BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46
HABER /  GÜNCEL

Evet, ben Solcu Müslümanım

Yeniharman Dergisi'ne konuşan Ahmet Hakan, siyasi kimliği ile ilgili ilk kez net açıklamalarda bulundu.

Abone ol

Geçen hafta Nuriye Akman ile yaptığın söyleşinin ardından, Hürriyet’in birinci sayfasından, “Artık islamcı değilim” başlığıyla bir haber çıktı. Artık İslamcı değil misin? COŞKUN: Esasında İslam dininin kendisini ifade etmesi için ya da açıklanması için sağ, sol gibi günümüz siyasi kavramlarına ihtiyaç duymadığı kanaatindeyim. Yani İslam dini, aslında tek başına bu dinin terminoloji kendini ifade etmeye yetiyor. Problem şurada:. Bu dinin terminolojisinin bugünün insanı tarafından bilinmeyişinde. Dolayısıyla bugünün insanı, bizler, hepimiz aldığımız eğitimlerle, yaşadığımız bu dünyada birtakım anahtar kavramlarla kendimizi anlatabiliyoruz. Sağ, sol, liberal, komünist, kapitalist diyoruz. Bu terimler günümüzün siyasi terimleri. İnsanlar kendilerini felsefi ve siyasi olarak bu terimlerle ifade ediyorlar. Ben de diyorum ki; İslam bu tür terimlerle izah edilmeye ihtiyaç duyan bir din değildir. Fakat bugünün insanına İslamı, İslamın durduğu yeri siyasi anlamda açıklayabilmemiz için bu terimlerden yararlanabiliriz. Yararlanmaya kalkarsak eğer, İslamcılık veya müslümanlık, sol denilen siyasi düşünceyle, tavır alış biçimiyle sol felsefede daha uyumlu görülüyor. Bunun nedenleri var: İslam, sağ denilen siyasi düşünceyle de çok uyumsuz. Ben öyle görüyorum. Hristiyanlık da böyle, İslam da böyle. Benim amacım bu konuları aslında siyaset bilimcileri tarafından, ilahiyatçılar tarafından, teologlar tarafından oturulup tartışılmasıdır. Bunlar tartışılmıyorlar bile. Ben bir gazeteciyim. Ben bu konuların uzmanı değilim. Okuduklarımdan, bu zamana kadar dinlediklerimden, duyduklarımdan çıkarttığım benim sonuç bu. Bu sonuç doğru veya yanlış olabilir. Ama bunun tartışılmaya ihtiyaç duyulduğunu işaret etmeye çalışıyorum. Ama maalesef Türkiye’de bu konular açık açık tartışılmıyor. Tartışılmalı bence. Uzmanları tarafından ele alınmalı. Bu konularda kitaplar yazılmalı. Müslümanlar, İslamcılar ya da dindar insanlar sağcılıkla Türkiye’de hesaplaşmalı. Bu hesaplaşma maalesef yapılmıyor. Problem burada yani. ... Bu görüşler ardından ne tür tepkiler aldın? COŞKUN: Sol çevrelerden herhangi bir tepki gelmedi. Sağdan tepkiler var daha çok. Ama mesela İslami kesimlerden olumlu görüşler çok fazla. Benim söylediklerimi destekleyen açıklamalar var. Ali Bulaç’ın hakkını vermeliyim: Bu görüşleri 5-6 sene önce dinledik kendisinden. Hatta İslamcılıkla sağcılığın özdeşleştirilmemesi gerektiğiyle ilgili ilk olarak ’80’li yılların başında “Bir Aydın Sapması: Sağcılık” kitabını yazan kişi Ali Bulaç’tır. Olumlu tepkiler de var. Olumsuz tepkiler de var. Peki, kendini siyasi yelpazenin neresine koyuyorsun? COŞKUN: Kendimi sol perspektife yakın buluyorum. Solcu müslüman diyebiliriz mesela. Ankara’da İslamcı-sağcı bir iktidar mı var? COŞKUN: İslamcı bir iktidar yok iktidarda, sağcı bir iktidar var. İslamcı diyemeyiz. Kendileri zaten kendilerini İslamcı diye ifade etmiyorlar. Merkez sağ iktidar var. Ben bu konuda kuşku duyanlardan değilim. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bu konuda çok ısrarcı olduğu, hatta George Bush’la görüşmesinde... COŞKUN: George Bush’la görüşmesinde söz verdi mi, vermedi mi bilmiyoruz. Erdoğan’ın açıklamaları çok net değil miydi? COŞKUN: Net olmayan tarafları da var. Mesela şöyle bir hükümet düşünelim: Bu hükümet bir tezkereyi meclise sevk ediyor. Fakat bakanların bir kısmı imzalamamış. Tezkerenin meclise sevk edildiği için hükümet sözcüsü çıkıyor; bizim içimize sinmedi anlamına gelen şeyler söylüyor. Bütün bunlar aslında çok da böyle büyük bir isteklilik halinin ilk başka bakanlarına sirayet etmediği gösteriyor. Ben Tayyip Erdoğan’ın da içine tam sindiği kanaatinde değilim. O da çok fazla asılsaydı... Savaş sürecinden önce, özellikle tezkerenin gündemde olduğu dönemde, Kanal 7’nin haberleriyle ilgili olarak İslami çevrelerden eleştiriler aldın. Ben de savaş konusunda senin ikilemde kaldığını, çelişkiye düştüğünü düşünüyorum. COŞKUN: Ali Bulaç’ın eleştirilerini ayrıca konuşuruz. Asıl konuyla ilgili birşeyler söylemek istiyorum. Ben şöyle bakıyorum olaya. Reaksiyon gösteren, çok fazla bu konuda tepkili olan bir insanım. İrak’ın İran Savaşı’nda yaptıklarını düşünülelim. Ne bileyim, İran’da devrim olmuş. Ülke daha çalkantılar içindeyken Amerika’nın emriyle birdenbire İran’a saldırmış. Ben üniversite öğrencisiydim, Halepçe katliamı olduğunda... Biz üniversite öğrencileri olarak, katliamı kınayan yürüyüşler yaptık, mitingler yaptık. Konferanslar düzenledik. ben Bir öğrenci olarak, katliamın görüntülerini, dia gösterilerini organize ettim. Yani Halepçe katliamı beni gerçekten çok sarsmış bir katliamdır. Kahrolsun Saddam diye bağırdım. Kimsenin Saddam Hüseyin’den haberdar olmadığı, Halepçe katliamını pek kaale almadığı, takmadığı günlerde 18 sene öncesinden bahsediyorum. Ve Kanal 7’de biz her yıl hiçkimse aklına bile getirmediği günlerde, Halepçe katliamının yıldönümünde, bu katliamda ölenleri anan ve Saddam Hüseyin’i kınayan yayınlar yapıyorduk. Beş yıl önce de yapıyorduk, dört yıl önce de yapıyorduk. Şimdi böyle bir perspektifimiz varken, her insanın yaşadığı o ikilemi ben de yaşadım. Yani bir yanda Amerika... Gerçekten bütün dünya insanlarının söylediği gibi haksız bir şekilde Irak’a saldıracak. Orada işte sonuçta insanlar ölecek. Bir yandan da bu savaşa hayır derken Saddam Hüseyin’le aynı paralelde, hani daha düne kadar Halepçe’de binlerce insanın üzerine gaz bombaları atmış adamın yanında yer almak gibi bir ikilem. Bu ikilemi herkes yaşadı. Ben daha fazla yaşadım. En fazla yaşayan insanım. Her ikisine de hayır demek mümkün değil. Çünkü sonuçta Amerika’ya hayır diyorsunuz; Saddam sizi gülerek izliyor. “He he! Ne güzel, dünya insanları savaşa karşı” diyor. Ayrıca o koltukta o adam oturacak. Biz “Savaşa hayır” diyeceğiz, statüko Irak’ta değişmeyecek. Bu insanlar ne olacak. Irak toplumunun yüzde 60’ı Şii ve hepsinin üzerinde baskı var. Kürtler zaten baskı altındalar. Adamlar ayrılmışlar. Şii bölgelerinde, Ummü Kasr’da Basra’da, Necef’te büyük direnişler oldu. Yine onlar direndi. Adam sattı ülkeyi. Ben hiçbir zaman Amerika’nın bu savaşı mazur gösterecek, makul görecek hiçbir yayın yapmadık. Hiçbir zaman böyle bir perspektifim olmadı. Halepçe katliamı yıldönümü, savaşın birkaç gün öncesine denk geldi. Ben her yıl olduğu gibi Halepçe katliamını kınadım. İnsanlar bana, “Sen Amerika’nın işine gelen şeyler yapıyorsun” dediler. Benim derdim Amerika filan değil. Ben bunu her yıl yapıyorum. Belki savaş yanlısı bazı tipler, o zamana kadar ağızlarına bile almadıkları Halepçe katlimanı çok fazla dillendirdiler ama benim böyle bir tutarsızlığım sözkonusu değil ya da ben yeni keşfetmiş filan değilim. Dolayısıyla Irak halkının yanında olmak, Saddam’a karşı olmak gibi ve savaşa karşı olmak gibi zor tutturulur bir çizgi gizlenmeye çalışıldı o dönemlerde. Savaştan önce özellikle. Bu çok zor bir çizgi. Hergün bir de haberler akıyor, gelişmeler oluyor. Yalpalamalar mümkün olabilir. Bu bağlamda birtakım insanlara tuhaf gelen savaş konusunda mesafeli bir tutum izleniyormuş gibi bir izlenim bırakan ikircikli tavırlar çıkmış olabilir. Ama buna bağlı, bu anlattıklarımla ilgili birşey. Ama ne zaman ki sıcak savaş başladı, o zamandan itibaren herhalde Türk televizyonlarında en fazla insani duyarlılığı sergileyen televizyon biz olduk. Çok çeşitli çevrelerden, “O gün sadece sizin haberlerinizi izleyebiliyoruz. Diğerleri berbat” diye çok kişinin böyle şeyler söylediğini duydum. AGB verilerine göre savaşla birlikte, haberlerin izlenebilirlik oranı çok arttı. Yani biz bazen birinci olduk. Kanal D’yi, ATV’yi, Show TV’yi, Star’ı geçtik. Bazı günler ikinci, üçüncü olduk. Çok önemli bir sonuçtur. Genel kanalların performanslarını gözönünde bulundurursak Kanal 7 haberin birinci olması, ikinci olması, üçüncü olması hatta onlarla aynı düzeyde olması çok önemli bir olaydır. İnsanlar büyük ölçüde bizi izlediler. (Devamı haftaya: Saddam, Irak’ı sattı... Kanal 7, El Cezire kıyaslaması...)