Ermeni meselesine halk edebiyatı penceresinden bakmak (2)
Büyük güçlerin, Türkleri Avrupa’dan atmak ve Asya’ya sıkıştırıp zebun etmek için başlattıkları sürecin 1699 Karlofça, 1774 Küçük Kaynarca, 1829 Edirne noktalarından sonra başarılarının doruğa çıktığı bir nokta da 1877/93 Harbi dönemidir.
Çar Rusya’sı, 1828’de yaptığı gibi 93 Harbi’nde de bölgesel ve yerel işbirlikçilerini de yanına alarak Osmanlı Devleti ile diğer Türk devlet ve topluluklarını güçten düşürüp denetim altına almak gayesiyle harekete geçer. Daha savaş başlamadan, Rusya’da Türkiye aleyhine şiddetli bir kampanya başlatılır. Katkov, Fadeev, Chomyakov ve ünlü yazar Dostoyevski gibi Panslavistler, Rus halkını Türklere karşı kışkırtmakta birbirleriyle yarışırlar.
Danilevskiy tarafından yazılan ve Panslavistlerin “İncil”i sayılan “Rusya ve Avrupa” adlı eserde ortaya atılan “Türklerin Avrupa’dan kovulması, Slav-Hristiyan kardeşlerin barbar Türklerin boyunduruğundan kurtarılması, İstanbul’un Ruslar tarafından işgali ve Aya-Sofya’ya haç konması” görüşleri, Rus devlet adamları, aydınları ve askerleri tarafından benimsenir. Bu görüşler, Avrupa kamuoyuna da aşılanmaya çalışılır. Nisan 1877’de Türkiye’ye karşı harp ilan edilince Rusya’da kiliselerde çanlar çalınır, ayinler tertiplenir, “dinsizlere (Türklere) karşı zafer bahşetmesi için Tanrı’ya dualar edilir” ve bütün Rusya’da bir “Haçlı Seferi” havası estirilir.
Çar II. Aleksandr, Balkanlar’a, kardeşi Grandük Nikola’nın komutasında 250 bin - daha sonra buna 60 bin kişilik Romanya ordusu da katılacaktır - Kafkas cephesine ise diğer kardeşi Grandük Mişel’in komutasında 160 bin kişilik bir ordu sevk eder. Balkan cephesine kendisi de giderek sevk ve idareye yardımcı olur.
Osmanlı Devleti’nin başında bulunan ve tahta çıkmasının üzerinden henüz bir yıl geçmeyen Halife Sultan II. Abdülhamit Han ise Rumeli ordu komutanlığına Serdarı Ekrem Abdülkerim Paşa’yı, Anadolu Harp Ordusu Başkumandanlığına da Ahmet Muhtar Paşa’yı tayin eder. Kendisi de Savaşları İstanbul’dan yönetecektir.
Rus Çarlığı, Türkmençay Antlaşması’na istinaden İran’dan; Edirne Antlaşması esasında da Anadolu’dan getirip Kafkaslara yerleştirdiği Ermenilerden orduda görevlendirmek üzere çok sayıda asker yetiştirir. Binlerce er, erbaş ve subay orduda saf tutar. Generaller de vardır. General Loris Melikov bunlardan biridir.
Orduda görev verilen Ermenilerle beraber “Kafkas Gönüllü Ermeni Süvari Alayları” ve Osmanlı Ermenileri de hizmet edeceklerdir. “Gönüllü Ermeni Süvari Alayları” savaşmaktan ziyade işgal edilen yerlerde yağma, katliam ve yakıp yıkma işlerini yapacaklardır. Zaten öteden beri Rus komutanlar savaşlarda yağma, talan, yakıp yıkma ve katliam işlerini kendileri yapmayıp işbirliği yaptıkları halklara havale ederler. Bu savaşta da batı cephesinde Bulgar, Sırp ve Kossaklara (Rus Kazaklarına), doğuda ise Ermeni, Rum ve yine Kossaklara yaptıracaklardır.
* * *
Selçukluların Anadolu’yu vatan yapmalarından beri Türk devletlerinin şemsiyesi altında birlikte yaşayan, dil, din dâhil bütün kültür değerlerini özgürce yaşayıp yaşatan, kendilerine “millet-i sadıka” diye hitap edilen, devletin her kademesinde görev verilen, nazırlıktan vekilliğe kadar bütün siyasî kadrolarda görev alabilen Ermeniler, bu tarihten itibaren, Rusya, İngiltere, Fransa ve Amerika’nın güdülemesiyle Osmanlı Devleti’ne karşı hasmane faaliyetlere başlar. Her fırsatta devletin çarkına çomak sokmaktan geri durmazlar.
* * *
24 Nisan 1877 Salı günü şafakla birlikte Rus kuvvetleri, kuzey doğudan Anadolu’ya girer. Ermeni General Loris Melikof Anadolu’ya giren ilk kuvvetlerin başındadır. Kars’a ve Ardahan’a o saldıracaktır.
İlk işgal edilen yer Çıldır olur. Savunmasız halk kılıçtan geçirilip atlara çiğnetilir.
Taşkın sel gibi Çıldır’a akan Rus birliklerine karşı Çıldır’ı sadece “Gönüllü Atlı Birlikler” savunmaktadır.
Kılıç artığı halk perişan hâlde yollara dökülür. Göçüp kaçan halkın önüne geçen Çıldırlı Âşık Şenlik (1853 – 1913) meşhur “93 Koçaklaması”nı burada söyler:
Ehl-i İslâm olan işitsin bilsin,
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana.
İsterse Uruset ne ki var gelsin,
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana.
Kurşanın kılıncı giyinin donu (kaftanı),
Kavga bulutları sardı her yanı,
Doğdu koç yiğidin şan alma günü,
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana.
Asker olan bölük bölük bölünür,
Sandınız mı Kars Kalesi alınır?
Boz atlar üstünde kılıç çalınır,
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana.
Kavga günü namert sapa yer arar,
Er olan göğsünü düşmana gerer,
Cemi Ervâh bizlen meydana girer,
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana.
Hele Âl’Osman’ın görmemiş zorun,
Din gayreti olan tedarik görün,
Al tepin baş kesin Kazağı kırın (Rus Kazakları),
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana.
Ben Asfer’dir bilin Urus’un aslı,
Orman yabanisi balıkçı nesli,
Ḫınzır sürüsüne dalın kurt misli,
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana.
Şenlik ne durursuz atdara binin,
Sıyra kılıç düşman üstüne dönün,
Artacaktır şânı bu Âl’Osman’ın
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana.
* * *
İstanbul’dan tek bir gazeteci, şair veya yazarın gelmediği bu serhat boylarında, Rusların ve Ermenilerin yaptığı zulmü, katliamı ve yerli hainlerin marifetlerini ancak ozanların destan ve ağıtlarından öğrenebiliyoruz.
Çarın kardeşi Grandük Mişel’in 160 bin kişilik orduyla Osmanlı Yurdu’na girmesinin ve savunmasız halkı kılıçtan geçirip mal varlıklarını talan etmesinin “tarihî seyrini”, Âşık Şenlik’in “Çıldır ve Ardahan Kavgası Destanı”ından izliyoruz:
Tarih “min iki yüz doksan üç”ünde
Dinle beyim gör ki, nasıl iş oldu.
Münafıklar muradına yetişti
Müminler ağlayıp gözü yaş oldu.
Urus askerine hep dedi: «Urraa!»
Geçti mekânından bizim sinora (sınıra)
Basıldı hudutlar, kesildi ara
Gordonlar üstüne hep yeriş oldu. (Gordon: Cephe hattı)
Gordonların etrafını sardılar
İslâm olanlara azap verdiler
Yüzbaşıyı esir edip sürdüler
Kimi gamgin, kimi hurdahaş oldu.
Çıldır'a inmeğe etti hareket
Yerden göğe kalktı hayır bereket
Nisan yaz (bahar) ayında eyyamı şiddet
Nevbaharı zehir döküp kış oldu
Zurzuna'da döndü şâhmâr yılana (Zurzuna: Çıldır merkezi)
Beğlik sarayları verdi talana
Ezelki şâd günler döndü yalana
Puç dünyanın itibarı boş oldu. (Puç: Vefasız)
İtaat ettirdi beğe, ağaya
Fakir Çıldır zirdest oldu yağıya (Yağı: Düşman)
Bilmem rüya mıdır, yoksa vakıya
Geri gelmez geçen günler düş oldu.
Namussuz çaşıtlar attı âburu
Herbir yola beled etti gâvur'u
Emiroğlu deyin çekti taburu
Lefterin-Düzü'nden aş ha aş oldu.
(Namussuz casuslar utanmadan düşmanlara bütün gizli yolları gösterdiler; Zinzallı işbirlikçilerden Emiroğlu, düşman taburlarını Tabyalara kadar götürdü, Lefterin Düzü’nden aşıp gittiler.)
…
Ardahan'a zafer kılmak zor işti
Hazne verip Ferik ile görüştü
Kavga günü Loris geldi yetişti
Bayrak kalktı dört taraftan arş oldu.
[Ardahan’ı almak zor işti, Ruslar, hazine verip Ferik (Tuğgeneral Hüseyin Sabri) ile anlaştı. Loris Melikof da Kars’tan gelip ulaştı. Bayraklar kaldırıldı dört taraftan saldırı başladı.]
(Hüseyin Sabri, divan-ı harpte yargılanmış Ardahan kumandanlığında askerî vazifelerini hakkıyla ifa edemediğinden askerlik mesleğinden uzaklaştırılıp Samsun’da iki sene kalebent cezasına çarptırılmış, rütbesi alınmıştır.)
Gökçe, Loris ile koşunu çekti
Mansur, telgrafın bendini söktü
Ferik, askerini Kaladan döktü
Ben-Asfer'in saldatına baş oldu.
(Çıldırlı hainlerden Gökçe Ağa, Ermeni asıllı Loris Melikof’un kılavuzluğunu yaptı. Rusların çok sadık casusu olduğu için kendisine Akyaka’nın ünlü Haşhaş Çiftliği ödül verilen Akyaka’nın Dalaver köyünden Mansur Ağa da Osmanlı Ordusunun telgraf hattını söktü; Ferik, askerini kaleden çıkardı; panslavist Rusların askerlerine baş oldu.)
Asker Tabyadan boşandı, gitti
Yalnız Kaptan-Paşa altı top attı
On beş polk Kazağı amana getti
Eşidenler buna tamam şaş oldu.
(Osmanlı askeri, tabyaları boşaltıp çekildi; yalnız Kaptan Paşa altı top attı; on beş alay Rus Kazağına aman dedirtti; işitenler buna şaştılar.)
Kaptan-Mehmed Paşa düştü dar hâle
Canım kurban olsun hulûskâr kula
Bir topu dünyaya saldı zelzele
Âlem sedasından hep bihûş oldu.
Kaptan çok çalıştı hulûs-i dilden
Kemândâr topçusu üzüldü elden
Çok imdat diledi, gelmedi daldan
Hayin zâbitlerin bağrı taş oldu.
Hayin zabitlerin boynu buruldu
Teslim oldu anahtarlar verildi
Şehit hasır gibi yere serildi
Cenk meydanı kızıl kanla nâş oldu.
(Hain subayların boyunları büküldü, teslim olup anahtarları verdiler, şehitler hasır gibi yere serildi, savaş meydanı şehitlerin kızıl kanları ve naaşlarıyla doldu.)
Münafıklar attı namus u ârın
Kaçtık gazabından hilenin şerin
Zenne kanayaklı Ermenilerin
Her birisi bir alıcı kuş oldu.
(Gerçek inançlarını saklayıp sureti haktan görünenler, namus ve şereflerini attılar, onların hile ve şerlerinden kaçtık. Halk arasında korkak, ürkek kadın gibi dolaşan Ermenilerin her biri atmaca kesildi.)
Dört taraftan şadlık topu atıldı
İslâm olanların nutku tutuldu
Üç gün talan oldu mallar satıldı
Kimi bindi, kimi düş ha düş oldu.
(Her taraftan zafer topları atıldı, Müslümanların nutku tutuldu, üç gün talan edildi, mallar satıldı, kimileri atlardan indirildi, kimileri bindi.)
Veli de ziyaret etmişti Hac’ı
Ona ganim olsun Hünkâr’ın tâcı
Taktı telmek çini kızıldan haçı (Haç şeklinde püsküllü altın madalya)
Şapka örtüp generale eş oldu.
(Tiflis’in Kemerli köyünden gelip Arpaçay’ın İynezor köyüne yerleşen ve Ruslara casusluk yapan, aynı zamanda Ruslar tarafından büyük arazi ve yaylalar verilerek ödüllendirilen Veli Ağa, hac ziyareti de yapmış, ona Hünkârın tacı ganim olsun; Rusların verdiği haç şeklindeki püsküllü altın madalyayı yakasına takıp şapka örterek gâvur olup generale eş oldu.)
Fakir Şenlik gam donunu giyende (Don: Kaftan)
Celâllanıp Arşı, Kürsü sayanda
Âl-Osman’ın bir şâd günün duyanda
Ehl-i İslâmların gönlü hoş oldu.
Âşık der amanım var
Ahdim var peymanım var
Bu ah Urus’a kalmaz
Kurtuluş gümanım var.
* * *
Ardahan savunmasında gönüllü süvariler arasında bulunan Şavşatlı Ozan İsmail Hakkı (1828-1907) da “93 (1877) Ardahan Ağıtı” adlı şiiriyle Ardahan’ın işgalini şöyle anlatır:
Hücum edip Kâfir, tabur bağladı
Top sesinden yürekleri dağladı
Bunu gören Ehl-i-İslâm ağladı
Gonca iken soldu gülün Ardahan.
…
Sultan Hamid bizzat gafletten uyan
Ortalıkta kaldı hep sabi sıbyan
Satıldı vilâyet ayân-be-ayân
Şikâyete yetmez dilin Ardahan.
* * *
Savaş sonunda Kars, Ardahan ve Batum’un harp tazminatı olarak Ruslara verilmesine de adını veya mahlasını belirtmeyen bir ozan şöyle bir ağıt yakmıştır:
Tarih vardı doksan dörde
Bütün Kars, Ardahan ağlar.
Batum da uğradı derde
Kalır Urus’a kan ağlar.
Yedi düvelle vuruşan
Âl-Osman oldu perişan
Ölkeler verip barışan
Abdulhamit Sultan ağlar.
…
Âl-Osman’da Kars bir idi
Yurda kalkan siper idi
Düşmanı kol kol yer idi
Şimdi çeker hicran ağlar.
Hep küffar gelip dolacak
Kiliseler zenk çalacak
Ahıska gibi olacak
Bu eller, çok zaman ağlar.
…
* * *
Yazımızı ibretamiz bir anekdotla bitirelim:
Ruslar, Çıldır'a Karabağ Ermenilerinden Andon adında bir asker kaymakam tayin eder. Türkçe de bilen Andon uzun süre burada kaymakamlık yapar. Bir gün Türklerin ileri gelenlerinin Köğas (Köyhas) köyünde toplantı yaptıkları hususunda ihbar alır. Yanına Rus Kazaklarından bir grup süvari alarak köye gider. Köyün nüfuzlu sakinlerinden İsmail Ağa'nın evine varır. Attan inip ansızın içeri girer. Muhitin bütün ileri gelenleri oradadır. Âşık Şenlik de sazı göğsünde odanın orta yerinde çalıp söylemektedir. Selam bile vermeden içeri dalan Andon burnundan solumaktadır. Bu kadar seçkin insanın kendisinden izin almadan toplanmalarına canı çok sıkılır. İsmail Ağa, ayağa kalkıp üst başta yer gösterir.
Andon,
“Böyle büyük toplantılar yaparsınız, bana haber vermezsiniz.”
İsmail Ağa,
“Kaymakam Bey, toplantı falan yapmıyoruz. Birkaç dost kız istemeye geldiler. Onların gelişini duyan dostlar da akın ettiler. Toplantı yapsak size haber vermez miyiz? İnşallah düğünde sizi de burada göreceğiz.
Andon sözü uzatmaz. Gösterilen yere geçip oturur. Ancak yaptığı saygısızlığı telafi etmeye çalışır. Yan tarafta sazı elinde duran Şenlik’e dönerek Karabağ şivesiyle:
“Âşık, sizin Osmanlı'yı bizim Urus Padişahı alt etti; çok askerini yesir etti, Üç tane de şeherini aldı. İndi de size yol köprü ve binalar yaptırıyor. Sizden vergi, asker almıyor. İndi düzünü söyle görüm, bu devletlerin hangisi daha koçaktır, hangisini daha çok istiyirsen?”
Gözlerini sazına dikip duran Şenlik, onun sözün bitimiyle sazına davranır. Büyüklerin gözü Şenlik’tedir. Göz kaş işaretiyle dokunaklı sözler söylememesini ima ederler. Ancak Şenlik, işaretlere itibar etmez. Mitralyözden akan mermiler gibi Kaymakam Andon'un yüzüne şu mısraları yağdırır:
Hulûs-i kalbimden bilsen fikrimi,
Men Allah’tan Âl-Osman’ı isterem.
Merhamet sahibi, irahmi gani,
Nesl-i Mürsel hükm-i hanı isterem.
Süleyman mülkünde berkarar duran,
Muhammet vekili, makamı nûran,
Hıfzının ezberi Âyat-ı Kur'an,
Salavatl-i ol Sübhanı isterem.
Osmanlı askeri şahlar serveri,
Kaf'tan Kaf'a, zîr-i zeminden beri (Yerin altından göğe kadar),
Dilinde salavat zikri ezberi,
Hükmetmeye birce onu isterem.
Emr-i Hak yedinden çekilmiş kalem,
Varmış bir ettiğim, yetişti belam,
Hükmünde saltanat, adlinde âlem,
Divanında şevket, şânı isterem.
Gamgindir bu sefil Şenlik'in şâdı,
Hiç fikrimden çıkmaz Âl-Osman adı,
Gidiptir dünyanın lezzeti tadı,
Mahşer günü bir mekânı isterem.
Payidar olmaz zalim,
Yiğide neyler ölüm?
İşte boynum sal kılıç,
Doğruyu söyler dilim.
Andon büyük bir pişkinlikle,
“Şenlik, yaman adamsın. Osmanlı Hükûmetinin sırtını yere vermedin.” diyerek bahşiş uzatıp mevzuyu değiştirir.
* * *