O ısrarla ben Alman'ın diyor. Fatih Akın Hürriyet'ten Ayşe Arman'a çok çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Abone olAlmanya'da film festivalinde 'Duvara Karşı' filmiyle ödül kazanan yönetmen Fatih Akın son nesil Türklerden. Kendini 'ben resmen Almanım' diye tanımlıyor.
Almanlar onu Alman olarak kabul etmese de o ısrarla ben Alman'ın diyor. Fatih Akın Hürriyet'ten Ayşe Arman'a konuştu. Akın çok çarpıcı sözler sarfetti.
İşte o röportaj:
Fatih Akın, tanımaktan çok keyif aldığım bir adam. Kalın görünüyor biraz, ama ruhu çok ince. Komik ve şeker.
İnsan onunla gerçekten arkadaş olmak ister. İleride, çok daha büyük başarılara imza atacağına eminim. Hem ne önemi var Türk mü Alman mı? Adam gibi adam! Mutlaka ama mutlaka ''Duvara Karşı’’ filmini izleyin. Bu hafta sonu işiniz ne... Pişman olmayacaksınız...
Bu film işleri nasıl başladı?
- 94’te liseyi bitirdim, aynı yıl Güzel Sanatlar’a girdim. Tiyatrolarda oyuncu olarak çalıştım. Aktör olmak istiyordum...
Ne oldu, beceremediniz mi?
- Hayır. O yüzden yönetmen olmaya karar verdim!
Hálá oyuncu olma hayalleriniz var mı?
- Yok. ‘Temmuz’da’ filminde şöyle bir görünüyorum ama şundan oldu: O günkü oyuncular sete gelmedi. ‘Tamam o zaman, ben oynayayım’’ dedim.
Bir öykü kahramanı haline gelinceye kadarki hayatınızda, dikkat çekici neler var?
- Hayallerim ve planlarım. Belli bir plan kurdum ben. 18, 19 yaşından beri de o plan dahilinde hareket ediyorum.
Bu sizin Alman tarafınız mı, plan kurmak?..
- Ne bileyim, Alman mı Türk mü, kuruyorum işte. 98’de ilk filmimi çektim, sonra şunları, şunları yapacağım dedim. Ama aklı havada bir hayalci değilim, çaba sarf ediyorum, popomu kaldırıyorum, eşek gibi çalışıyorum. Şanslıyım da. Planladığım her şey, bir İsviçre saati gibi tıkır tıkır işliyor. İyi bir çevrem var. Onlar da akıl fikir veriyorlar.
Sizin çocukluğunuz adi, sıradan, normal bir çocukluk mu? Yoksa yaşadıklarınızın senaryo değeri var mı?
- Dram değil hayatım. Büyük felaketler, iz bırakan travmalar yok. Sevgi dolu bir ailede büyüyen meraklı bir çocuk var. Özgür bir çocuk. Ve Allah için çok yaramaz. Sürekli orasına burasına dikişler atılıyor. İyi yani. Ama iyi ve güzel şeyler de besler insanı.
Ferzan Özpetek gibi kendinizi zaman zaman Türkiye’de, tedirgin, sınavda, ''uyumsuz ve uygunsuz misafir’’ gibi hissediyor musunuz?
- O duygu var. Her film bir test. Aslında her seyirciye karşı. Ama insanın kökleri Türkse, başka topraklarda büyümüş olsa bile, istiyor ki, en çok kökleri sevsin yaptığı şeyi. Filmim burada beğenilirse çok sevinirim. Beğenilmezse de, kendimi korumak için ''Ne olacak canım’’ derim, ama üzülürüm.
Siz mantalite olarak Alman mısınız, Türk mü?
- Bazen öyle, bazen böyle. Türküm çünkü çok sinirliyim. Hani Türkler girişirler, dövüşürler ya; sakin değil onlar, hep bir ''temper’’ ve ''agresyon’’ var. Bu mesela, bana çok yakın ve tanıdık geliyor. Ama Almanlara benzeyen özelliklerim de var. Orada doğdum büyüdüm, bütün eğitimimi orada tamamladım. Almanca konuşuyorum. Aklımdan geçen lisan Almanca. Rüyamda geçen dil Almanca. Abi resmen Almanım ben!
Hangi dilde küfrediyorsunuz?
- Almanca.
Hangi dilde sevişiyorsunuz?
- Almanca!
Sevgilileriniz genellikle Türk mü Alman mıydı? Sayı rica ediyorum...
- Türk oldu mu ki? Yok, pek olmadı galiba. Genellikle Yugoslav, İtalyan ve Alman’dı. Şimdi evliyim zaten. Benim hanım, yarı Meksikalı yarı Alman.
KIZ KARDEŞİME TAŞ ATIYORLAR
Biz bir ‘sirk ailesi’’ olduk. Birol, baş palyaçomuz. Sibel de yeni katıldı sirkimize. Ama son gelene kötü davrandı insanlar. Tabii ki ona sahip çıkmamız, onu korumamız gerekiyor. Biri benim kız kardeşime taş atıyor. Yakışıyor mu onlara?
Bir Türk gibi mi yargılıyorsunuz yoksa bir Alman gibi mi? Mesela Sibel’in porno hadisesini...
- Burada, mesele insana dönüyor. Alman, Türk, Brezilyalı, fark etmiyor. Hepimizin hedefinin şu olması gerekiyor: Kafalardaki çerçeveleri, önyargıları kırmak. İş sadece Sibel’in hadisesinden ibaret değil ki, bizim Almanya’daki varlığımız da böyle: Almanların çoğu beni hálá Alman olarak görmek istemiyor. İsteseler de istemeseler de, ben istesem de istemesem de, ben Almanım. Sibel de öyle. Yeni Almanlarız biz. Bir Alman ne zaman Alman oluyor? Sarışın ve mavi gözlü olunca mı? İlla böyle mi olman gerekiyor? Ben milliyetlere inanmıyorum. Bence çok eski bir fikir bu.
Sizin ''yırtmış’’ olmanız gerekmiyor mu? Kendinizi hálá Almanya’da küçümseniyor gibi mi hissediyorsunuz!
- E çok kıskanç var! Hele bu olaydan sonra. Ve kıskancı kazanmak gerekiyor.
Nasıl?
- En iyi intikam başarıdır! Başarılı olacaksın!
Size göre kişiliğinizin 5 temel sıfatı ne?
- Sabırsız... Bir kere daha sabırsız... Ama sonra sabır! İkisi aynı anda. Ve çok duygusalım. Haddinden fazla... Sonra agresif ve meraklı. Kedi gibi... Ve tiryaki. Nasıl sigara tiryakisi olursun, benimki de o hesap. Abi, ben hayat tiryakisiyim!
ÖDÜLÜ ALINCA SEVİNDİM SONRA ‘BU BİR LANET!’’ DEDİM
Neden ‘underground’ ve ‘protest’ sinema yapmaya uğraşıyorsunuz?
- Çünkü ‘normal’ yani ‘mainstream’ sinemada (geniş kitlelere seslenen ana akımı temsil eden sinema), daha ticari olmanız gerekiyor. Böyle bir baskı oluyor. Serbest değilsin, özgür değilsin. Oysa, ben aynı zamanda bir sanatçı olarak kalmak istiyorum. Sinema tabii ki ticari bir iş, ‘sadece sanat için’ lafları palavra ama ben yıllar içinde sanatçı kimliğimi de koruyarak filmler yapmayı öğrendim.
Başka tür film yapsaydınız, Alman film endüstrisinden destek alamaz mıydınız?
- Filmlerim beni zenginleştirmedi ama devam edebiliyorum. ‘Şuna yine belli bir para verelim, çünkü riski yok’ diyebiliyorlar. ‘Duvara Karşı’ filmi şimdilik bir sanat başarısı ama bakalım gişe yapacak mı? Göreceğiz.
Altın Ayı’ya neden katıldınız bu arada?
- Bir ödül töreni var, Berlin aynı zamanda bir pazar, iyi bari katılayım, dedim. Esas olarak, kendi bokumu satabiliyor muyum satamıyor muyum onu anlamak istedim...
Peki ödül aldınız da ne oldu? Başınız göğe mi erdi?
- Evet! Filmim 35 ülkeye satıldı. Bütün Güney Amerika’ya, Kuzey Amerika’ya. Bir kapıdır bu, ben o kapıdan girdim...
Kendinizi şimdi daha iyi bir yönetmen gibi hissediyor musunuz?
- Hayır ama kendimi onaylanmış hissediyorum...
Peki biraz da ruhunuzu şeytana satmış gibi hissetmiyor musunuz? Protest bir adamın, resmi onay dağıtan yerlerde ne işi var!
- Protestliği kime karşı yapıyoruz? Kendi çevremiz için değil herhalde. Ben sadece bana benzeyenlere film yapmıyorum ki, ben onlara başkaldırmıyorum ki. Ben ‘mainstream’’e karşı da protest olmak istiyorum. Bunun yollarından biri de böyle uluslararası festivallere katılmak.
Ödülün size zarar vermeyeceğine eminsiniz değil mi?
- Hiçbir şeyden emin değilim! İnşallah vermez. Alınca önce ''Vayyyy be’’ dedim, sevindim. Sonra içimden ''Bu, bir curse’’ dedim. Lanet yani! Artık her yaptığım film, ''Duvara Karşı’’yla ölçülecek. Bu insanı kafada serbest yapmaz. O türlü endişelerim var. Ama ben inatçı bir herifim.
Sinema yapmanız yasaklansa, ne yapardınız?
- DJ’lik. Yaptım da. Ama maalesef geçinemiyorum. Sinemaya gelince, en büyük aşkım, hayatım yani...
Karınızdan mı vazgeçersiniz, sinemadan mı?
- Romantik takılan bir adam olduğum için, sinemadan vazgeçerim. Ama bütün hayat boyu karımın yanında boynu bükük, üzgün üzgün dururum.