Haberci olan çok ama O haberci doğanlardan. Kanal D Haber’in Ankara Temsilcisi, “Ankara'nın muhtarı". Haberci ama aynı zamanda müzisyen, motosiklet ve doğa tutkunu, maceraperest.
Abone olNESRİN YILMAZ
İNTERNETHABER-ANKARA
GERÇEK BİR HABERCİ
Haberci olan çok ama O haberci doğanlardan. Kanal D Haber’in Ankara Temsilcisi, “Ankara'nın muhtarı". Haberci ama aynı zamanda müzisyen, motosiklet ve doğa tutkunu, maceraperest.
Üstelik şu an doğanın kucağında bir de kafe işletiyor.
Bütün bu sıfatlar, onu tanımlamaya yeter mi bilmiyoruz ama 10 parmağında 10 marifet sözünü sonuna kadar hak ediyor.
Hani öyleyse, hayat sihirli değneğini üzerinden hiç eksik etmemiş ama o da, sihir hayatına girdiğinde hiç görmezden gelmemiş. Haberciliği konusunda mütevazı davransa da herkes onu başarılı haberciliğiyle tanıyor. Uzun zaman sonra gazeteciler.com için röportaj veren Erhan Karadağ, bilinmeyenlerini anlattı.
Türkiye Gazeteciliği'nin en önemli isimleri ile birlikte çalışmış bir haberci Erhan Karadağ. Baki Şehirlioğlu'ndan Ali Kırca'ya, Mehmet Ali Birand'dan Ayşenur Arslan’a çalıştığı usta gazetecilerin kendisine kattıklarını anlatırken vefanın ışığını gözlerinde görmeniz mümkün.
Gazeteciliğe başlama hikayesini anlatırken ve ben onu soluksuz dinlerken şu cümleyi kurdum içimden, "Gazeteci olunmaz gazeteci doğulur."
Mektepli değil alaylı.
Erhan Karadağ'ın gazeteciliğe başlaması tesadüf gibi görünse de, o bunu "istekli olmak ve işini sevmek" diye tanımlanıyor. Az sabredin siz de hak vereceksiniz.
ÇAYCILIKTAN GAZETECİLİĞE
Nasıl başladınız gazeteciliğe?
"Gazeteciliğe başlama şeklim o kadar enteresan ki ne bu mesleğe başlayanlara model olarak anlatabiliyorum bunu ne de bugün o koşullar var. İlgi alanım müzik ve gazetecilikti. Üniversiteye hazırlanırken bu iki bölüm aklımdaydı. Öğrencilik yıllarında boş vakitlerimde hep çalıştım, o sıralarda bir nakliye şirketinde çalışıyordum, o zamanlar gazetecilik adına yaptığım tek şey çalıştığım şirketin yazıhanesinde boş zamanlarımda gazete okumaktı."
Oradaki hamal arkadaşlarından Erol Atalay’ın çaycılık teklifiyle başlıyor hikaye. Erol’un babası Rüzgarlı Sokak’ta bulunan boş bir arsada, barakada çay ocağı işletiyordu. Kamyonculara, inşaatçılara çay servisi yapıyordu, bidonlarla kazanlarla oluşturduğu küçük tenteli bir köşede. Bir gün geldi ve Mehmet Ali Yılmaz o çay ocağının bulunduğu boş arsaya bir gazete için beş katlı bir bina dikme kararı verdi. Güneş Gazetesi'nin o arsaya yaptırmayı planladığı beş katlı bina aslında bir kaderi inşaa ediyordu. Gazetenin binası hizmete girince çay ocağı işletmesi o boş arsada çaycılık yapan ve yerini kaybeden yaşlı adam’a Hıdır Bey’e verildi. Erhan Karadağ ilk transferini Kazım Karabekir Caddesi’ndeki Nakliyat Firmasından, Güneş Gazetesi’nin çay ocağına yaptı. Erhan Karadağ, bir yandan çay dağıtırken bir yandan da gazetedeki yöneticilere ve muhabirlere işlerinde yardım ediyordu.
"Onlara yardım ederken, içimdeki gazeteci olma arzusu daha da arttı. İşimden arta kalan her zaman, gazetenin bir bölümündeydim mutlaka. Sabahtan başlayıp gece yarılarına kadar orada kalıyordum. Bendeki bu isteği gören gazete yöneticileri beni muhabir olarak işe aldılar, böyle başladım. 6 ay para almadan gazetecilik yaptım. Çok iyi habercilerle çalıştım. Uzun süre burada muhabirlik yaptıktan sonra Sabah Gazetesi'ne geçtim. Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı muhabirliği yaptım. Körfez Savaşı döneminde kapı önlerinde bekledim. Hem fotoğraf çekip hem haber yapınca her yere gönderiliyordum, o dönemde gazetecilik anlamında her işi yaptım diyebilirim.
"Demirel'in tavuklarının resmini de gidip çektim, Özal'ın cenazesi götürülürken uçağa da gizlice bindim" diye anlatıyor habercilik aşkını.
"Haberin küçüğü büyüğü olmaz, haber detaydadır" diye de ekliyor.
HEP İYİ İNSANLARLA VE İYİ GAZETECİLERLE ÇALIŞTIM
Başarılarla dolu gazetecilik yıllarındaki en büyük şansını karşısına hep iyi insanlar ve işlerinde çok iyi gazeteciler çıkması olarak açıklıyor. Çokça isim var değer verdiği ama Baki Şehirlioğlu’nu ayrı bir yere koyuyor.
"Bizim yazılarımızı değiştirmedi, bizim bakış açılarımıza, söylemlerimize müdahale etmedi. Birbirinden farklı ve bağımsız gazeteciler yetiştirdi. Bu kadar farklı haberciyi bir arada tutabilmek ancak bir yönetim dehasıyla açıklanabilir. Ama bugün baktığınız zaman birbirine benzeyen muhabir tipleri var. Baki Şehirlioğlu gibi bir yönetici olmaya gayret ediyorum.
ARKADAŞLARIM BİRER RESSAM
"Beraber çalıştığım arkadaşlarımın hepsi benim için bir ressamdır, ben onların renklerine cümlelerine saygı duymak zorundayım. Bir muhabir haber seyircisine ancak kendi renkleriyle ulaşabilir, onun renklerini ben belirlersem izleyici de özgün bir haber hissi uyandırmaz. "
SADECE TAZMİNATIMI ALDIM
17 yıl Sabah Gazetesi ve Atv'de çalışan Erhan Karadağ için o yıllar başarılarla dolu ama mesleki kaderi biraz da yöneticiler çiziyor. Televizyon yönetiminin değişmesiyle işinden ayrılma noktasına geliyor. O dönem hakkındaki iddialardan biri de ayrılırken aldığı ücret. O zamanın parasıyla "1 trilyon aldı" şeklinde çıkan söylentilerden hala rahatsızlık duyduğunu belirtiyor, "Sadece hakkım olanı aldım" diyerek.
"ATV’deki son dönemimde sorunlu bir süreç yaşadım. O dönem zorunlu izne ayrıldık 10 ay izne çıkarıldım ve haklarımızdan feragat etmemiz, geçerli sözleşmelerin tanıdığı haklar korunmadan yeni bir sözleşme imzalamamız istendi. Sadece ben olsam bir yönetici olarak uzlaşabilirdim belki ama beraber çalıştığım muhabir-kameramn arkadaşlarımla farklı bir tutum izlemek istemedim, onlarla aynı kaderi paylaşmayı seçtim. Sabah’ta ve ATV’de toplam 17 yıl çalıştım uzun süren davanın sonunda kıdem tazminatımı aldım. Kıdem tazminatı dışında yerel mahkemede mesai ücretlerimiz hesaplandı ve karara bağlandı trilyonu aşan rakam orada geçiyordu. Mesai ücretleri son 5 yılı kapsıyor, ben Atv’de son 4 yıl yönetici idim. Yargıtay, “yöneticiler mesai alamaz” sonucunu doğuran bir karara hükmetti. Kıdem tazminatım dahil hakkım olanı, 3 yıl sonra aldım, o rakam da trilyon olmadığı gibi, yarısı bile değil. Çok zaman geçti, hakkımı helal ediyorum, ve o sürecin çalışanlar açısından yararlı olduğunu düşünüyorum; çünkü kurumlar çalışanlarına ve özlük haklarına artık daha dikkatli. Aslında esas olan yöneticilerin ve çalışanların her daim barış içinde olması.
BİRAND'DAN ÖNCE BİRAND’DAN SONRA
Türkiye'den bir Mehmet Ali Birand geçti. Yakın zamanda kaybettiğimiz duayen gazeteci Türkiye'de yaşanan her önemli gelişmede en çok akla gelen isimlerden. 7 yıl boyunca Birand'la çalışan Erhan Karadağ da Birand'ın eksikliğini hissedenlerden.
Mehmet Ali Birand'ın yetiştirdiği öğrencilerinden değilsiniz ama uzun yıllar onunla çalışma şansı yakaladınız, nasıldı onunla çalışmak?
"Mehmet Ali Birand'la çalışmış olmak harika bir şey. Yetiştirdiği birçok önemli gazeteci vetelevizyoncu var. Hepsi çok önemli ve başarılı insanlar. Öyle ki bu insanlar Mehmet Ali Birand'la rakip olabilecek kadar iyi gazeteciler. Mehmet Ali Birand rakiplerini kendisi yaratacak kadar centilmen ve bilgiyi paylaşan bir yöneticiydi. Ben, 32. Gün döneminde onunla çalışmadım ama sonradan onunla 7 yıl birlikte çalışmış olmanın şansına sahibim. Mehmet Ali Birand, hiyerarşisi paralel bir adamdı. Genel Yayın yönetmeni ama, herkesle, muhabiriyle, asistanıyla, kameramanıyla, ofis boy ile fikir alışverişinde bulunan bir adamdı. Bu çok önemli bir meziyet."
Mehmet Ali Birand neleri değiştirdi hayatınızda?
Onunla birlikte çalışan herkes ondan çok şey öğrendi, yokluğu ciddi bir eksiklik. Onun gibi bir fenomen bir daha gelmez. Hep konuşulmuş, hem gündemde kalmış hem de özgün bir insan. Bu çok önemli bir başarı. Hiç isminin üzerine yatmamış ve son ana kadar da çalışmış bir insan. Benim ondan ne öğrendiğimden ziyade onun ikliminin devam ettirilmesi önemli.
HABERİN DİLİ ADİL OLMALI
Televizyon haberciliği nasıl olmalı?
Televizyonculuk yapıyorsanız sizi izleyenlere de cümleyi tamamlayacak insiyatifi bırakmalıyız. Haberci olarak ben bir şeye doğru diyemem ki, buna izleyici karar verir ve Mehmet Ali Birand da bunu yapıyordu. Haber dili, insanlarla kardeş, arkadaş olan bir dil olması lazım. Habercinin dilinde öfke, haksızlık, taraf olmamalı. Bu dönemin koşullarında haberciliğin tarafsızlığı, bağımsızlığı bekli tartışılabilir ama dili tartışılmaz en azından. Haberci duyguyu belli etmemeli, duyguyu belli ettiğiniz anda seyirci bunun bedelini size ödetir. Çünkü, dünyayı bizden daha çok bilen, daha çok okuyan, daha görgülü, daha bilgili insanlar izliyor haber bültenlerini. Bunun için haberin dili ve izleyiciye hissettirdiğiniz duygu çok önemli. Türkiye'de televizyonlara çıkanların düştüğü yanılgı bu, dillerini de oluşturamıyorlar, çünkü televizyona çıkan doğru söylüyor gibi bir algı var. Gazete haberciliğinde insanlar bir daha okuyarak ne üzerinde bir daha düşünerek ne demek istediğinizi anlamaya çalışabilir ama televizyon dili öyle değil. O an izleyicide ne his uyandırdıysanız o kalır, dolayısıyla o an o dili, merhametli, adil kullanmak gerekiyor, bir suçludan bir suçtan bahsediliyor olsa bile.
BİRAND'IN EKİBİ ONUN YOLUNDA DEVAM EDİYOR
Mehmet Ali Birand'dan sonra Kanal D'de bir değişiklik var mı habercilik anlamında?
Mehmet Ali Birand'ın oluşturduğu ekip hala çalışıyor. Şu anda Kanal D Haber'in en çok izlenen haber bülteni olması da Mehmet Ali Birand'ın iyi ekip oluşturmuş olmasına bağlanıyor ve doğru da zaten.
İstanbul'da Mehmet Ali Birand'ın akıl danıştığı, bülteni emanet ettiği ve koltuğunu bıraktığı insanlar yönetiyor Kanal D haberi. Farkında olmadan Mehmet Ali Birand'ın üslubu ve habercilik anlayışı onunla çalışan herkese de geçti. Bundan daha bir yıl önce Abdullah Öcalan'ın belki de süreçte serbest kalacağını söylemiş ve çok tepki almıştı, oysa şimdi bu konu gündemde. Dolayısıyla Mehmet Ali Birand'la çalışan insanlar pencerenin bir tarafından bakmayı değil her tarafından bakmayı öğrendi. Mehmet Ali Birand'ın çizgisi şu an devam ediyor ama kendisi olmadığı sürece aynısı olmaz. Biz olmamız gereken noktadayız ama asıl eksiklik onun olmaması, onun yokluğu."
BİRAND OLSAYDI GEZİ EYLEMLERİ DAHA YUMUŞAK GEÇEBİLİRDİ
Türkiye'nin içinden geçtiği bu süreçte, özellikle Gezi Parkı eylemlerinde Mehmet Ali Birand olsaydı bir şeyler değişir miydi?
"Gezi olaylarında Mehmet Ali Birand olsaydı belki havayı biraz yumuşatırdı. Gezi olayları sırasında her gün ekranda yorum yapacaktı, her gün ekranda bir Bakan’la röportaj yapacaktı, onlara soru soracaktı, onları yumuşatacaktı. Belki onların ağzından çıkacak bir tek kelime bile Gezi Parkı olaylarını başka bir boyuta taşıyabilirdi. Mehmet Ali Birand'ın eksikliği sadece habercilikte değil ülkede de hissediliyor."
TELEVİZYONCULUK İYİ BİR YERE GİTMİYOR
Türkiye'de televizyonculuk nereye gidiyor?
"Geçmişte iki tür televizyon haberciliği vardı. Birincisi, haberi bir spiker sunardı, spikerin arkasındaki kadro da renkli renkli işler yapar, olağanüstü çaba sarfeder, izleyicinin karşısına en güzel şovuyla çıkardı. Onlar, Mehmet Ali Birand’ı, Reha Muhtar’ı, Ali Kırca'sı, Uğur Dündar’ı olmayan haber merkezleriydi. Ali Kırca'sı, Mehmet Ali Birand'ı yani anchoru olan haber merkezleri de bahsettiğim yönleriyle ortaya çıkardı. Şu an Mehmet Ali Birand yok, Ali Kırca uzaklaştırıldı, televizyonculuk iyi bir yere gitmiyor."
"Türkiye'de basın özgürlüğü var diye numune olarak gösterebileceğimiz birkaç tane gazete var. Gazetelerin işi şu an daha zor, çünkü ortada bir kanıt var. Televizyonlarda biraz daha özgür, canlı yayınlar var herkes yayında istediğini söylüyor ama orada da şu sıkıntı var, program yapanlar değişiyor, program yayından kaldırılıyor, televizyonu yöneticisi değiştiriliyor. Televizyon, medyayı kontrol etmek isteyen iktidarlar için gazeteden daha büyük bir risk taşıyor. O yüzden de televizyonda bırakın kimin program yapacağına kimin konuk olacağına bile kendini güçlü addedenler karar verebiliyorlar. Televizyonların da gazetelerin büyük bir bölümü gibi olmasından endişe duyuyorum. Televizyonda yayınlanan haberi, yazıyı kontrolden geçiren bir yazı işleri odası olmadığı için, orada da yönetim kadroları değiştirilerek, program yapanlarda, yorum yapanlarda nöbet değişikliğiyle idare ediliyor, bir stres yönetiliyor.."
MEDYA SURATINA BUZ GİBİ SU YEDİ
Gezi Parkı eylemlerinde medya nasıl bir sınav verdi?
Medyanın önemli bir bölümü bir biçimde rutine bağlamış, kendi otokontrolü içerisinde gidiyordu, eylemler devam ederken biraz suskun kalan medya suratına buz gibi bir su yedi. Bunu hepimiz için söylüyorum, bütün medya için. Bir kaç gün suskun kalan medya, Hükumetten ve Cumhurbaşkanı'ndan da geri adım atma yönünde sinyal gelince olayları olduğu gibi vermeye başladı. Gezi Parkı Eylemlerinde şiddetten uzak olan haklı eleştirileri dikkate aldı ve hemen o an vicdan
devreye girdi medya kendiliğinden eylemin sesini duyurma kanallarını açtı ta ki Başbakan yurt dışından gelinceye kadar. Başbakanın yurt dışından döndükten sonraki söylemleri sonrası medya hala sınav vermeye devam ediyor.
POLİS BİZE NAZİK DAVRANDI
Tarihler 2 Haziran'ı gösterdiğinde, Gezi Parkı eylemlerinin yoğun yaşandığı günlerden birinde, polisin sıktığı biber gazından etkilenen gazeteci arkadaşlarına ve orada demokratik haklarını şiddete başvurmadan kullanan arkadaşlarına yardım için süt ve su götürüken gözaltına alındı Erhan Karadağ. Gözaltına alındığı sosyal medyada hızla yayılırken polise ifade vermek için diğer eylemcilerle hücrede sıranın ona gelmesini bekliyordu. Erhan Karadağ, o an neler hissettiğini şu cümlelerle açıklıyor:
"Gazdan etkilenen gazeteci arkadaşlarıma ve orada bulunup sadece demokratik taleplerini dile getirme alanı arayan insanlara üzüldüm ve arkadaşlarıma yardıma gittim. O gün Ankara'da olağanüstü bir hal vardı, polis böyle bir şeyin içinde olduğumdan dolayı bunu kriminal saydı ve gözaltına aldı. Ben şahsımla ilgili kısmı çok önemsemiyorum. Dışarda polis şiddetinin her türlüsünü görüyoruz ama içerde bana ve diğer arkadaşlara son derece nazik davranıldığını söylemek isterim. İçeride taş atanlar, molotof atanlar değil rastgele alınmış insanlar vardı. Sanırım diğerlerini yakalamak polis için ayrı bir mücadele gerektiriyor. Ben gazeteciyim, bilinen biriyim ama orada gözaltına alınan diğer arkadaşlarla aynı muameleyi görmüş olmaktan dolayı rahatsız değilim.
Bu konunun konuşulmasını da hiç istemedim, ilk kez konuşuyorum."
KORKU HAVASI ÇOK BÜYÜK HAKSIZLIK
Son günlerde bir çok gazeteci işten çıkarıldı, bazı gazete yöneticileri değişti, medyada bir korku havası mı hakim?
"Bu korkuyu anlıyorum ve biliyorum. Herkesin çoluğu çocuğu var. Bu korkuyu insanlara hissettirmek, bu duygunun yaşatılması çok büyük bir haksızlık. Bir çok konuda ülkemiz iyi bir noktaya geldi. Eskiden, belki asker eleştirilemiyordu ki bu artık bitti ama iktidarı eleştirebilenler vardı. Şimdi iktidarı savunanlar eleştirebilenlerden daha çok. Burada bir mantık hatası var. Başbakan konuşuyor 1,5 saat, Başbakanı savunmak için 1,5 saat daha konuşuyorlar. Buna ihtiyaç yok, tam tersini görelim ki, izleyici bunu muhakeme edebilsin. Şimdi öyle bir dönem var ki, ne zaman ekranı açsanız Başbakan öyle demek istemedi diyen yorumcularla karşılaşıyorsunuz, İşte Mehmet Ali Birand burada etkiliydi.
ANCHORMAN OLMAK İSTİYOR MU?
Türkiye’nin en çok izlenen Ana Haber Bülteni'nin Ankara sorumlusu. Onu ekranlarda daha fazlagörmek isteyenlerin sayısı da oldukça fazla. İzleyiciler, buğulu ve etkili bir ses tonuna sahip, düzgün Türkçesiyle haberi izleyiciye net verebilen ve elbette mütevazı haberciliğiyle izleyicilerin gönlünde taht kuran Erhan Karadağ'ı ekranda daha sık görmek istiyor. Peki ya Erhan Karadağ bunu istiyor mu?
HABER BÜLTENİ SUNMAK İSTERİM AMA...
Ana Haber Bülteni'ni sunmak aklınızdan geçmiyor mu?
"Benim isteğimle olacak bir şey değil bu. Aklımdan geçti tabii ki. Bunun sadece benim isteğimle olmasını istemem. Öncelikle böyle bir şeye ihtiyaç duyulması gerekekiyor; ki şu an öyle bir ihtiyaç olduğunu düşünmüyorum. Serdar Cebe ve Gözde Atasoy da ekranda bu işi iyi çok iyi götürüyorlar. Kanal D Haber'de güzel bir yapılanmamız var. Süleyman Sarılar yayın yönetmenliğinde, Deniz Arman’ın tecrübesiyle bir ortak akıl var masada. Bu yönetim anlayışında, Türkiye ve dünyadaki haberler özgür bir tartışma ortamıyla şekilleniyor. Yılardır ekran önünde habercilik yapıyorum zaten, kişisel olarak bunu başka bir yere taşıma arzum ihtiyacım yok ama bir gün gelir, bunu kıymetlendiren ve isteyen olursa da neden olmasın."
AMACIM DÜNYAMI GÜZELLEŞTİRMEK
Erhan Karadağ'ın habercilikten sonraki en büyük tutkusu müzik. Hani 10 parmağında 10 marifet var demiştik ya. İşte kanıtı. Bağlama, ud, klarnet çalıyor. Sadece çalsa, bir de söylüyor, yani sesi de güzel. Muhabbeti kadar sesinin güzel olduğuna ben de şahidim, zira bir gece elinde uduyla söylediği şarkı ve türkülere eşlik ederken bulmuştum kendimi. Ondaki müzik aşkını, "size her şarkıyı ve her enstrümanı sevdirebilir" diye anlatıyor hayranları ve dostları.
Hayatını dolu dolu yaşamaya çalışıyor. Müzik hayatındaki önemli bir renk ama motosikleti de.
Bu tutkusun da "Motosiklet kullanmaya 3 yıl önce başladım, müthiş bir şeymiş, keşke daha önce başlasaymışım diyorum" sözleriyle de dile getiriyor zaten. Öyle ki, artık işe gidip gelirken bile araba kullanmıyor. Tatile giderken de. Hayatı bu sıra iki teker üstünde geçiyor. Motosiklet kullanmaya başlayalı 3 yıl olmuş ama 3 yılda çok fazla yol katetmiş. Motosikletiyle bütün Türkiye'yi bir uçtan bir uca dolaşmış, Karadeniz'i iki yıl üst üste iki teker üzerinde gezmiş ve yine motosikletiyle Gürsistan'a kadar da uzanmış bir motosiklet tutkunu o. Motosiklet kullanımının yaygınlaşmasından yana olduğunu şöyle anlatıyor:
"Motosiklet kullanmak çok çağdaş, çok medeni bir şey. Avrupa'da oldukça yaygın, insanlar motosikletlerle işe gidip geliyor, motosiklet kullananların trafikte daha çok ciddiye alınmalarını umuyorum. Motosiklet konusunda yapılan bütün programları takip ediyorum. Okan Bayülgen ve Mirgün Cabas'da motosikletin trafikte daha çok ciddiye alınması için çaba gösteren arkadaşlarım, ben de onların bu çabasını destekliyorum."
Erhan Karadağ'ı dinlerken, işinden ve yaşamdan aldığı hazzı farketmemek mümkün değil. Röportaj sırasında onun tutkum dediği şeylerin listesini yapacakken, o aslında tutkusunun yaşamak olduğunu söylediğinde haberciliği de, müziği de, motosikleti de içine alan kocaman tutku kutusunun aslında yaşama bağlılık olduğunu anlıyorsunuz. Yaptığı her şeyi büyük büyük bir keyifle yaptığı cümlelerinden anlaşılıyor. "Benim tutkum yaşam, insanlar, ben dostsuz arkadaşsız yapamam. Kederden uzak durmayı seviyorum. Kederli olduğum zamanlarda oluyor ama kederli olmak neşeli olmanın kıymetini bilmenizi sağlar. Dostlarımı seviyorum ve kendimi de çok zengin buluyorum. Çalışma arkadaşlarımı ve mesai dışında görüştüğüm arkadaşlarımı çok seviyorum." derken demek istediğini en güzel şekilde anlatıyor aslında. Belki de hayatı boyunca bunca iyi insanla karşılaşmış ve çalışmış olmasının sırrı tam da bu parağrafta yatıyordur.
Gazeteci olmasaydınız ne olurdunuz?
"Müzisyen olmak isterdim. Belki müzisyen olsaydım da başka bir şey olmak isterdim, bilemiyorum.
Hayatınız boyunca sizi en çok etkileyen kitap ve kişi?
Bir çırpıda söyleyemem, ama hemen anımsayamadığıma göre öyle çok büyük etki altında kaldığım tek bir kitap yok galiba. Paulo Coelho’nun Zahir’i çarpıcıydı. Aşkı, yaşamın özünü savaş muhabirliği üzerinden anlatıyordu. Bir gazetecinin varoluşu, savaş içerisinde yaşamı tarif edişi etkilemişti. Yani savaşlarla birlikte mesleği de sorgulamıştım. Barış için yaşamak gerekir bence. Bir de Ahmet Altan’ın denemeleri var, ‘Geceyarısı Şarkıları’ kendimle, gerçeklerle yüzleşme olanağı bulduğum en önemlisi.
Bir çok insandan etkilenmiş olduğumu düşünüyorum.. İnsan görerek, farkında olarak veya olmadan etkilenerek yaşıyor. Sonra kendisine ait bir yorum, ifade biçimi buluyor ve öyle varoluyor, öyle yürüyor.
BENİM İÇİN "İYİ TELEVİZYON HABERCİSİ" DESİNLER YETER
Röportajın sonunda, yine mütevazı Erhan Karadağ giriyor devreye. Amacının kendi dünyasını güzelleştirmek olduğunu, çünkü birey olarak bunu yapmanın dünyanın güzelleşmesine katkı sunacağını söyleyen Karadağ, bakın nasıl anılmak istiyor:
"Gazetecilik koridorlarda yapılır. Benim politikacılarla oturup kalkma onlardan özel haber alma gibi bir özelliğim yok. Haberi iyi aktardığım, doğru özetlediğim söylenir, iyi bir haberci olabilirim ama iyi bir gazeteci değilim. Çünkü ben çok iyi gazeteci gördüm, onların yaptığını hiç yapmadım. Bir şeyi ortaya çıkarmak, dosya koymak, haber atlatmak gibi işlerin peşinde olmadım. Benim hakkımda birisi iyi bir şey diyecekse iyi televizyon habercisi desinler bu bana yeter. Çünkü televizyon haberciliği bambaşka bir şey, anlatmak, dinlettirmek, kabul ettirmek, doğru anlaşılmasını sağlamak çok önemli ve gazetecilikten çok farklı şeyler. Ankara gazeteciliğini önümüzdeki yıllarda farklı bir şeye çevirmek isterim, bu bir gezi programı bile olabilir. Bir kaç yıl farklı şeyler yapmak isterim bunu ilk kez size açıklıyorum, bu benim rüyam. İlerleyen zamanlarda yaşamımı doğayla baş başa geçirmek istiyorum, mesleğimde onu da yapmalıyım, bunu da yapmalıyım gibi kişisel hırslarım yok. Kendi dünyamı güzelleştirmek istiyorum, belki dünyaya böyle bir katkım olabilir.
Erhan Karadağ, doğa sevdasını anlatırken neden doğanın kucağında bir kafe'ye ortak olduğunu da anladım aslında. Bunca işin arasında biraz mola vermek, bir nefes alabilmek için 4 arkadaşıyla ortak olarak açtığı Kaş'taki "Mor Kafe de onun doğa sevdasının bir parçası. Sadece kafe olmadığına, orada bir yaşam enerjisinin yattığına inandığım "Mor Kafe'yi ben de en kısa zamanda gidilecekler listeme ekledim bile...