Zaman'ın tepe ismi Ekrem Dumanlı, haftalık medya yazısında Ata'yı ve Ata'yı ölüme sürükleyen nedenleri irdeledi. Dumanlı, magazin medyasını kızdıracak gibi..
Abone oldiyerek, geçen haftanın gündemini meşgul eden Ata'nın ölümünü yazdı Ekrem Dumanlı.. Dumanlı'nın buradaki hedefi magazin medyası:
Yazı: Ekrem Dumanlı
Kaynak:
-Evet, olacağı buydu! Özenti bir hayatın podyumlardan derlenmiş ucube tarzı, yıllardır dayatılıyor genç nesillere. Magazin haberler allanıp pullanıyor ve bir toplum modeli öneriyor. Şuuraltı kodlarına yeni bir yaşama biçimi zerk ediliyor.
Bir gecede elde edilen şöhretlerin bedeli sorulmuyor, sorgulanmıyor. Her felaketten sonra günah çıkarmaya çalışıyor magazin basını. Sonra var gücüyle yeni bir format yakalıyor ve ışıltılı hayat masallarına devam ediyor...
Günlerdir Ata’nın ölümünü konuşuyor kamuoyu. Hani şu seçim sonuçlarının reytingini geride bırakan Semra Hanım var ya; işte onun oğluna ağıtlar yakılıyor. Gelinim Olur musun programında şöhreti yakalayan Ata’nın feci ölümü, yanlışlardan arınma vesilesi olabilirdi. Ne var ki yanlışlardan dönme yerine hataları çoğaltma yoluna başvuruluyor hem de büyük bir pişkinlikle...
Medya, durumun vahametini hâlâ anlayabilmiş değil! Gencecik bir adamın ansızın gelen şöhret altında ezilmesi, ahir ömründe şöhreti yakalayan ve kamera gördükçe kendini kaybeden bir annenin ekran tutkusu, uyuşturucu komasından çıkamayıp ölüme yenik düşen adamın tabutuna ay yıldızlı bayrak örtülmesi, Semra Hanım’ın acı haberin şokuyla oğlu için “Şehit vermem gerekiyordu.” demesi... Bütün ürpertici ayrıntılar hâlâ ucuz reyting hesaplarıyla değerlendiriliyor...
Ansızın karşılaştığımız bir manzaradan bahsetmiyorum. Yıllardır bu ülkede “televole kültürü” diye isimlendirilen bir hayat tarzı pompalanıyor. “Efendim halk seviyor böyle programları, reyting rekorları kırılıyor” cümleleriyle püskürtülüyor eleştiriler. İşin tadı çoktan kaçtı; magazincilerin umurunda bile değil...
Magazin medyası Ata’ları felakete sürüklüyor
Ata’nın ölümü, göstere göstere gelen bir felaketti. Bunu anlamadılar; daha doğrusu anlamak istemediler. Daha ötesini söyleyeyim: Sınır tanımaksızın yapılan bu yayınlar sürdükçe daha feci olaylar yaşanacak. Basın sosyal yarayı görmezden geldikçe, nesillerin ruhunu kemiren yayınlara tam gaz devam ettikçe, eleştirilere kulak tıkamayı maharet saydıkça otel odalarında son nefesini veren daha çok gencimize rastlayacağız. Ata ilk değildi; görünen o ki son da olmayacak. ‘O, onunla göründü’, ‘Bu, bununla çıkıyor’ üzerine saatlerce süren programlar yapılır mı? Gençliğin model algılaması içine bu kadar bar, pavyon, içki vs. sığdırılabilir mi?
Bir zamanlar sokağın diline “Caner ile Tülin”in aşkı (!) düşmüştü. Sanırsınız Romeo ve Juliet’ten bahsediliyor, sanırsınız modern bir Leyla ile Mecnun hikâyesi yaşanıyor. Ne gezer! Sanal dünyanın bin bir sahne oyunuyla kurguladığı bir tür ilişkiden bahsediyordu medyamız. Zaten nedense hep “seviyeli ilişkiler”i diline dolar magazin programları. Seyredeni aptal durumuna düşürecek kadar tekrarlanan görüntüler arasında bir de baktık ki Romeo Caner, kafayı bulmuş, sokağın ortasında bangır bangır bağırıyor, polise saldırıyor, karakola götürülüyor ve nihayet psikolojik tedavi görüyor...
Magazinciler, “Dünyanın her yerinde böyle şeyler oluyor” demeye ve böyle çürük bir mazeretin arkasına saklanmaya çalışıyor. Burası Türkiye! Aile değerlerinin belli bir çıta seviyesini işaretlediği, dinî, millî ve kültürel değerlerin bireyi şefkatle kucakladığı bir ülkeden bahsediyoruz; yaşı 18’i bulduğunda gençlerin kapı dışı edildiği bir ülkeden değil... Aylarca “Tostumu yedim bekliyorum” haberi yapılabilir mi? Bu haberlerdeki bayağılık, ‘düzeyli ilişkiler’ söylemiyle kotarılabilir mi? Daha önemlisi topluma dayatılan bir hayat tarzı kimler için bir model teşkil eder ve bu dayatmaya aileler nasıl karşı koyabilir?
Hadisenin sosyal boyutundan ısrarla kaçıyor medya. Bu ülkenin bir geçim derdi var. İşsizlik had safhada. Hayat standardının düşük seviyesi gettoları isyanın merkezi haline getiriyor. Suç patlaması yaşanmış; insanlar kapkaççıdan, hırsızdan, yankesiciden korkuyor. Her yıl milyonu aşkın genç üniversite kapısından boynu bükük dönüyor, her yıl on binlerce üniversite mezunu işsizler ordusuna katılıyor... Ve sanki bu ülkede her şey güllük gülistanlıkmış gibi, sanki herkes zevk ü safanın doruğunda yaşıyormuş gibi sahte gülücüklerle bezenmiş bir hayatı ballandıra ballandıra anlatıyor medya. Bir gecede meşhur olan gelinler, kaynanalar, damatlar!..
Sosyal krizin eşiğine hızla yaklaşırken..
Magazinin satıcısı ile alıcısı bir platformda (TV’de, gazetede...) buluşur; bunu anlarsın. “Neticede alan razı, satan razı” deyip geçebilirsin belki. Ancak her televizyon aynı şeyi, aynı tarzda, aynı üslupla yapmaz ki! Ne yayın çerçevesi kaldı Türkiye’de ne de yayın kimliği...
İşi pişkinliğe vurup “sadece medya mı sorumlu?” deyip efelenmekle problem çözülmez. Elbette suçlu sadece medya değil! Ancak acı bir gerçeği görmenin vakti geldi geçiyor. Sosyal bir erozyon yaşıyoruz. Toplum içten içe çürüyor. Bizi biz yapan değerler eriyor. Aile değerleri, komşuluk hakları... Eriyor, hepsi eriyor. Türkiye’de ekonomik kriz çıkacak diye tir tir titreyenler, sosyal bir krizin eşiğinde olduğumuzu fark edemiyor.
Tamam; kabul etmek zorundayız ki dünyanın her yerinde magazin basını var; çünkü takipçileri var. Ne var ki hiçbir yerde magazin medyası bu kadar dayatmacı değil ve her yaştan insanı bu kadar esir alamıyor. Oturma odalarını bile işgal eden pespaye programlar, özel hayatın kendine mahsus mahremiyetini ifşa etti. Bu hazin tablonun seyirci toplaması sosyal depresyondaki vebali ortadan kaldırmıyor. Bireye düşen görevler, aileye düşen vazifeler, devlete düşen hizmetler, sivil topluma düşen sorumluluklar var. Belki bunların hepsi kendine ait alanı doğru bir şekilde doldurarak daha duyarlı bir toplumun oluşmasına katkıda bulunabilir. Bu duruma rağmen söylemek zorundayız ki medya, insan gerçeğine, onun mahremiyetlerine, onun toplumla olan ilişkisine; ve tabii ki bunların sunuluş biçimine bir kere daha eleştirel bir gözle bakmak zorunda. Şöhret yolunda gladyatörler meydana getirmek çok zor değil; ancak o gladyatörlerin lime lime edilişini seyredip ondan zevk almak, cenazesinden bile “flaş haber” üretmek sosyal çöküşte rol almak demektir. Kimseyi ahlâk zabıtası olmaya çağırmıyorum; ancak kıvılcımları evlerimize kadar ulaşmış sosyal bir tehlike karşısında herkese görev düştüğü de ortada; en çok da medyaya vazife düşüyor...
Özgürlük üzerine yeni testler
Geçen haftanın en hareketli konularından biri Ermeni konferansı diye ünlenen program vesilesiyle koparılan fırtınaydı. Vaktiyle Adalet Bakanı, “Bu, milleti arkadan bıçaklamaktır.” demeseydi konferans çoktan yapılmış, sessiz sedasız gerçekleştirilen toplantıdan üç-beş meraklıdan başka kimsenin haberi olmayacaktı. Bakan’ın sert açıklaması üzerine önce program ertelendi, ardından ertelenmiş konferansa çok kısa bir süre kalmışken İstanbul 4. İdare Mahkemesi olaya el koyarak yasak getirdi. Avrupa Birliği yolunda ilerleyen Türkiye’de tuhaf şeyler yaşandığı kesin. Hadiselerin zamanlaması, avazı çıktığı kadar “provokasyon!” diyor. Sanki devlet kendi kendisiyle mücadele ediyor...
Konferans üniversite değiştirdi, program gerçekleştirildi. Ne var ki programa katılan gazetecilere yumurta atılıyor, siyasiler yuhalanıyor. Sebep? Programda yanlış tezler dile getirilecekmiş... İyi de; bir ülkede yanlış düşünceler de söylenebilmeli; değil mi? Çünkü yanlış, izafî bir kavram; kişiden kişiye, zamandan zamana değişebiliyor... Sadece benim fikrim “doğru” demek, bir örnek üzerinde iddia sahibini haklı gösterse bile, ucu bucağı belli olmayan ‘keyfî doğrular’a da kapı açabilir.
Protestolardan nasibini alan Başbakan Erdoğan, “Özgürlüklerden korkmayın.” demiş. Doğru; özgürlüklerden korkmamak gerekiyor. TMK için yapılan yayınlarda da hep bu tema işlendi. Cemil Çiçek’e yönelik eleştirilerin özünde de hep bu vardı. Uyum yasalarında imzası bulunan Çiçek de buna inanıyor olmalı. “Arkadan hançer” benzetmesi ile tarihe geçen Bakan, konferansın yapılabilmesi için yol göstermiş. O yüzden Hürriyet, cumartesi günü “Tüyo Bakan’dan” başlığı ile Cemil Bey’in konferansın yapılması için yol gösterdiğini yazıyordu. Demek ki özgürlüklerden korkmamak gerekiyormuş. Her Türk vatandaşını endişeye sevk eden yeni TMK için de Bakan Bey bir “tüyo” verecektir herhalde; çünkü Hürriyet, Adalet Bakanlığı’nın üzerinde çalıştığı “taslak” için “herkes terörist sayılabilecek”, “141, 142 ve 163. maddeler geri geliyor” demişti... Herhalde Sayın Bakan yine devreye girecek ve özgürlükler için yeni ‘tüyo’lar verecektir...