Böyle demişti Yasemin, Deivid’in şutu direğin içine çarpıp 4. gol olarak ağlara gittiğinde. Yıllar önceydi. Parkta tulumba tatlısı yerken gördüm dün. Rejim yapıyordu aslında. 8 kilo da vermişti. “Niye bozuyorsun?” dedim, “Bugün kural yok" dedi.
Abone olBöyle demişti Yasemin, Deivid’in şutu direğin içine çarpıp 4. gol olarak ağlara gittiğinde. Yıllar önceydi. Parkta tulumba tatlısı yerken gördüm dün.
Rejim yapıyordu aslında. 8 kilo da vermişti. “Niye bozuyorsun?” dedim, “Bugün kural yok, her zerresine kadar yaşanacak mutluluk var” dedi. Yanında tribünde büyüyen ilkokul çocuğu Zeyno.
Her yer Yaseminlerle Zeyneplerle, Elalarla Meryemlerle doluydu dün. Ve ne çok hikaye vardı hem dünün, hem de 3 yıl öncesinden düne gelen maceranın içinde.
Parkta kadınlardan çok erkekler vardı. Kimi nöbeti devredeceği sevdiceğini bırakmaya gelmiş, kimi tribüne küskün olduğundan her daim parkta. Her bir yanda tezahürat, sofralar, meşaleler. İlk defa; “maç noolur abi” diye sormuyor kimse. Kıyıda köşede sohbet edenlerin adını sorsan Fenerbahçe ansiklopedisi gibi. Potaların oradaki bankta oturan Ercan; hemen yanında Aykut var, ağaca yaslanan gencin adı Oğuz, hemen yanında baba kız var. Abimizin adı Selçuk, kızınınki Birsel.
Nesilden nesile miras bırakılan bir sevdanın bugünkü emanetçileri hepsi. Farklı yaşlardan, başka yaşam standartlarından, neredeyse taban tabana zıt siyasi görüşlerden kopup gelmişler aynı parka. Çok zor günleri omuzladılar birlikte. Nisan serinliğinde şişeleri birbirine çarpanların Ocak soğuğunda toma suyuyla birlikte uçmuşlukları, gazı derin derin ciğerlerine çekmişlikleri var.
Parkta ağaçlar yeni çiçeklenmiş, ama mutluluk şarkıları söyleyenlerin bir yanı hep hüzün. Şampiyonluk şarkısının orta yerine duvar dibinden başta bir tezahürat karışıyor. Daha 19 yaşında, düşlerinde özgür dünya… Gayri ihtiyari üzerindeki çubuklu formaya bakıyor herkes, gözler buğulanıyor.
Bu şampiyonluğun çok iç hikayesi var çünkü.
Aziz Yıldırım etkisi
Türk sporunun en acayip figürü var camianın başında. Seveni de bol nefret edeni de. Hep bir direniş abidesi; hem despot. Hem en tutkulu Fenerbahçe sevdalısı; hem kendi tribününün belalısı. Şampiyonluk maçını izledi ama kutlamaları görecek mi belli değil. Her an dünyanın en hukuksuz davası yüzünden içeri girebilir.
Bu takımı kuran kocaman adam takımın şampiyonluğunu uzaktan izledi mesela. Tam da aynı Aziz Yıldırım’ın dizginlemeyen tutkusu ve fevriliği yüzünden.
Ama yerine gelen adam da hakkını verdi o kadronun. Daha ikinci hafta “Şampiyon olacağız” dedi, sözünde durdu. Takımı onca kaosun arasında gerilimden uzak tutmayı başardı, Fenerbahçe’nin karakterini iyi okudu, hep önde kurdu, hem saldırdı ve kazandı. Ve üstelik onun da bir iç hikayesi vardı. En kritik derbisine kalbinde stentle çıktı.
Yılın çıkış yapan ödülü Caner’e, yılın kahramanı ödülü Mehmet Topal’a, helal olsunlu alkışlar Kuyt’a gitti.
Ve tribünler. Orada belki de bu kutlamayı en çok hak edenler vardı. 2011 Eylülünde tribün tarihinin en büyük destanını yazan kadınlar. Soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelirken, bayrağı en önde taşıyan lidere dönüşen kadınlar. O gün tribünün yerini bilmezken, bugün 4 tribün birlikte tezahürat yapabilen kadınlar. Bilet bulamadığı için ağlayan kızlar, annesinin kucağında ilk şampiyonluğu kutlayan veletler.
Başkanı alnının ta ortasından öpen Musa, haylazlıkla geçirdiği seneyi sonlarda toparlayıp Ankara’nın bağlarıyla final yapan Kırşehirli Raul, 3 Temmuz’dan şampiyonluğa uzanan köprü Emenike, şampiyonluk kutlamasına Lefter çubuklusuyla giden Volkan, dikine dikine gittiği çimlerin üzerine çapraz makas darbeleriyle saçını bırakan Alper, sanki bizim evin çocuğu Salih ve Mert, maç sonlarının en güzel adamı Topuz, seneye daha sakin Alves, Bursa golün tarih Egemen, o gazları helal ettik Bekir, senin neren tembel Gökhan, çubuklu giyen herkes, sessiz güç Arap İsmail, görünmez kahramanlar Hasan, Orkun, doktor, masör, futbolcuların çocukları, başkanın kızı ve torunları.
'Çubuklu forma bugün daha dik duruyor'
Cadde boyunca mekan önlerinden kafa salınımlarıyla içerideki ekranlardan pozisyon süzmeye çalışan binler, Erenköy’de cami avlusundaki bankta mırıl mırıl duayla maç izleyen genç sevgililer, Ağrı’da tel nöbetinde cebine küçük radyo sokuşturan Cem, hastanede olduğu için kutlamaları caddeye zorla yolladığı oğlundan dinleyen Necmi amca, ve bedenen orada olamayıp kalplerde yer edenler…
Yüzbinlerin dilinde marş olan güzel çocuk Ali İsmail, ah keşke o üst geçitte sola dönseydin be Burak Yıldırım, güzel abla çubuklu abla Fatma abla, tribünlerin en güzel adamı Mümtaz amca, Hatay sokaklarına çubuklu kaşkoluyla iz bırakan Ahmet Atakan, Selçuk Yula, Serkan Acar, Yüksel Günay. Rahat uyusunlar. Çünkü öptükleri çubuklu forma, 3 yıldır bir gün olsun eğmediği başını bugün daha dik tutuyor. Çünkü Moda’dan Lefter’in Büyük adasına doğru ışık saçan Fener daha bir aydınlık.
Çünkü her Fenerbahçe zaferinde bir iç hikaye vardır. Çünkü artık Fenerbahçe kendisi babadan oğula anlatılacak en duygusal hikayedir. Çünkü artık tribündeki herkes Ali İsmail Korkmaz, çünkü onlar böyle sevdikçe Fenerbahçe yıkılmaz.