BIST 9.725
DOLAR 35,20
EURO 36,79
ALTIN 2.970,33
HABER /  GÜNCEL

Mevlana Moğolların ajanı mıydı?

Adı hoşgörüyle özdeşleşmiş olan Mevlana'nın ajan olduğu ididaları gündeme bomba gibi düştü. Peki Mevlana gerçekten katliama karştı mı? Öz oğlunu öldürttü mü?

Abone ol

Mevlana'nın Moğollara para karşılığı ajanlık yaptığı, bu nedenle düşmanlık beslediği mizahın zirve ismi Nasreddin Hoca'yı öldürttüğü iddiaları gündeme bomba gibi düştü. Radikal'den araştırmacı yazar Avni Özgüler, okuyucuyu zaman tünelinde yolculuğa çıkararak olayların kapısını araladı:

Yazı: Avni Özgüler
Kaynak: www.radikal.com.tr  

Mevlana Celadeddin-i Rumi Moğol ajanıydı! Bu iddia yeni değil. Yıllardır akademik çevrede yazılır çizilir. Özellikle de her sene bu hengame 'Şeb-i Aruz'a denk getirilir. Keza en başta, 'Gel yine gel... Ne olursan gel...' mısrasıyla herkesin hafızasına kazınan dizeler olmak üzere pek çok şiirin aslında Hz. Mevlana'ya ait olmadığı da dahil edilebilir bu furyaya...

Son tartışmayı başlatan kişi Selçuk Üniversitesi'nin tarih hocalarından Prof. Mikail Bayram. Öteden beri bu yöndeki değerlendirmelerin bayraktarlığını yapmasıyla tanıdığımız Bayram, 'Sosyal ve Siyasal Boyutlarıyla Ahi Evren-Mevlana Mücadelesi' adlı kitabında, "Mevlana'nın Moğollar tarafından bu hizmetine karşılık maaşa bağlandığını, istilacılardan yana tavır aldığını, buna karşı çıkan herkese ve özellikle de Ahi şeyhlerine hakaretler edip Moğollara direnen kuvvetler safında bulunan Nasreddin Hoca'yı ve daha ötesi öz oğlu Alaaddin Çelebi'yi öldürttüğü" iddiasına yer verdi.

Baycu yılı

Prof. Mikail Bayram'ın Mevlana'nın felsefesine ve oluşmasını istediği İslam anlayışına muhalif olduğunu biliyoruz.

Daha önce katıldığı bir televizyon programında Mevlana'yı, "Emperyalizme yatkın insan yetiştirmekle görevli İran tasavvuf anlayışının temsilcisi olduğunu, günümüzde de bu özelliği dolayısıyla Batı tarafından el üstünde tutulduğunu söylemiş, onun fikirlerinin nihai olarak Anadolu'nun sömürgeleştirilmesinden başka bir amaca hizmet etmeyeceğini, dolayısıyla da zararlı olduğunu" iddia etmişti. Hatta Hz. Mevlana'nın gerçekte Hıristiyan düşüncesinden kaynaklanan günümüzde Nasturilerin de benimsediği 'Hulul' inancına yani Allah'ın insana hulul edebileceği inancına, sahip olanların kümelendiği 'Hululiye Mezhebi'ne mensup olduğunu, Şems-i Tebrizi'nin de Kalenderi tarikatına bağlı bir şeyh olduğunu söylemişti.

Delil olarak da Mevlana'nın Türkmen (Alevi) şeyhleri aleyhine mesela Hacı Bektaş-ı Veli aleyhine beyanlarına, İbni Bibi başta olmak üzere dönemin yazarlarından nakilleri sunuyor.

Göz ardı edilen tablo

Gelelim işin gerçeğine ve Bayram'ın bence bilerek göz ardı ettiği tarih tablosuna. Hz. Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli ve Nasreddin Hoca çağdaştır. Bu dönem Anadolu'da Selçuklu hâkimiyeti vardır. Ve sultan olarak tahtta Gıyaseddin Keyhüsrev oturmaktadır. Ancak Keyhüsrev tahta Anadolu birliğini sağlayan ve Selçuklu kudretini hâkim kılan babası Aleaddin Keykubat'ı zehirletip öldürterek çıkmış bir hükümdardır. Ve onun saltanat yıllarında adına ister bela deyin ister siyasi çözülme, Anadolu kan gölüne döndü. Ünlü Babai İsyanı'ndan söz ediyorum... Prof. Bayram'ın eleştirdiği için yüklendiği Mevlana, Konya'da devletin sarsılmaması için Keyhüsrev'i adam gibi hükümdarlık etmesi için uyarırken kimi Ahi şeyhleri ve 'Baba'lar Selçuklu'ya karşı Baba Resul'ün liderliğinde Anadolu tarihinin en büyük isyanını başlatmış, Selçuklu ordusuna karşı son çarpışmaya kadar peş peşe zafer kazanmışlardı.

Bu dönemde isyana karışmama basiretini gösteren Hacı Bektaş-ı Veli'nin aklı ve birliği temsil etmesinden dolayı herkesin etrafında kenetlendiği Mevlana'ya mektup yazdığı ve müridi Şeyh İshak'la gönderdiği bilinir. O mektupta, "Bütün büyükler ve küçükler yanında toplanıyor; ne yapıyorsun ve ne istiyorsun" diye soran Hacı Bektaş-ı Veli'ye Mevlana şu cevabı veriyor: "Eğer hakikati buldunsa güzel, sus!.. Bulmadınsa neden dünyayı gürültüye veriyorsunuz?"

Aynı dönem Mevlana'nın müridi Nureddin Caca, gördüğü, tanıdığı Hacı Bektaş-ı Veli'yi Mevlana'ya anlatırken onun namaz kılmadığını, bir gün kendisinin namaz kılması gerektiğinde aptdes alması için su getirdiğini söyledikten sonra, "Hacı Bektaş maşrapayı alıp elime verdi ve dök dedi. Ben dökerken temiz suyun kan haline geldiğini gördüm ve hayret ettim" der. Hacı Bektaş'ın yaptığı gözbağcılıktır aslında ve Baba Resul mensuplarının sihirbazlık hüneri edindikleri de bilinir. Mevlana'nın bunun üzerine söylediği şudur: "Keşki kanı su yapsaydı. Temiz suyu kanla kirletmek hüner değil..."

Kösedağ Savaşı

En önemlisi bu isyan Anadolu sınırlarına dayanmış ama Selçuklu'nun güç-kudret sahibi olduğunu düşünerek saldırmayan Moğolları harekete geçirdi. "Derviş sürüsü Selçuklu ordusunu yenebiliyorsa korkacak bir şey kalmamış" dediler ve ilk ağızda Erzurum düştü. Onu Kayseri, Sivas takip etti. Selçuklu padişahı Keyhüsrev neden sonra içki ve kadın âleminden başını kaldırıp ordu toplamayı akıl etti.

1243 yılının 3 Temmuz günü Kösedağ'da deneyimli kumandan ve devlet adamlarının uyarılarını bir yana bırakıp o zamana kadar savaş yüzü görmemiş eğlence arkadaşlarının aklıyla Moğol ordusuna karşı çıktı. Ve sonuçta 80 bin kişilik Selçuklu ordusu 30 bin kişilik Moğol ordusuna yenildi. Hem de ne yenilme. Keyhüsrev otağını, 300 deve yükü altından oluşan hazinesini, haremini, 3000 hayvanı ve her yere yanında taşıdığı arslan, pars, leopardan oluşan seyyar yırtıcı hayvan koleksiyonunu savaş meydanında bırakarak kaçtı... Bizans kaynakları savaş günü Keyhüsrev'in sarhoş olduğunu kaydederler. Bu aklı bir karış havada Selçuklu hükümdarı için kadın düşkünü deyişim boşuna değil. Bizans'ı işgal etmiş olan Latinlerden bir prensesle evlenebilmek için İstanbul'daki baş kumandan Baudouin aracılığıyla Fransa'ya gönderdiği 5 Ağustos 1243 tarihli mektupta (Kösedağ Savaşı'ndan sadece bir ay önce) bakın neler diyor:

"İttifak yapabilmemizin şartı Latin İmparatoru'nun kardeşi prenses Elizabet'in kızıyla evlenmemdir. Prenses, Konya'da kendi dininde tam bir hürriyete sahip olacak, sarayda kendisine bir ibadethane tahsis edilecektir. Zaten benim annem de (Mahperi Hatun) Hıristiyan olup babamın sağlığında sarayda din ve ibadet serbestisine sahip olarak yaşadı. Ayrıca bu evlilik gerçekleştiği takdirde Selçuklu topraklarında yaşamakta olan Hıristiyanların Roma kilisesine bağlanmasını sağlayacağım..."

Keyhüsrev gerçekleşmeyen bu evlilikten önce altı kadınla evlenmiş, ev çok sevdiğini söylediği Gürcü asıllı eşiyle evlenebilmek için, "Paralara kendi resmimle birlikte onun da resmini bastıracağım" taahhüdünde bulunmuştu. Bu sözünü yerine getirdi de...

Kösedağ yenilgisinden sonra 1243 senesi dönemin tarihçilerinin ağzında Moğol Kumandanı Baycu'nun adıyla anıldı. Yani o seneye 'Baycu Yılı' denildi. Selçuklu Devleti Moğollarca vergiye bağlandı. Ama hepsinden önemlisi bütün bu olup bitenden ders çıkarmayan Selçuklu'da iç savaş başladı. Keyhüsrev'in ölümünden sonra en büyüğü 11 yaşında olan üç oğlu ve onların etrafında ayrı ayrı partiler oluşturan bürokratların mücadelesi kapladı ortalığı. Bir ara üç kardeş anlaştırılıp aynı anda tahta oturtuldu, sikkelere üçünün resmi basıldı. Nihayetinde Moğollar yeniden harekete geçip bütün Anadolu'da hâkimiyetlerini sağladılar.

Mevlana ne yaptı?

Bu kargaşa ve işgal döneminin sonunda Mevlana'nın Moğollardan yana tavır aldığı doğru. Şayet Mikail Bayram, 'Mevlana Moğollar'dan yana tavır aldı ve buna karşı çıkanları da eleştirdi' dese haklı olabilirdi.
Mevlana'nın bu tutumunun temel sebebi kaba Moğol gücünün Anadolu'nun manevi ortamında eriyeceği; aksine girişimlerin yeni katliamlar ve Anadolu birliğinin bir daha sağlanmamak üzere bozulacağı inancıdır. Nitekim haklı çıktı. Moğollar gürültüyle gelmiş olsalar da Anadolu'da eridiler ve tarihe 'Moğol çekilmesi' diye bir not düşülmedi.

Ahi şeyhleri yanlışı mı savunmuşlardı derseniz elbette değil. Bağımsızlık ve İslam inancına bağlılıkları Ahi'leri Moğollara karşı direnmeye sevk etti. Ama sonuçta Moğolların yer yer zulme varan baskıyla sağladığı düzende, zahiren de olsa muhafaza ettikleri Selçuklu'dan Osmanlı Devleti doğdu. Üzerinden sekiz asra yakın süre geçtikten sonra bugünün penceresinden Anadolu'ya bakıp, bugünün terminolojisi kullanarak: "Mevlana Moğol ajanıydı" hükmüne varmak için herhalde insaf ve iz'an sınırlarını hayli zorlamak gerek. Hz. Mevlana'nın felsefesine gelince bu ayrı bir yazı konusu. Ama şu kadarını söyleyeyim ki Mevlana yakıştırmaların aksine Kur'an ve ehli sünnet yolunda bir insandı. Ve kendisine yöneltilen eleştiriler bütün tasavvuf erbabına yöneltilen türdendir.