Independent, Guardian ve Foreign Policy gibi çok sayıda saygın kuruluş için Türkiye ile ilgili haberler kaleme alan gazeteci Justin Vela, Ergenekon'un Batı'daki algılanışını BBC Türkçe için yazdı.
Abone olBirçok Batı ülkesi, bu yaz yaşanan Gezi Parkı protestoları ve ardından muhaliflerin seslerinin kısıldığı dönemde, Türk yetkililere ağır eleştiriler yöneltmişti. Fakat uzun süren Ergenekon davası sonucunda, yargılananlara dün verilen cezalar için Batı’nın aynı tepkiyi vermesini beklemeyin.
Kemalistler ve sanıkların destekçileri davanın, AKP karşıtlarını temizlemek anlamına geldiğini iddia etse de, Batılı ülkeler dava sonucunu, Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından olumlu bir adım olarak görüyor.
Avrupa’da ve ABD’de ordu meşru bir muhalif güç olarak görülmediği için Ergenekon davası, da muhalifleri cezalandırmak için kullanılan bir dava olarak algılanmıyor.
Batı, Türkiye’nin bir muhalefete ihtiyacı olduğuna inanıyor. Ama siyasi bir muhalefet; ülkenin siyasi yörüngesini gizliden gizliye etkileyecek ve diledikleri gibi darbe yapabilecek askeri yetkililer değil…
Batılı bir gazeteci olarak üç sene önce Türkiye’ye taşındığımda Ergenekon davası beni içine çekmemişti. Büyük bir dönüşümün ortasında olan bir ülkede onlarca ilgi çekici, merak uyandıran hikâye varken Ergenekon, Türkiye’nin geçmişi ile ilintili gibi görünüyordu.
Hem Batı’da, hem de Türkiye’de onlarca uzman ve siyasete yön veren isimler ordunun AKP’ye karşı komplo düzenlediği yönündeki görüşlerini açıkça belirtiyordu.
Güçsüz kanıtlar ve davanın ağır ve zayıf yürütülmesi, tüm sanıkların masum olduğundan çok, yargı sürecinin zayıflığına, yetersizliğine işaret ediyor.
Veli Küçük’ün yalnızca biyografisine kısaca bir göz atmak, davanın Türkiye’nin şiddet dolu geçmişini incelemek ve yeni reformlar için harekete geçmek açısından eleştirel bir adım olduğunu anlamaya yardımcı oluyor.
Zayıf ve şeffaflıktan yoksun: 'Türk tarzı adalet'
Türkiye aslında Batı için çok önemli bir ortak. Yargılanan bireylerin çoğunun açıkça suçlu bulunması ve yasal sürecin karmaşık olması nedeniyle ABD veya Avrupa’da çok az sayıda kişi, aslında masum olabilecek veya abartılı cezalarla karşı karşıya kalabilecek sanıklar hakkında konuşuyor.
Onlar, büyük ve ihtiyaç duyulan evrimin eşiğindeki kusurlu bir sistemin silip süpürdüğü kurbanlar oldu.
Aslında bu hissin asaleti tartışmaya açık. Dava ileriye dönük önemli bir adım olabilecekken, zayıf işleyişi ve şeffaflıktan yoksunluğu nedeniyle Batı’da şöyle bir algı oluştu: Bu adalet, ama “Türk tarzı bir adalet”.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, davanın başladığı 2008 yılına göre, davanın sonlandığı tarihte daha bilinen bir isim haline geldi. Kendisine muhalif bazı isimlerden kurtulmak için bir mahkemeyi kullanmış olabileceği akla yatkındı.
Pazartesi günü cezalar okunduğunda en sarsıcı olanı Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’a müebbet hapis cezası verilmesi oldu.
Akılda kalan sorular
Başbuğ, Ergenekon’a adı karışmış biriyse, nasıl olur da 2008-2010 yılları arasında NATO’nun en büyük ikinci ordusuna liderlik etmesine izin verilir?
Eğer Başbuğ Ergenekon’un üyesiyse, nasıl olur da gözden kaçar ve mahkemenin devam ettiği bir dönemde bu kadar güçlü bir pozisyona yükseltilir?
Yoksa Başbuğ, AKP ile arasını açacak bir şey yaptı da, Ergenekon davası da onun uzaklaştırılması için uygun mazerete mi hizmet etti?
Bunlar, Batı’da ve dünyanın farklı bölgelerinde davayı izleyenlerin kendilerine sorduğu meşru sorular.
Korkunç suçlar işleyen adamları cezaevine koyan adaletti. Ama hâlâ yarım kalan bir sürü iş, cevaplanmamış bir sürü soru ve davanın daha iyi ve daha gelişmiş Türk demokrasisi için kaçırılmış bir fırsat olduğu hissi var.
Yine de, Türkiye’nin Batı’daki ortakları mutlu. Zira mesele demokrasi ise, yarım yamalak atılmış bir adım bile hiç atılmamış bir adımdan daha iyidir.