Fare-Kulak Rivayeti...
Bir süredir, ne zaman AKP kurmaylarından birisini konuşurken görecek olsam, halk arasında dolaşan bir rivayet geliyor aklıma.
Hani şu farenin insanların kulağını üfleyerek yemesi var ya, hah işte o…
Rivayete göre fare, insanlar uyurken kulaklarını üfleyerek uyuşturup yiyebilir ve insan bunu fark edemez.
İğrenç ya da ürkütücü mü?
Bence her ikisi de…
Hem iğrenç hem de ürkütücü.
Farenin, gerçekte insan kulağı yemişliği var mıdır, orasını bilemem.
Bildiğim şu ki, (sebebin gözü kör olsun) önüne geçemediğim tuhaf düşünceler içindeyim!
Şimdi, “AKP, fare, kulak” ne alaka diyeceksiniz.
Bunu ben de kendime soruyorum.
Öyle ya, ne alaka?
Zihnim A,K ve P harfleri yan yana geldiğinde niçin fare-kulak meselesi ile ilişkilendiriyor?
Oysa tek başına ne A ne K ve ne de P harfi ile bir alıp veremediğim yok. Hani okuyanlar, “araları biraz limoni” zannetmesin diye açıklama zarureti hissettim.
Harfleri bir yana bırakırsak, zihnimde gerçekleşen ilişkilendirme sıralaması şöyle;
Fare diyince kulak, fare ile kulağı birlikte telaffuz edince AKP, AKP denilince de farenin üfleyerek kulak yemesi…
Gel de çık işin içinden!
Böyle anlarda yapabildiğim tek şey, fesuphanallah deyip zihnimi başka konulara yönlendirmek oluyor.
Bu sefer de öyle yapacağım.
Becerebilirsem tabi…
Türkiye’nin son 13 yıllık fetret döneminde, yağmacılara davetiye çıkartılarak kamuya ait elde avuçta ne varsa tamamı buharlaştırıldı. Bu talan ekonomisinin adına her ne kadar “Özelleştirme” denilse de gerçekte, kamuya ait varlıkların birtakım çıkar çevrelerine peşkeş çekilmesiydi.
İşte o günlerde, nüfusun belli bir kesimi durumu anlayamadı ya da henüz canı acımadığı için uyanamadı. Farenin üfleyerek yemesi de böyle bir şey olsa gerek.
Herhangi bir partiye oy verenleri küçümsemek ya da suçlamak gibi bir niyetim yok elbette.
Niçin suçlayayım ki?
Onlar sadece halkın diğer kesiminin yaşadığı mağduriyeti değil, fazladan aldatılmışlığı da yaşayıp gördüler.
Ülkeyi yönetmek üzere seçtikleri isimlerin, ülke yerine özelleriyle birlikte insanları yönetmeye kalkışacaklarını, kalan zamanlarını da tüccarlık yapmaya vakfedeceklerini nereden bileceklerdi ki gariplerim.
Yoksa bilerek, isteyerek her seçimde “inadına AKP” derler miydi?
Seçim günü sandığa attıkları her oyun aslında kendi ayaklarına sıktıkları kurşun olduğunu bilselerdi atarlar mıydı o oyu?
Peki ya, ülkeyi babalarının şirketi gibi yönetenlere dur diyecek kimse yok muydu?
Olmaz olur mu?
Vardı elbet fakat her “yetti artık dur” diyen, Silivri ile tanışıyordu.
İktidarın, müsrif mirasyedi gibi ülkeyi satmaya odaklanmış uygulamalarına karşı muhalefetin itirazı her seferinde “babalar gibi satarız” keyfiliğine toslarken diğer yandan sandıkta “inadına AKP” diyenlerin engeline takıldı.
Bitpazarında batan geminin malları gibi satılan sadece kamu varlıkları değildi oysa.
Onur, haysiyet ve ahlaki değer adına ne varsa bini bir paradan dökülmüştü işportaya.
Geldiğimiz noktaya bakınız!
Ülkedeki işsiz sayısı ve asgari ücret tutarı…
Emeklilere reva görülen aylık tutarı…
Emek üzerinden birilerine para kazandırılan taşeronluk sistemi…
Açlık sınırının altında ve ya yoksulluk sınırında yaşamını sürdürmeye çalışan milyonlar…
Sadece bunlara bakıldığında bile geldiğimiz nokta, açlıkla mücadele için Birleşmiş Milletlerden yardım talep edilmesi noktasıdır.
Nereye baksanız kokuşmuşluk, çürümüşlük, haksızlık, hukuksuzluk, rüşvet, adam kayırma, ahlaksızlık…
Herhangi bir yeri fareler istila etmeye görsün. Şuna değmiş, buna değmemiş derken, her şeyi talan ederler ki öyle de oldu ve kaldık el ele, baş başa, dımdızlak.
Bunu şimdilerde fark ediyor ve bedel ödüyoruz, korkarım ki ilerleyen zamanlarda daha ağır bedeller ödeyeceğiz.
Türkiye’nin bu utanç tablosundan kurtulması elbette mümkündür. Bunun için önümüzde son bir fırsat daha var.
07 Haziran 2015 Genel seçimleri…
Kendinizle inatlaşmayacağınız aydınlık bir gelecek için hazır mısınız?