Ahmet Kaya'ya verilen Cumhurbaşkanlığı ödülüne en çok onun tepkisi merak ediliyordu. Ertuğrul Özkök, bugünkü köşesine merhum sanatçıyı taşıdı.
Abone olHürriyet Yazarı Ertuğrul Özkök, Ahmet Kaya'nın Cumhurbaşkanlığı ödülü almasını bugünkü köşesinde değerlendirdi. 1999 yılında Hüriyet gazetesinde sanatçı için kullandığı 'Vay Şerefsiz' başlığından da pişmanlıklarını dile getiren Özkök, 'bugün olsa asla öyle bir başlık atmazdım' ifedelerini kullandı. Kaya'nın yurtdışına kaçmasında bu başlığın da etkili olduğu konuşuluyordu.
BU DEFA NİYE YARINI BEKLEDİM
ÖNCEKİ gün öğleden sonra Hürriyet internet sitesinin başındaki arkadaşımız Bülent Mumay aradı.
“Herhalde duymuşsunuzdur. Cumhurbaşkanlığı ödülü Ahmet Kaya’ya verildi” dedi.
Duymamıştım.
Sıkı bir Ahmet Kaya hayranıdır. Sesinden, benden bu konuda bir “Yarını bekleyemedim” yazısı beklediğini hissettim.
Biraz sonra Milliyet gazetesinden Aslı Aydıntaşbaş aradı.
O da aynı haberi verdi.
Belli ki, herkes o anki tepkimi merak ediyordu.
Aslında, o anki duygularım, yarını bekleyecek gibi değildi.
Yine de “beklemeye” karar verdim.
Söylemek istediğimi tam ve eksiksiz söylemek istiyordum.
BÜTÜN KALBİMLE SEVİNDİM
Haberi duyduğum anki samimi hissiyatım şuydu:
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bu yılki büyük ödüllerden birini Ahmet Kaya’ya vermiş olmasına bütün kalbimle çok sevindim.
Bütün kalbim ve samimiyetimle söylüyorum ki, doğru ve çok güzel bir jest yapmıştır.
Devletin, kurumların ve kişilerin ona yaptığı haksızlığın giderilmesi bakımından, çok önemli ve anlamlı bir hareket olmuştur.
Sayın Cumhurbaşkanı’nı bu kararından dolayı bütün kalbimle kutluyorum.
HOYRAT BİR DEVLETTİR BİZİMKİ
Hoyrat bir devlettir bizimki...
“Zamanın ruhu” belki bu hoyratlıkları görmezden gelmiştir. Ama ayıp ve günahın bir devletin üzerinde kalmaması gerekir.
O bakımdan bu kararı alanlar doğu bir adım atmıştır.
BUGÜN OLSA O MANŞETİ ÖYLE ATMAZDIM
Diyeceksiniz ki, “Bu hoyratlığı yapanlardan biri de sensin”.
Evet öyleyim.
Durmadan diyorum ya, bugün olsa o manşeti öyle atmazdım.
Ama ne yazık ki, hiçbirimiz, geçmişte yaptıklarımızı, arşivlerden silme imkânına sahip değiliz.
Ayrıca silme hakkına da sahip değiliz.
Devletler bu âlicenaplıklarıyla büyürler...
Bana gelince...
Daha önce de söyledim.
Bugün, o haberi yine manşet yapardım. Ama başlığı öyle atmazdım. O günlerde müziğini çok sevdiğim, “Saza niye gelmedin”ini yüzlerce defa dinlediğim Ahmet Kaya’yı bu kadar hırpalayacak, üzecek bir laf yerine daha zeki, daha muzip bir laf bulurdum.
O bile sadece gülerdi belki...
UMURUMDA DEĞİL
Paris’te gidip mezarına bu samimi duygularla çiçek koydum. Bazı insanlar beni yerden yere vurdular.
Tahmin ediyorum, bu yazıdan sonra da aynı şeyi yapacaklar.
Umurumda mı...
Elbette umurumda, ama hiç önemli değil.
Her gazeteci, mazisinde, şöhretli veya şöhretsiz insanlara yaptığı haksızlıkları taşıyarak yaşamaya mahkûmdur.
O UTANÇLA YAŞAMAYI ÖĞRENDİM
Bir zamanlar geçmişte yaptığım hatalara mazeretler arardım.
Bazen bulurdum, bazen de bulamazdım.
Uzunca bir süredir bundan vazgeçtim.
Mazeret aramak yerine, “Benim mazimdir” deyip o utançlarla yaşamayı öğrendim.
Arayıp da bulabileceğim bir mazeret yok.
Ama bugün başka gazetecilerin, gazetelerin yaptıklarına, attıkları manşetlere, yazdıkları yazılara baktığım zaman şunu daha iyi anlıyorum.
Mazeretim yok, ama bunları taşıyarak verebileceğim dersler var.
AHMET KAYA'YI DİNLEDİM
Bu yazıyı yazdıktan sonra Ahmet Kaya’nın “Bir veda havası”nı dinledim.
Şu sözleri çok koydu:
“Parmak uçlarıma değen sıcaklığın
İncecik bir hayatın yarasıdır...”
Hayatımın geri kalan bölümünde, işte bu sıcaklığı tekrar hissetmeye çalışıyorum.
Şu giderek hoyratlaşan Türkiye’de, bulmak zor olsa da...
Bir gün mutlaka bulacağım.