BIST 9.639
DOLAR 34,58
EURO 36,24
ALTIN 2.963,19

Filistin’de neler oluyor? Biz neler yapıyoruz?

İsrail yine her Ramazan ayında olduğu gibi ne yazıkki Filistin’li dindaş kardeşlerimize zulmediyor, dinimizin en kutsal mabetlerinden olan ve bir diğer açıdan dinimizin namusu olan Mescid-i Aksa’ya saldırılarda bulunuyor.

İki günde yaşanan olaylarda bir çok Filistinli kardeşimiz şehit olurken, onlarca yaralı müslüman tüm zorlamalara rağmen dün akşam 20 bin kişiyle Mescid-i Aksa’yı savunurcasına Teravih namazı kıldı.

İsrail hükümeti de boş durmuyor tabi.

19 Mart Pazar günü Paris'te düzenlenen bir konferansta, İsrail maliye bakanı Bay Bezalel Smotrich çok daha ileri giderek Filistin halkının varlığını yalanladı. Smotrich aynen şu küstah ifadelerde bulundu; “Filistin kültür tarihi var mı? Hayır. Filistinliler yüz yıldan daha kısa bir süre önce icat edilmiş bir halktır.”

İsrail Maliye bakanın bu alçakça açıklamasının ardından maalesef ki hiç bir İslam ülkesinden sert bir tepki gelmedi.

Peki Filistin halkı yok mu? İsrail bu saldırıların gücünü nereden alıyor?

Tarihte biraz geriye giderek, Filistin davasına Jeopolitik açıdan bakalım.

Modern milliyetçilik, Batı'nın ulus-devletlerinin pekişmesi ve emperyalizm ile sömürgecilik çağının başlamasıyla birlikte 19. yüzyılda yükselişe geçti. 1400'lerden itibaren Osmanlı İmparatorluğu, Balkanlar'ı ve Doğu Avrupa'nın bir bölümünü ve şimdi Irak, İsrail/Filistin ve Suriye olan toprakları kapsıyordu. İngiltere ve Fransa, geniş imparatorluklara sahip en güçlü emperyalist uluslar haline geldikçe, Ortadoğu'ya giderek daha fazla ilgi duymaya başladılar.

İngiltere, önemli üretimi kontrol ettikleri Hindistan ve Mısır'a giden ticaret yollarını korumak istedi. Fransa da İngiliz emperyalizminin yayılmasını kontrol etmek istedi ve böylece Suriye ve Lübnan'da misyonlar kurdu.

Siyonizm de bu dönemde Avrupa anti-Semitizmine bir yanıt olarak tutundu ve Yahudiler Filistin'i sığınak olarak seçtiler. Filistin'i boş bir yer olarak ilan ettiler. İngilizler, Siyonist projeyi, Batı değerlerine sahip bir grup yerleşimciyi destekleyerek bölgede bir dayanak oluşturmanın bir yolu olarak gördüler. Birinci Dünya Savaşı'nın emperyalistler arası devasa mücadelesi İngiltere, Fransa ve Rusya'yı Almanya, Avusturya ve Osmanlı İmparatorluğu ile karşı karşıya getirirken, petrolün askeri yakıt olarak kullanılması Ortadoğu'da daha da büyük bir ilgi uyandırdı. İngilizler, çeşitli Arap liderlerine bağımsız ulus sözü vererek bölgede müttefikler yarattı. Nihayet 1916'da İngilizler ve Fransızlar, Osmanlı İmparatorluğu'nun Arap vilayetlerini aralarında paylaştıran gizli Sykes-Picot anlaşmasını ve Filistin'i Yahudilere vaat eden Balfour Deklarasyonu'nu imzaladılar.

Savaştan sonra, yeni Milletler Cemiyeti'nin onayıyla, Fransa ve İngiltere yeni Irak, Lübnan, Suriye, Ürdün ve Filistin uluslarını icat ettiler. Fransa, Suriye'yi ve Lübnan'ı, geri kalanını da İngiltere'yi kontrol ediyordu. Nihai askeri kontrolü sürdürürken, yerel hükümdarlar arasından yeni yöneticiler atadılar ve yerel seçkinleri yükselttiler. Bu arada, bölme ve fethetme mekanizmaları olarak farklı ulusal kültürler ve sadakatler yaratmaya başladılar. Eserler, yeni haritalar ve mitler ve yerel etnik kıyafetler içeren yerel müzeler geliştirildi. Çeşitli dini gruplar da farklılıklarını ve çeşitli uluslar arasındaki ayrılıklarını sürdürmeleri için teşvik edildi. Bölgede güçlü komünist partiler olmasına rağmen, milliyetçiliği teşvik etmek için dönemin Sovyet politikasını izlediler,

Bu arada, 1920'lerde ve 30'larda ve ardından tekrar Nazilerin yükselişinden sonra Filistin'e Yahudi göçü arttıkça, Siyonist liderler Filistinlileri dışlama politikasını benimsedi ve zengin Avrupalı işadamları da Siyonistleri destekledi. Bununla birlikte, Ilan Pappe'nin tanımladığı gibi, 1920'lerde Filistinliler, Suriye ve Mısır'dan gelen Araplar ve Yahudiler Filistin'de demiryolu ve posta işçileri için ilk sendikayı birlikte kurdular. Her iki taraftaki milliyetçi yöneticilerin işçileri ayrı milliyetçi sendikalara çekmesi on yıl sürdü. İsrail devletinin ilanına zemin hazırlayan ayrı yaşam alanları, okullar ve siyasi yapılar da kuruldu.

1920-30'larda artan petrol kullanımı ve keşfiyle ABD'nin Orta Doğu'daki müdahalesi de arttı ve Amerikan şirketleri Suudi Arabistan ve Kuveyt ile sondaj sözleşmeleri yaptı. İngiltere ve Fransa, Sovyetler Birliği ile birlikte ABD'nin rakipleri olarak giderek daha fazla görülüyordu ve ABD, İkinci Dünya Savaşı'ndan en az zarar görmüş olarak ortaya çıktıkça, Suudi Arabistan ve İran'a yaptığı yardımı artırdı ve Suriye, Lübnan ve Mısır'ın bağımsızlığını teşvik etti.

1948'de BM, ABD ve İngiliz desteğiyle İsrail Devleti'ni ilan ettiğinde, Yahudiler nüfusun sadece %30'unu oluşturmalarına rağmen, toprakların %55'i Yahudilere verildi. 700.000'den fazla Filistinli, 500'den fazla köy yok edilirken ve sayısız kişi öldürülürken, şu anda İşgal Altındaki Topraklara veya komşu ülkelere kaçtı. Bununla birlikte, en zengin toprak sahibi Filistinlilerin yabancı bankalarda çok parası ve Kuveyt ve Katar gibi yerel yönetici sınıflarla bağları vardı. Bu zenginliği, bölgedeki diğer devletlerin milliyetçi, kapitalist yöneticileriyle işbirliği yapan Filistin Kurtuluş Örgütü olarak kendilerini pekiştirmek için kullandılar.

Mısırlı Nasır 1960'larda bağımsızlığını ilan ederken, ABD çıkarlarını savunmak için Suudi Arabistan'a daha fazla bağımlı hale geldi ve İsrail ve İran'ı da silahlandırmaya başladı. ABD'nin İran'daki etkisi 1979'da Şah'ın devrilmesiyle sona erdiğinde, İsrail, ABD'nin bölgesel gücünü sürdürmek ve petrol ve boru hatlarına erişim sağlamak için daha da önemli bir varlık haline geldi. İsrailliler Filistinlilere karşı ne kadar baskıcı olursa olsun, ABD yılda 3 milyar doları aşan askeri desteğini sürdürdü. Her zamankinden daha açık faşist politikalarıyla yeni Netanyahu hükümeti bile ABD'yi itiraz etmeye yöneltmedi.

Nihayetinde Filistin bölgesi siyonist yahudilere kurban edildi.

İsrailliler orayı yurt bilerek orada bulunan dindaşlarımıza zulüm etmekten geri kalmadılar.

Her ramazan olduğu gibi bu ramazanda da Müslüman kardeşlerimizi şehit ediyor, ibadetlerini engel olmak için kalleşçe her türlü saldırılarda bulunuyorlar.

Filistin ve Mescid-i Aksa meselesinin dini ve tarihsel önemini zaten biliyorsunuz.

O halde neden bir şey yapmıyoruz?

Daha doğrusu yapamıyoruz!

Biz kendi rahat hayatlarımızda yarını dert ederken orada kutsalımızı can verme pahasına koruyan kardeşlerimizi hiç düşünmüyor muyuz?

Arkadaşlar, orası bizim.

O dava bizim hepimizin.

Kudüs tüm müslümanların.

Sadece orada yaşan Filistinlilerin değil!

Gel görki onlar bizden daha yiğitçe savunuyor Mescid-i Aksa’yı.

Peki biz ne yapıyoruz?

Veya daha neyi bekliyoruz?

‘Kendi için istediğini müslüman kardeşi için istemedikçe tam iman etmiş sayılmazsınız’ diye buyurur Peygamberimiz.

Biz mü’min miyiz?

Bu hadise göre çok zor.

İslam’ın adından başka ne var üzerimizde Allah aşkına.

Bizler o davaya sahip çıkmadıkça Peygamberimizin, Ashab-ı Kibriya efendilerimizin, Selahaddin-i Eyyübinin, Fatih Sultan Mehmedin, Abdulhamithanın yüzüne nasıl bakacağız?

Allah bizi ıslah etsin.

Zira Filistin’de olanları dert etmiyorsak Müslümanlığımızda şüphe vardır.


Allah zalimi kahretsin, mazlumun ve müslümanların yardımcısı olsun.


Selametle..