BIST 9.673
DOLAR 35,24
EURO 36,67
ALTIN 2.968,48
HABER /  GÜNCEL

Fatih Terim'in büyüklüğü!

Fenerbahçe muhalefetini haksızlıkla suçlayan Şansal Büyüka, Fatih Terim'i ihmal etmedi yazısında.

Abone ol

Fenerbahçe muhalefeti haklı mı? Bana göre değil. Genel Kurul'a bu kadar uzun süre varken, Aziz Yıldırım futbol takımı üstündeki her türlü 'Acemiliği' yapıp, şimdi nispeten kenara çekilmişken, yıllar süren Oğuz Çetin rüyasından uyanıp takımın başına 'işini bilen' bir hoca getirmişken, 'Halka Arz'dan gelecek en az 20-25 milyon dolar parayı beklerken niçin çekilsin? Ben de olsam çekilmem. Başkan'ın neden çekilmeyeceğini sıralayalım. 1- Bakmayın Aziz Yıldırım'ın 'Daha belli değil, görevi bırakabilirim' dediğine. Başkan bu işi müthiş seviyor. Mart ayında mümkün değil, bırakmaz. 2- Daha Genel Kurul'a çok uzun bir süre var ama, Başkan'ın karşısına hangi isimler çıkarsa çıksın, şartlar ne kadar değişirse değişsin, Başkan seçime girecek en yakın rakibine en az 1000-1500 oy fark atar. 3- Başkan 'Halka Arz'dan gelecek 20-25 milyon dolar para ile tam rahatlayacakken, bu rahatlığı kendinden sonra geleceklere neden bıraksın.. 4- Gelecek sezon Galatasaray'ın 100. Kuruluş yıldönümü. Başkan, Galatasaray'ın 100. yılında Fenerbahçe'yi şampiyon yaparak, futboldaki başarısızlıklarını örtmek, daha da önemlisi camiada çok büyük prim yapmak isteyecektir. 5- Başkan'a bu kadar muhalefet yapılırken, Allah'ı var tesisleşmedeki büyük başarısına kendisine öfke duyanlar bile alkış tutmaktadır. Başkan önümüzdeki yıllarda bu tesisleşmeyi sürdürecek 'Daha yapacak çok işimiz var' diye her Genel Kurul'dan haklı olarak vize alacaktır. 6- Bütün bunlar Aziz Yıldırım'ın Fenerbahçe'nin 100. Kuruluş yıldönümü olan 2007 yılına da başkan olarak girmek istemesinin doğal belirtileridir ve Başkan kendi açısından son derece haklıdır. Gelişmeler gösteriyor ki, muhalefet için Aziz Yıldırım'ı yıkmak kolay olmayacak. Hatta çok zor olacak. Ancak bütün bu avantajlar Başkan Aziz Yıldırım'a Fenerbahçe'yi 'Keyfi yönetme' hakkını vermez. Başkan Fenerbahçe'nin muhasebesini 'İşyerinden, kulüp binasına' taşımak zorunda. Başkan camianın her kesimiyle mutlaka 'Barışı' sağlamalı. Aziz Yıldırım'ı yakından tanıyanlar başkanın 'Vefa' duygusunun yıllardır uğramadığı bir semt kadar uzak olduğu görüşünde birleşiyorlar. Başkan artık bir saplantı haline getirdiği 'Medya düşmanlığını' bırakmalı. Her kötü gelişmenin, her kötü sonucun faturasını medyaya kesmekten vazgeçmeli. Örneğin Erman Toroğlu 'Fenerbahçe tarihinin gelmiş geçmiş en iyi başkanı Aziz Yıldırım' derken 'iyi adam', eleştirirken 'Kötü adam' olmamalı. Başkan ve yakın çevresine bakarsanız Türkiye'de Fenerbahçe'nin maçlarını yönetecek hakem bulamazsınız. Başkan ve yönetim anlayışı Federasyonu, hakemleri, medyayı her fırsatta infaz etmekten vazgeçmeli. Özellikle Başkan Aziz Yıldırım sosyal ilişkilerini tepeden tırnağa ve dikkatli biçimde gözden geçirmeli. Sevgi, anlayış, hoşgörü ile tanışmalı. Kulübün içinden, ya da medyadan kendisini eleştirenlerle de el sıkışmalı. Her fırsatta, her yerde, herkesle kavga etmekten vazgeçmeli. Kavga edecekse kazanacağı kavgaları etmeli. Tıpkı Federasyon örneğinde olduğu gibi kavga edip kaybetmemeli. Kulübü ve camiayı 'Kızarak, kırarak, söverek, döverek' yönetmek yerine güçlü, babacan, hoşgörülü bir portre çizmeli. Artık 'Et- tırnak' gibi olduğu bazı çevrelerle ve de bazı işlerde araya mesafe koymalı. Tribünleri organize ederek istediğini 'Alkışlatıp', istediğini 'yuhalatmaktan', daha ilerisini söyleyelim 'Küfür' ettirtmekten vazgeçmeli. En önemlisi, çok yakınındaki, ama 'Çok çok' yakınındaki iki insan ile bazılarının 'Gazı' ile 'Dolmuşa' binmemeli. Son noktayı koyalım. Başkan Aziz Yıldırım Fenerbahçe için gerçekten önemli bir isim. Çok büyük ve de kalıcı işlere imza attı. Galatasaray daha stad projesi ile uğraşırken, herkesin hayran kaldığı stadı yaptı, bitirdi. Görünen o ki, sırada yapacağı çoook daha iş var. Muhalefet kusura bakmasın ama, Fenerbahçe camiası yapacağı işler için Başkan'a yol vermeli, onay vermeli . Ama Başkan Aziz Yıldırım da, 'Başkanlığı' kadar, 'İnsanlığı' da hatırlamalı. Aslan gibi Bizde adettir, ödül almıyorsanız, ödül törenine de genellikle gitmezsiniz. Turkcell ödüllerinde de Fatih Terim'in adı yoktu. Ama Turkcellciler Fatih Hoca'nın ödül vermesini arzu ediyordu... Fatih Hoca'ya gittik, konuştuk, durumu anlattık. İnanın hoca bir dakika düşünmedi, 'Elbette gelirim' dedi; 'Yıllarca ben ödüller alırken o insanlar salonlara gelip alkış tuttu. Şimdi ben de Turkcell gecesine gelip hem ödül vereceğim, hem de ödül alanları alkışlayacağım...' Fatih Hoca böyle dedi de, işin kötü tarafı Turkcell'in ödül gecesiyle Fatih Hoca'nın Adana'da yaptırıp Türk eğitimine armağan ettiği 'Fatih Terim Lisesi'nin açılışı aynı güne rastlamıştı. Bırakın aynı günü, Adana'daki açılış ile İstanbul'daki ödül töreni arasında sadece iki saat vardı. Fatih Hoca özel uçak tuttu, Turkcell'in 'Hoca uçak işini bari bize bırak' önerisini de geri çevirdi ve adeta zamanla yarışarak Başkan Özhan Canaydın'la birlikte Turkcell gecesine yetişip 'Aslan gibi' ödülünü verdi. Ödülü verirken de en az ödül alanlar kadar alkışlandı. Eleştirmek için her fırsatta açığını aradığımız Fatih Terim'in bu davranışı aslında bazılarına ders olmalı. Ama 'O kafa' bu davranıştan henüz ders alacak olgunlukta değil... Böyle gelmiş, böyle gidiyor... De Boer dedikoduları Bazen öyle şeyler oluyor ki, haber kimliği kazanmasa da dedikodusu bile ilgi çekmeye yetiyor. Hani 'Dedikodu baldan tatlıdır' demişler ya işte öyle bir şey... Şimdi her fırsatta Galatasaray'ın Hollandalı transferi De Boer eleştiriliyor... Dedikodular da onunla ilgili... Efendim, transfer zamanı Fenerbahçe Yöneticisi Murat Özaydınlı, kendisine verilen yetkiyle gidip De Boer ile anlaşmış. İş sözleşme aşamasına gelmiş. Ancak Daum, Fenerbahçe ile anlaşınca De Boer ismini duyar duymaz 'Sakın ha' demiş; 'Barcelona'yı geçen yıl bu hallere düşürenlerin başında De Boer geliyor.' Hoca böyle deyince yönetim ne yapsın? Onlar da bu transferden vazgeçmiş... De Boer'la ilgili bir başka dedikodu uzun yıllar oynadığı Barcelona'nın eski kaptanı ünlü oyuncu Bakero'dan... De Boer'in Barcelona'da kalıp kalmaması tartışılırken Bakero, 'Kesinlikle olmaz. De Boer bundan sonra oynasa oynasa ancak golf oynar' demiş. Baştan söyledik; futbol piyasasında dolaşan 'dedikodu' bunlar. Umarız ve dileriz ki De Boer, ortaya koyacağı futbolla bu dedikoducuların ağzını en kısa sürede kapatır. Destan ya da hüsran olmasın Özellikle son dönemlerde kötü bir alışkanlığa kapıldık. Uluslararası alanda yarışan sporcularımızla, takımlarımızı çok geriyoruz gibi geliyor bana... Baksanıza Süreyya Ayhan, Dünya Şampiyonası'nda koştu, günlerce manşetlerden tefrika edip, televizyonlarda ana haber bültenlerine konu ettik. Hele final öncesi... Sanki 70 milyon insanın 70 ton ağırlığı Süreyya'nın omuzlarındaydı. Kim taşıyabilir bu yükü? İnsanın eli-ayağı titrer, dizleri çöker. Tamam, Süreyya final yarışında hastaydı, kabul. Peki bu yıldız sporcuya bu kadar yük bindirmenin, bu kadar germenin, beklentileri bu kadar büyütmenin hiç mi olumsuz etkisi olmadı? Nitekim Süreyya, Paris'te final günü alışılmış kalitesinin altında koşup ikinci oldu. Benzer durumu Avrupa Şampiyonası'nda bayan voleybolcularımızda da yaşadık. Süper kızlarımız başarılı sonuçlar aldıkça onları teşvik edelim, destek olalım derken o kadar gerdik ki, final maçında şampiyonadaki en kötü performanslarını ortaya koyup, kaybettiler. Bunu ben söylemiyorum, bu işi 'Bir bilenine', eski ve ünlü bir bayan voleybolcuya sordum, onun sözlerini aktarıyorum. Şimdi sırada İngiltere maçı var. Allah'a şükür yoğun çabalarımız sonucu Ulusal Futbol Takımımız'ı da 'davul gibi' gerdik. Bakıyorum, o neşeli insan Haluk Ulusoy'un ağzını bıçak açmıyor. O da sırtındaki tonlarca yükün ağırlığı altında. 'Bu işin altından yüzümüzün akıyla kalkacağız' diyor ama bu sorumluluğu taşımak gerçekten kolay iş değil. Aynı şey, hiç kuşkusuz Şenol Güneş ve Can Çobanoğlu için de geçerli. Allah'tan hepsinin deneyimi de, yeteneği de yeterli. Rakip kim olursa olsun, toplum ve medya baskısı ne olursa olsun, umuyorum ki Ulusal Takımımız yarın parlak bir zafere imza atacak. Ancak spor bu, futbol bu... Her türlü sonuca açık. Biz de her türlü sonuca hazırlıklı olmalıyız. Kazanırsak 'destan', kaybedersek 'hüsran' edebiyatı yapmayalım.Özellikle son 10 yıldır yıldız sporcular yetiştiren, büyük takımlar yaratan bir ülkeyiz biz. Bize yakışan her sonucu daha olgun, daha sakin karşılamaktır. Collina yeter mi? İngiltere maçına hakem olarak Collina atandı ya, ulusça 'Düğün-bayram' yapıyoruz. Sanki Collina sayesinde maç kazanmışız gibi. Tamam, Collina Türkiye'ye yakın biri. Türkler'i seven bir hakem. Üstelik Türk takımları Collina ile bugüne kadar hiç kaybetmedi. Ama söyler misiniz, Türk takımları Collina sayesinde bir maç kazandı mı? Collina bizim için yoktan penaltı mı yarattı? Rakip gol attı da iptal mi etti? Oynadık, kazandık. Oynamayın, mücadele etmeyin de o zaman Collina'nın şansı, uğuru kalıyor mu bakalım? Collina'yı bu maça atayan UEFA, İtalyan hakemin Türklere yakınlığını bilmiyor mu? Aylardır yaygara yapan İngiliz basını durumun farkında değil mi? Collina istese de bizim için bir şey yapamaz. Kimse Collina rehavetine kapılmasın. Kimse 'Collina var, işi bitirdik' diye düşünmesin. Allah'tan Milli Takım'ın başındaki Şenol Güneş 'in, Can Çobanoğlu 'nun ayakları yere basıyor. Oynamadan kazanamayacağımızı biliyorlar. Bu 'gaza' gelmiyorlar. Her şeyden önce biz oynayalım, çalışalım, sonra Collina'nın 'Uğuruna-şansına' sığınalım. Kaldı ki Collina'dan önce şans da, Tanrı da çalışanın yanında değil mi?

ter