetim devri kapandı. Piyasaya, köylüye bol kredi enflasyonu getirdi. Enflasyon tabii memurların maaşlarını düşürdü, bürokratlar arasında subaylar da var. Tüm bürokratlar böyleydi; ama halk memnundu. DP din politikasında da müsamahalı bir politika güdüyordu. 27 Mayıs darbesi, devrimi, ne derseniz deyin, albayların yaptığı bir darbeydi.
Türkiye’de devletten geçinenlerle halk çatışıyor
Aslında Türkiye’de birbiriyle çatışan iki menfaat grubu var; birisi 1960 darbesini yapan bürokratlar, devletten geçinen sınıf; öbür tarafta onun dışında köylü, işçi, emeği ile çalışanlar. Bunlar daima seçimlerde karşı gruplardır. Son seçimlerde, Ecevit kuşkusuz bürokratlarla hareket eden, bürokratları temsil eden bir başbakandı, onların sloganını benimsiyordu: “İrtica var.” Çok abarttılar, bu abartma sonucu ne oldu? DP’nin 1950’deki gelişi gibi büyük bir çoğunluk AKP’yi iktidara getirdi. Benim bir tarihçi olarak yorumum budur. Tarihimizde 27 Mayıs bir dönüm noktasıdır, idamları unutmuyor halk. Sonradan halk ne yaptı? Menderes’in abidesini diktiler.
Haber: Abdullha Kılıç
Kaynak: