BIST 8.664
DOLAR 34,35
EURO 37,41
ALTIN 3.022,45
HABER /  GÜNCEL

Ermeni Konferansı'yla ön plana çıktı

Nihat Genç, Ermeni Konferansı'yla ilgili yazınca hem Akşam, hem de Hürriyet'in birinci sayfasında yer aldı. Bu durum karşısında Genç, kendisine daha fazla hakim olamadı.

Abone ol Ermeni Konferansı'yla ilgili yazınca ana sayfaya çıkan Nihat Genç, "dedi. Genç, fazlaca dolmuş..

Yazı : Nihat Genç
Kaynak :


Hem Akşam hem de Hürriyet Gazetesi'nin ilk sayfasında kendime dair bir haber görmek, şan, ün, şöhret, karizma uğruna kafayı yemiş Nihat Genç için tarifsiz bir duyguydu, Allah devamını daim kılsın.

Oysa yazarlık hayatımın ilk yirmibeş yılı ve hayatımın ilk elli yılı, hiç ses çıkmamıştı.

Şüphesiz, karanlıklar içinde yolunu kaybedip, şekilsiz bir yaratığa dönüvermiştim. Şimdi ön sayfada olmanın müthiş bir şey olduğunu fark ettim. Mesela bu ön sayfa, bana bir kimlik verebilir. Ya da psikolojik bir şişmanlık. Birkaç gün böyle sürse, kibir, gurur, hırs, illet, hastalık, yani yazarlık için bugüne kadar ele geçiremediğim çok şeyin zengini olabilirim.

Bir daha güzel medyam beni ön sayfasına taşır mı bilemem. Kimbilir belki de, gittikçe ön sayfanın kölesi haline gelebilirim ve belki Tuğba Özay gibi bir mafya lideriyle yatakta dahi basılabilirim. Belki de bir elli yıl daha beklemek zorunda kalabilirim.

Ancak, beni bir gizli irade ön sayfaya taşımadı. Benim gençliğimi bilenler, benim, bir bitirim tezgahından manşetlik olacağıma yemin ediyorlardı. Olmadı. Yazarlık gibi cins bir meslekten fırladım ön sayfaya. Yani, kelimeleri dibine kadar, son damlasına kadar içip içip, sonra şişeyi parçalayıp, narayı basmaktan, ön sayfalık oldum. Ön sayfalar ülkemizdeki bütün tartışmaların arenasıdır, işte ucundan bulaşıverdim, çok şükür Ya Rabbi, bugünleri gösterdin.

Hadise şöyle gelişti: Ermeni Konferansı başlığıyla şöhret bulmuş malum tartışmaya, ülkemin onlarca yazarı gibi ben de ilişiverdim. Nee, kibar kibar ilişme kelimesi, misket bombası gibi düştüm ortalarına.

Tabii, ben şehirli, güngörmüş, kırkayak bir gazeteci yazar değildim. Şehre ayak basmamış bir köylünün kazması gibi sertti ve çok felaketti cümlelerim. Ağır bir dindarın dahi öfkesine benzemiyordu. Vinçlerle kaldırılamadığı için artık herkesin yolunu değiştirip uzağından geçtiği taşınması imkansız bir kayaya benziyordu cümlelerim.

Ve şehrin, medyanın, cici yazarların, incelik, zariflik zırhlarını fark etmeyecek kadar şehrin uzaklarında yaşıyordum.

Kendimi şımartmak için lafı uzatıyorum. Bir daha bugünleri bulamam. Hınzırlık, muzırlık, muziplik, şakalar, eşeklik, finoşluk, her birini yapmak istiyorum. Ben de, rahat, sereserpe ve ossuruk kukelatası cümlelerden bolca kullanmak istiyorum.

Aslında muziplik yaparak kazma sertliğimin altında, nasıl bir yufka yürek, yumuşak baş ve el ele tutuşmuş ilkokul çocuğu neşesi taşıdığımı göstermek istiyorum.

Belki de sert cümlelerimin sindirimi kolaylaştırmak için, şarap tatlılığıyla bir ön geyik çevirip, hadiseyi, daha yumuşak, hafif sanatların içine çekmek istiyorum.

Belki de tanımayanlara bir kelime kahini, bir cümle büyücüsü, yani, gerçek bir yazar olduğumu göstermek istiyorum...

Eh, bu kadar kelime masajı, parmak, ayak bileği ovma faslı yeter, şimdi, yine yumruğumuzu indirip, masayı çerçeveyi kıralım...

Çünkü, bilim adamları artık, kalleşliği, sahtekarlığı, kurnazlığı, sinsiliği genç nesillere öğretiyor. Bir bilimsel toplantı düzenliyorlar. Ve bu toplantının konusu ülkemizin en hayati meselesi. Ülkemizin onurunu ilgilendiriyor. Toprağımızın soylu ve başeğmemiş gururunu tartışmaya açmak istiyorlar.

Ama birtakım, nereden ve nasıl ün sağladıkları malum onlarca aydın/yazar, bu toplantıya bizden başkası katılamaz, almayacağız, diyor.

Yani, sana, bana, ülkemize bile değil çılgınlıkları. Bilimin kendisine karşı küstahlıkları. Bilim ahlakına karşı topluca hücuma geçtiler. Darbe üstüne darbe yediler. Allah daha beterini yapsın.

Şimdi biz, burada, bilime karşı bu küstahlıklarından eğitici sonuçlar çıkaralım.

Ve bizi izlemekte olan genç üniversiteli çocuklara, tane tane bu gülünç düzenbazlığın, bilimle, insanlıkla, ahlakla hiçbir ilişkisi olmadığını basit örneklerle açıklayalım.

Mesela. Bir bilim kitabı var elimde şimdi. Bir araştırma kitabı. Abdülbaki Gölpınarlı'nın 'Sımavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin' adlı kitap.

Yazarımız Gölpınarlı, bilimsel bir araştırma yapabilmek için tarih içinde Bedreddin hakkında yazılmış külliyata ulaşmak istiyor. Ne kadar çok Bedreddin hakkında yazılmış kaynağa ulaşırsa, kitabı o kadar ciddi, muhkem ve bilimsel bir eser olacaktır.

Ve yıllarca, Bedreddin hakkında kim ne demiş, nasıl demiş, bulur, kaynak gösterir, kitabında tartışır.

Ancak. Şeyh Bedreddin üzerine bilimsel olmayan, Bedreddin'i kendince incelemiş çok acemi eserlerle de karşılaşır. Eften, püften, çöpten, değersiz eserlerdir bunlar. Hiçbir işe yaramazlar.

Gerçekten bu eserlerin hiçbir bilimsel değeri yoktur.

Ama bilim adamı bu eserleri yoksayamaz, üstünden geçemez. Bilim adamı, bu basit, işe yaramaz, kitapları görmezden gelemez.

Bu yüzden Gölpınarlı, bu eser olamamış eserlerin de dökümünü verir. Ve bu basit eserlerin de hakkında uzun uzun mütalalar yapar.

Yani, çok değersiz eserler olabilir, ama, yoksayılamaz. Değersiz çalışmaları da göstermek zorundadır.

Çünkü bilimsel ahlak budur, bilim budur. Bu yüzden Gölpınarlı hocanın birçok kitabı hala 'muhkem', yani, en sağlam ve kıymetini hiç kaybetmeyen 'eserlerden' sayılır.

Bu bilim ahlakı, Yahudi'ye, Ermeni'ye, Gürcü'ye, göre değişmez. Dünyanın her yerinde kıstas budur. Eğer bu kıstası ciddiye alamazsanız siz bilimsellik adına hiçbir şey yapma hakkına sahip değilsiniz. Yoksa sizlerin bu tavrını şarlatanlığa doğru lastik gibi çekerler, sakız gibi uzatıp, sizin ahlakınızla eğlenirler.

Çünkü yaptığınız bilim değil, hile. Bilimin sahasını ilgilendirmez. Hileler, tuzaklar, çakal, mafya, tezgah, bitirim, üçkağıt gibi sosyal hastalıkların konusudur...

Şimdi size, çok canlı bir örnek daha vereyim.

Amerika'nın Irak'ı işgali günlerinde, Türkiye'den onlarca aydın, Doğu Konferansı başlığı altında yan yana geldi. Ve bölge sorunlarını tartışmak üzere, İran'a, Suriye'ye, Mısır'a, Ürdün'e, Ermenistan'a, Lübnan'a seyahat etti. Bu seyahatlerinde araştırma kuruluşları, partiler ve gazeteciler ve sosyal kurumlar, toplamı ikiyüzün üstünde kurumla yüz yüze tartışmalar gerçekleştirdi.

Ve Doğu Konferansı üyeleri gezileri bittikten sonra, bütün doğu topraklarını kapsayan bir toplantı düşündü. Bu toplantıya da bu topraklardaki tüm aydınlar davetli olmalıydı...

Doğu Konferansı'nın kurucu üyelerindendim ve bu son toplantının nasıl olması gerektiği, kimlerin katılması tartışıldığında ben de ordaydım. Kırk/elli kadar yazar, çizer arkadaştık. Ve olay bundan dört/beş ay önce gerçekleşti...

Arap aydınların İsrail'le bitmeyen düşmanlıkları söz konusuydu. Bu yüzden, bizler, İsrail'li aydınların daveti noktasında şüpheler taşıyorduk.

Arkadaşlara dedik ki, İsrail'e gidip gitmemek, ya da İsrail'den aydın çağırıp çağırmamak düşüncesini önce Araplar'a soralım, hep birlikte karar verelim...

Ancak, arkadaşlar hücuma geçtiler. Ve İsrail'den mutlaka aydınlar çağırmalıyız, diye, heyecanlı nutuklar attılar...

Bir büyük tartışma çıktı. Birkaç yıldır yolunda giden Doğu Konferansı parçalanma tehlikesi atlattı. Sebebi İsrail'den bu büyük toplantıya aydınlar gelsin mi, gelmesin mi?

İşte, şimdi, bu Ermeni Konferansı tartışmasında adını sıkça duyduğunuz onlarca yazar kardeşimiz, bizlere, saatler süren bilimsel ahlak tezleriyle ders verdiler. 'Ne demek, gelecekler, bu bilimsel bir toplantı, herkes katılacak...'

Evet, herkes katılmalı, dedik... Biz, katılmasın dememiştik, sadece, 'Araplar'ın da fikirlerini alalım' demiştik.

Ve Mısır'ın en büyük sosyal gücünü ellerinde tutan Müslüman Kardeşler'in liderlerinden Hasan El Benna'nın oğlu, bize, biz de İsrail'li barışçılarla bir toplantıya katılmaktan rahatsız olmayız, demişti. Yani, Müslüman liderler dahi Yahudilerin katılmasına sıcak bakıyordular.

(Ancak, bir küçük neşeli ayrıntı daha verelim. Mısır'da birçok sivil kurumla görüştükten sonra, bir de eski Marksist, Küreselleşme Karşıtı Trockistler'le görüştük. Heyecanlı bir komünistti ve bizim Yalçın Küçük'e tip olarak çok benziyordu, kırmızı atkısına kadar. Bu beyfendiye de Yahudiler toplantımıza katılmalı mı sorusunu yönelttik. 'Asla' dedi, hırçın, sert, ayağa kalktı ve fırladı, onlarla hiçbir yerde olamam, onlar varsa ben sizin toplantınıza katılmam, dedi. Yani, Yahudilerle Müslümanlar dahi ortak toplantıyı kabullenirken Arap komünistleri reddetmişti...)

Velhasıl, bu arkadaşlar ısrarla İsrail'in ve Yahudilerin toplantıya katılması için baskı yaptılar, bize bilimsel ve ahlaki ve insanlık nutukları attılar. Atanların ismi şimdi Ermeni Konferansı tartışmasında geçiyor. Yahudi olmazsa bilimsel toplantı olmaz dediler. Yahudiler toplantımıza katılmasa demokrasi olmaz, özgürlük olmaz dediler ve başımızın etini yediler. Biz de madem İsrail olmadan özgürlük olmuyor, demokrasi olmuyor diye İsrailli aydınların çağrılmasına sıcak bakmaya başladık. Durumumuz aynen budur. Ve şimdi bu arkadaşlar iş Ermeni Konferansı'na dökülünce başkalarını almayan bu tavırları karşısında tam bir şaşkınlık yaşadık. Allah sonlarını hayırlı etsin.

Ben de, Araplarla kan düşmanı Yahudilerin dahi ortak toplantısını göze alabiliyorsunuz, ama, Türk aydınlarıyla yine Türkiye içindeki diğer aydınların ortak toplantısına neden hayır diyorsunuz diye ayağa kalkıp ağzıma geleni söyledim. Artık, çünkü Ermeni Konferansı işi yavaş yavaş Vesikalı Yarim filmine dönmeye başladı.

Toplantıya katılacak olan Yahudi olunca bilimsel ahlak oluyor, Türkiyeli olunca, statükocu, angaje olmuş aydın oluyor...

Buna çifte standart derler, çocuklara, cahillere yedirirler.