BIST 9.904
DOLAR 35,20
EURO 36,66
ALTIN 2.966,55
HABER /  GÜNCEL

Evliliğinize sahip çıkın

"Bir erkek pijamasını giyip de, koltuğuna oturmadan onu tanıyamazsın."

Abone ol

Genç çiftler, evlendikleri kişilerin birer yabancı olduklarını anladıklarında artık çok geçtir. Şimdi karar verme zamanıdır, ya paniğe kapılıp, her şeyden vazgeçerler, ya da büyür ve evliliklerine sahip çıkarlar.

Evlilik, bir evcilik oyunu değildir. İki gencin birbirinden hoşlanıp evlenmeye karar vermesi de onları pespembe bir geleceğin beklediğine işaret sayılmaz.

Eskilerin ‘Nikahta keramet vardır’ sözüyle de bir yere varılamayacağı kesin. Görücü usulüyle birbirlerini tanımadan evlenen gençlerin aynı çatı altında ortak bir yaşama alışmaları elbette zaman alır.

Ama birbirlerini sevdiklerini düşünerek evlenen gençlerin de bekledikleri mutluluğa kavuşmaları bazen çok uzun sürebilir.

Birbirlerini okul sıralarında tanımışlar ve daha o günlerde aralarında bir bağ oluşmuştu. Öğrencilik döneminde kaçamak flörtle başlayan ilişkinin evliliğe gittiğini onları tanıyan herkes kabul ediyordu.

Aileleri, çocuklarının üzerine toz kondurmayan, kimseleri beğenmeyen aileleri bile! Bir gün, nişanlandılar. Sonra ortak yaşamlarına başlamak için hazırlığa koyuldular.

Oturacakları ev, kullanacakları eşya hazırlandı. Düğün tarihi saptandı. Ve çocukluklarından beri birbirlerini tanıyan iki genç evlendiler. Evlilik hayatında hiç bir sorunla karşılaşmayacaklarına inanıyorlardı.

Öyle ya çocuklukları birarada geçmişti. İlk gençlik döneminde de beraberdiler.

Yani görünüşe göre, aşık gençler evlilik hayatına uyum sağlamakta hiç zorluk çekmeyeceklerdi.

Ama ne yazık ki öyle olmadı. Genç sevgililer, evlilik hayatına başlamak üzere yeni evlerine ayak bastıkları gün korkunç bir gerçeğin farkına vardılar: Aslında onlar birbirlerine çok yabancıydılar.

Genç kadın, yıllar önce büyükannesinin söylediği bir sözü hatırladı. Bu tecrübeli kadın, torununa ‘Bir erkek evinde pijamasını giyip koltuğuna oturmadan onu tanımış sayılmazsın’ demişti.

Hakikaten de bahçede birlikte oyun oynadığı, okulda aynı sırayı paylaştığı eşinin hemen hiçbir özelliğini bilmediğini anlamak genç kadını kaygılandırmıştı.

Aynı durum genç adam için de geçerliydi. O da eşi olan genç kadınla sanki daha dün ilk kez karşılaşmış gibi yabancılık çekiyordu.Yeni evliler, yeni hayatlarına alışma sürecinde birbirlerini gerçekte hiç de tanıyamadıklarını anlayınca sıkıntılar başladı.

Genç kadın, eşinin o güne kadar hiç farkına varamadığı özelliklerini öğrendikçe şaşkına dönüyordu. Bir süre sonra genç kadın ile eşi arasında bir ‘sen- ben’ çekişmesi başlamıştı. Onlar birbirlerini kırmak istemiyorlardı ama sürtüşmelerin de ardı arkası kesilmiyordu.

Büyüklerin titizliği boşuna değil

Evliliğin sadece duygularla yürümeyeceğini kabul etmek gerek. Birbirlerine aşık olduklarını düşünen gençler, öncelikle aralarında kültür farkı olup olmadığına dikkat etmeliler. İçinde yetiştikleri aile ortamları farklı olmamalı.

İlk cicim ayları geçtikten sonra, eşlerin birbirine söyleyecek sözlerinin kalmaması, ortak bir zevki paylaşamamaları, evliliği uçuruma sürükler.

Birbirinden her bakımdan çok farklı çevrelerde yetişmiş iki gencin evliliğini aşkların en büyüğü bile kurtaramayabilir.

Eskilerin eş seçiminde, aile düzeyini, yaşam koşullarını büyük bir titizlikle incelemeleri boşuna değildir. Günümüzde evliliklerin kısa ömürlü olmasında, gençlerin farklı kültür ve aile ortamından gelmeleri ve bu sorunu aşkın çözümleyeceğine inanmalarıdır.

Eşler, ortak zevklerinin olmadığını, düşünce ve duygularında farklılıklar bulunduğunu anladıkları zaman ‘sen- ben’ çekişmeleri başlar. Kadın, erkeğe kendi zevklerini isteklerini kabul ettirmek için çaba harcar.

Erkek, illa kendi dediklerinin yapılması için direnir. İki taraf da kendini haklı çıkarma telaşına düşer. Bir evde huzurun sağlanması için eşlerin birbirlerine anlayışlı ve sabırlı davranmaları gerekir.

Evlilikte ‘ben’ yoktur, ‘biz’ vardır

Aile içi ilişkilerde karşılıklı fedakarlık çok önemli rol oynar.

Aynı anne ve babanın çocukları olan iki kardeş bile birbirinden çok farklı kişilikler sergilerken, başka başka ailelerde yetişmiş iki yabancının zevklerinin ve düşüncelerinin tıpa tıp birbirine uyması beklenemez.

Her ilişkide olduğu gibi evlilikte de karşılıklı fedakarlık gereklidir. Fedakarlığı sadece bir kişinin üstlenmesi, dengeyi bozar. Kadının bazı istekleri erkeğinkilerle örtüşmese de, bir orta yol bulunabilir.

Fedakarlığı sadece kadından beklemek çok yanlıştır. Ancak ne yazık ki bizim toplulumumuzda, kadın ailenin yükünü büyük ölçüde omuzlarında taşır.

Erkek eşinden ona anlayış göstermesini, zevklerinden, meraklarından fedakarlık yapmasını ister. Karşılığında ise hiçbir özveride bulunmaz. Aile içinde böyle bir manzara yaratılınca, çekişmeler giderek şiddetli kavgalara dönüşür. Bir zamanlar birlirlerini ölesiye sevdiklerini düşünen eşler, bu kez amansız birer düşman kesilirler.

Tahmin edeceğiniz gibi bu koşullar altında evliliğin yürümesi çok zor olur. Ve de böyle bir beraberliği sürdürmenin de pek anlamı kalmaz. Evliliğin içine düştüğü şeytan üçgeninde ikinci ayak, sabırla, anlayışla ve biraz da diplomasi yardımıyla geçilebilir.

Evlilikte bir kişinin hükmedici, bir kişinin de boyun eğici seçilmesi o evliliği başlangıçtan itibaren çıkmaza sokar. Evlilikte ‘ben’ olmamalı. Her zaman kararlar ‘biz’ diye verilmeli. Bir davete söz verirken, eve misafir kabul ederken, yemek yaparken, hatat eve alınacak küçük bir mutfak eşyasında bile birbirinizin fikirlerini almalıısınız.

Yeni bir yuvanın temelleri atılırken, kısır çekişmelere meydan verilmemeli.

Eğer yapılan fedakarlıkları karşı taraf takdir etmiyorsa, o zaman sıkıntıya katlanmanın da bir anlamı kalmaz. Evli çiftler için bireysel zevkler, uğraşılar gündeme gelmemeli.

Evliliğin ömür boyu sürecek bir ortaklık olduğu kabul edilip, bu ortaklığı bozacak davranışlardan kaçınılmalı. Ailelerin rolünü de inkar etmemeli.

Onlar evliliğiniz için bazen bir tehdit gibi görünseler de, problemli zamanlarda tecrübelerine güvenerek hareket edin. Gerektiğinde onlardan yardım istemekten çekinmeyin.