'Medyanın Kubi'si başlığını biz atmıştık Yılmaz için. Çok karar değiştirdiği için, bizim de başımız dönmüştü. Hürriyet'teki fotoğrafını görünce tuhaf olan Yılmaz'ın ilk ya
Abone olFatih Altaylı'nın yerine yazacak Mehmet Yakup Yılmaz. Kendisi bir açıklama yapmamış ama, haftanın 5 günü, Altaylı'nın eski köşesi Mehmet Yılmaz ile dolacak galiba.. Üstte de tabii ki bir karikatür... İşte Yılmaz'ın "Tuhaf oldum" dediği ilk yazısı:
Yazı: Mehmet Yakup Yılmaz
Kaynak: www.hurriyetim.com
-HÜRRİYET ve Hürriyet okuyucuları yabancım sayılmazlar.
Bu gazetenin künyesinde adımın ilk yayınlandığı günü hatırlıyorum.
Adımı orada yazılı görmek çok hoşuma gitmişti, itiraf edeyim.
Hürriyet için hazırladığım değişik eklerin ilk sayılarını elime aldığımda duyduğum heyecanı da hatırlıyorum.
O zaman yaşadıklarımın, hissettiklerimin meslek hayatımın en önemli deneyimleri olduğunu düşündüğümü de...
‘Hayatta en iyi ihtimalle yalnızca tek bir büyük deneyim yaşayabiliriz’ diyen Oscar Wilde’ın ne kadar yanılmış olduğunu görüyorum şimdi.
Erken varılan yargıların yanlışlığını bana bir kez daha düşündüren anılar bunlar.
Benim için yepyeni ve büyük bir deneyim olan bu köşedeki yazılarımı yazarken aklımdan hiç çıkarmayacağım bir kural olarak bunu not ediyorum bir kenara.
Sizlere de aktarıyorum ki günün birinde bu köşede peşin hükümlerle yazılmış bir yazı görecek olursanız, bana hatırlatırsınız.
Meslek yaşamım boyunca çok sayıda değişik dergi ve gazete yayınladım.
Gazete adını verdiğimiz ürünün esas işlevinin okuyucularını dünyada olup biten her şeyden haberdar etmek olduğuna inanan bir gazetecilik anlayışından yanayım.
Gazetecinin görevi topluma bir ayna tutmak ve oradan yansıyanlar hoşuna hiç gitmese bile o aynayı orada kımıldamadan tutmaya devam etmektir, diye düşünürüm.
Burada, bu köşede de bunu yapmaya çalışacağım.
Bir Arap atasözü ‘Hayat iki bölümdür: Geçmiş bir rüya ve gelecek bir dilek’ diyor.
Gelecekten dileğim, bu köşeyi okumak için ayıracağınız zamanın hakkını verebilmektir.
Küçük bir çocukken, büyük káşiflerin yaşamlarına özendiğim yıllarda denize açılan gemicileri izlerken duyduğum ve her ‘yeni sefere çıkışta’ içimden tekrarladığım bir sözle başlayayım: Vira Bismillah!
Yaşadığın her gün önemlidir!
SALI gününden beri Hürriyet’in sürmanşetinde fotoğrafım yayınlanıyor. Bu fotoğrafımın bir gazetede ilk yayınlanışı değil elbette ama insan yine de kendisini ‘sürmanşette’ görünce bir tuhaf oluyor!
Hürriyet’te yazmaya başlayacağımı duyuran o anonslarda yer alan bir cümlecik var, dikkatinizi çekmiş olmalı: ‘Her gün önemlidir.’
Yıllar önce yayınlanan Akbaba dergilerinin yılbaşı kapaklarında eski yıl sırtında ağır bir torba taşıyan bir yaşlı adam, yeni yıl da elinde boş bir torbayla bize gülümseyen dişlek bir bebekle anlatılırdı hep.
Yaşlı adamın taşınamayacak kadar ağır olan torbasının içinde neler vardı?
Doğal felaketler, savaşlar, hatırlanması bile hoş olmayan olaylar, yaşadığımızın farkına bile varmadan takvimlerde üzerine bir çizik atıverdiğimiz günler...
O torbanın taşınamayacak kadar ağır olmasının temel nedeni bu sonuncusuydu diye düşünüyorum, aradan geçen yıllardan sonra.
Çünkü hayatı, bizim için var olduğu şekliyle yaşıyor olmamızın sorumlusu bizden başka kimse de değil.
Kendimizinki de dahil olmak üzere kırdığımız kalpler, ertelenen yaşamlar, sevgisiz kalmak, bulduğumuzun değerini tam olarak bilememek.
Ölümle burun buruna gelen insanlar, daha sonra tam o anda, saniyeler içinde bütün yaşamlarının bir film şeridi gibi gözlerinin önünden akıp gittiğini anlatırlar.
Önemli olanın o seyredilen ‘son filmde’ gördüklerimizin hatırlanmaya değer şeyler olmasıdır, diye düşünüyorum.
Bunun yolu da yaşadığımız her günün bizim için çok özel olduğunu bilebilmekten geçiyor.
Her günü bir bayram gibi yaşayabilmek.
Bakmayın siz bunun ‘deliler için geçerli’ olduğunu anlatan atasözüne.
Gerçek akıllılar, yaşadığı her günün kendisi için çok özel olduğunu bilenlerdir.
Kredi kartı düzenlemesi gerçekçi değil
Kredi kartları ile ilgili yasal düzenleme önümüzdeki hafta Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılacak.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) tarafından hazırlanan yasa taslağı üzerinde bir yıldan fazla bir süredir çalışılıyor.
Genel beklenti bankaların kredi kartı borçlarına uyguladıkları faiz oranı ile ilgili bir kısıtlamanın gerekli olduğuydu, ancak taslak bu konuda bir sınırlama getirmiyor.
Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’in açıklamasına göre bu düzenleme ‘serbest piyasa’ya bırakılıyor.
Varsayım şu: Kredi kartı kullanıcıları, BDDK tarafından her ay açıklanacak faiz oranlarını izleyerek daha az faiz uygulayan bankalara yönelecekler ve böylece piyasa kendi kendine bir dengeye kavuşacak.
Bunun hayalci bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum.
Tüketicilerin bu tür ‘kart değiştirme’ davranışı içine girebilmeleri hem çok zor hem de bir bankaya borçluyken ve dolayısıyla yasada getirilen limitler dolmuşken bir başka bankadan kredi alabilme düşüncesi gerçekçi değil..
Bu durumda bankaların nasıl davranacakları daha çok önem taşıyor: Makul bir faizle tüketimi canlı tutarak ekonomiyi hareketlendirecekler mi, yoksa günlük çıkarlar peşinde eski bildikleri usulde yaşamaya devam mı edecekler?