Ermeni Soykırımı/Proje - Çocuklar Trajedisi - Sosyal Medya
Ermeni diasporasına karşı, bizler hangi güçteyiz, nasıl hazırlanıyoruz, hakikaten kara bir tablo mu var?
Ermeni Soykırımı/Proje - Çocuklar Trajedisi - Sosyal Medya
İsviçre’de Atatürkçü Kültür Derneği’nin organizasyonunu üstlendiği ‘100. Yılında Balkan Savaşları ve Bugünkü Balkanlar’ konu kapsamında çok değerli konuşmacılar vardı.
Net söyleyeyim; konu Balkan Savaşları olduğundan, gitmek mi/kalmak mı ikileminde bir süre bocaladıktan sonra (Tarihi çok sevdiğim söylenemez) etkinlik, evime yürüme mesafesi olduğundan “hadi bi bakayım” oldum.
Gazeteci yazar; Yalçın Bayer, Emekli Büyükelçi Onur Öymen, Araştırmacı-Tarihçi; Ali Aslan ve Başbakanlık Arşiv Uzmanı; Yıldırım Aganoglu konuşmacı olarak teşrif etmişler taaa buralara…
Balkan savaşları ve göçler arşivde bulunan görsellerle ayrıntılı anlatıldı.
Bir ‘ecdad güzellemesi’ yapıldı. Buraya kadar tamam...
Konferans öncesi konuşmacılara, hazır buralara kadar teşrif etmişlerken, günümüz Türkiye’sini konuşmamız gerektiğinin altını özellikle çizdiğimi belirteyim…
Konu belki de tam olarak şu olmalıydı; Balkan Savaşları, Balkan Savaşları’ndan bu yana günümüz Türkiye’si…
Neden mi? Anlatayım;
Avrupa’da Türklere yönelik toplantıların bir amacı olması gerektiğini düşünüyorum.
Başbakanlık Arşiv Uzmanı Yıldırım Aganoglu; “2015 Ermeni soykırımı davasına ne kadar hazırlıklıyız?” sorusuna; “Hiç hazırlıklı değiliz’’ cevabı ile kara bir tablo çizerek, beni endişelendirmiştir.
Oysa ki; Ermeni diasporası, soykırım iddialarının 100. Yılı çerçevesinde 2015’e doğru yoğun hazırlıklar içine girmiştir. Amaçları; Türkiye’ye soykırımı tanıtmak ve buna bağlı olarak Türkiye’den tazminat ve toprak almak.
Tarihimizi elbette bilmeliyiz. Tarihte olanlardan ötürü bugün hesap vermek zorundaysak, anlamak ve bilmek kaçınılmaz.
Ama ben konunun tam şurasındayım; tarihi güzellemelere artık ayıracak vaktimiz yok. Gün bugündür. 2015’de bir hesap verilecekse ve Ermeni diasporasının karşısında bir Türk diasporası yoksa, ben neyleyim bu güzellemeyi?
Ermeni diasporasına karşı, bizler hangi güçteyiz, nasıl hazırlanıyoruz, hakikaten kara bir tablo mu var? Bu soruların cevabını acilen bilmek istiyorum…
Avrupa’da bu tür etkinlikler yapan herkese önerim ise; lütfen bugünün tarihine ağırlık verelim. Zamanımızı, bugün için feda edelim. Ve son bir ayrıntı; yorgun konuşmacı getirmeyin karşımıza.
Kezban Hatemi ve Oğlu
Geçtiğimiz günlerde haberlere göz atarken, ‘Oğlunu zorla akıl hastenesine yatırdı’ başlığı dikkatimi çekince tıkladım ve hayretle/ürpertiyle bir çırpıda okudum röportajı.
Açıkcası çok çetrefilli bir konu... Ne anneye sövmek, ne de oğlunu göklere çıkarmayı düşünüyorum.
Kariyer yapmış/hırslı/disiplinli/diktatör bir annenin çocuğu olmanın sonuçları bunlar. Kezban Hatemi; ünlü bir avukat olduğundan konu onun üzerinde dönüyor ama, benzeri hatta daha vahim olaylar o kadar çok ki…
Bu tür anneler; çocuğa bir proje gözüyle bakarlar. Çocuğun geleceğine dair tüm planları kendi yapar ve uygulamaya koyar. Her zaman gözünden kaçırdığı bir şey vardır; çocuğun kapasitesi, kendi projesine uygun olup olmama sorunsalı, çocuğun duyguları/düşünceleri… İşte bunlar hiç hesaba katılmaz ve sonuç: Trajedi.
Açıkça söylemem gerekirse bu tür anne tiplemeleri genelde bizim toplumumuzda görülüyor. Avrupa’da; anne/baba ne kadar kariyer vs. yapmış olsa da; okul/kariyer konusunda çocuklar alabildiğine özgür. Türkiye’de her aile çocuğunun üniversiteye gitmesini arzuluyor ve ailece bir hırs çemberinde yuvarlanıyorlar. Avrupa’da ise; genelde meslek eğitimine yönlendirilen çocuklar, kendileri isterlerse sonradan üniversite eğitimi alıyorlar. Türkiye’de eğitim sistemine gem vururken, anne/babaların da eğitim konusunda daha bilinçlenmeleri, çocukları koşu atı gibi görmemeleri gerekiyor sanırım.
Sosyal Medya ve Yalnızlık
İsviçre’de yapılan istatistiklerde yalnız yaşayanların/bu hayat tarzını seçenlerin artmasına dikkat çekilmiş. Ayrıca yalnız yaşayanların daha sık depresyona girdiği ve ailesi olanlara nazaran oldukça fazla alkol tükettiği de belirtilmiş.
Günümüzde, evliliğin, aile olmanın da çok kolay olmadığını, genelde evliliklerin boşanmayla sonuçlandığını tüm istatistikler söylüyor. TV’lerde tartışma programlarında da sürekli masaya yatırılan evlilik, aşk, sevgi üçlemesinin gitgide önemini yitirdiğini görüyoruz.
Panik mi yapmalıyız, “bu bir süreçtir” mi demeliyiz bilmiyorum ama sosyal medyanın bu duruma fazlasıyla çanak tuttuğunu söylemeden edemeyeceğim. Bunu ilk defa yazmıyorum, daha önceki yazılarımda da çok vurguladım. Hayatımızın ta dibine giren, ellerimizden düşürmediğimiz, yokluğunda kahrolduğumuz, kendimizi mahsur hissettiğimiz aletler özel hayatımızı tam ortasından vuruyor.
Tüm hayatımızı ve evrelerini ısrarla bu elimizdeki aletlere entegre etmeye çalıştıkça, asıl var olan yaşamımızı/değerlerimizi teğet geçiyor, belki de bunların yüzünden sevdiklerimizi kaybedebiliyoruz.
Sonuç şu ki; Sosyal Medya günah keçisi.
Sürekli yalnızlıktan şikayet eden günümüz insanları, ellerindeki dünyalarıyla yaşadıkları aşklarına daha ne kadar devam edecekler hep birlikte göreceğiz.