BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46
HABER /  GÜNCEL

Erdoğan'ın öfkeli ruh hali için uzman yorumu!

Psiko-politik analizler yapan Murat Paker, Başbakan'ın Soma'daki "halet-i ruhiyesini" değerlendirdi. Paker'e göre Erdoğan mevcut sosyopolitik ortam yüzünden kendini bastırma zorunluluğu duymuyor.

Abone ol

Manisa'nın Soma ilçesindeki maden faciasında Başbakan Erdoğan'ın kendisini protesto edenlere karşı tavrı tepki topladı. Erdoğan kendisini yuhalayan bir kişiye 'Sen bu ülkenin başbakanına yuh çekersen tokadı yersin' dedi, başka bir kişiyle de bir marketin girişinde korumalarıyla birlikte tartıştı. 

İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi ve psikoterapist Yrd. Doç. Dr Murat Paker Başbakan Erdoğan'ın ruh halini Al Jazeera'den Onur Erdoğan'a değerlendirdi. Psiko-politik analizler yapan Paker'in "Psiko-politik Yüzleşmeler" isimli bir kitabı, Birikim dergisinde çok sayıda yazısı bulunuyor. Paker aynı zamanda Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Parti Meclisi üyesi.

HÜKÜMET KRİZİ YÖNETEBİLDİ Mİ?

Hükümet son yıllarda her krizde olduğu gibi krizi yönetemedi, sınıfta kaldı, hiç iyi bir sınav veremedi. Normal koşullarda, normal bir ülkede bu olay üzüntü ağırlıklı bir tepkiye yol açacakken, hükümetin tavırları ve ihmal ağırlığının çok büyük olması nedeniyle üzüntünün yanında, üzüntüyü örtecek şekilde öfke kabarması ortaya çıktı. Bunda da birinci sorumlu hükümet ve Başbakan.

ERDOĞAN SOMA'DA NEDEN AGRESFİ BİR TUTUM SERGİLEDİ?

Çünkü öteden beri zaten kriz durumunda, kendine uymayan herhangi bir şey olduğunda, farklı bir şey gördüğünde, kendisinin sevilmediğini, beğenilmediğini, minnet duyulmadığını gördüğünde sinir sistemi zorlanıyor Başbakanımızın. Sinirleri bunu kaldıramıyor. Protesto edilmeyi, karşı çıkılmayı, muhalefet edilmeyi zaten kaldıramıyor. Bir de onun kafasında herhalde şöyle bir iç dünya var; "Çok çalışıyor, kendini feda etmiş bir lider; halkı için, ülkesi için saçını süpürge etmiş bir lider." Bunu görmeyen, bunu beğenmeyen, bunu takdir etmeyen birilerini gördüğü zaman, bir de üstüne üstlük protesto eden birilerini gördüğü zaman müthiş bir nankörlük ile karşılaştığını, kıymetinin bilinmediğini hissedip ciddi bir özgüven zorlanması yaşıyor. Bununla baş etme yöntemi de Başbakan ve benzeri kişilik tarzına sahip insanlarda agresyon oluyor. Saldırganlık, yani farklılığı, muhalefeti, karşı çıkanı, takdir etmeyeni, saldırarak öfkeyle susturmaya etkisiz hale getirmeye çalışma.

murat-paker-promo_2.jpg

HALKTAKİ ERDOĞAN ALGISI NE?

Erdoğan'ın kendisiyle ilgili algısından bahsettiniz, "Kendisini çok çalışan, saçını süpürge etmiş birisi gibi görüyor" dediniz. Peki sizce Erdoğan'ın halktaki algısı nasıl? Oluşturmak istediği algıyı oluşturabiliyor mu?

Halk homojen değil tabii, oy aldığı kesimde büyük ölçüde bunu oluşturmuş durumda. Hepsinde olmasa bile oy verenlerin önemlice bir kısmında konsolide de etmiş durumda. Onlar büyük ölçüde, ne olursa olsun onu destekleyeceklermiş izlenimi veriyor. Yüzde 43 değildir bu oran ama yüzde 30'un altında da değilmiş gibi duruyor. Yüzde 25-30 sağlam bir kitlesi var sanki.

Ona oy vermeyenler nezdinde ise cumhuriyet tarihinde en fazla nefret biriktiren, öfke biriktiren siyasi lider konumunu da ele geçirdi sanki. Özellikle son bir yılda, daha öncesi de var ama en azından Gezi'den beri, toplumun diğer kesiminde çok ciddi bir nefret ve öfke nesnesi haline gelmiş durumda. Dolayısıyla toplum epey bir kutuplaşmış durumda. Herkesin güçlü duyguları var Başbakan'la ilgili. Daha önceki liderlere baktığımızda bu güçlü duygular, pozitif ya da negatif duygulara sahip olma oranı daha dardı. Kayıtsız da geniş orta bir kitle olurdu.

MENDERES'LE KIYASLANABİLİR

Kıyaslanabilecek birisi geliyor mu aklınıza?

Uzak ara, çok yakınından değil ama en yakını yine (Adnan) Menderes olabilir. Orada da bir polarizasyon (kutuplaşma) vardı, yine de bu kadar sert olduğunu sanmıyorum.

AK Parti kendi içinde sürekli bir kriz yönetimi içinde mi?

Biraz öyle. Avantajlılar da, çünkü geniş bir toplumsal destek tabanları var. O taban da öteden beri korkutulmaya açık bir taban ve Tayyip Erdoğan da o korku politikasını, kendi tabanına yönelik korku politikasını oluşturmayı ve idame ettirmeyi çok iyi beceriyor. "Bana bir şey olursa size de bir şey olur" fikrini iyi hissettiriyor. Onlar zaten geleneksel olarak, tarihsel olarak hazırlar böyle bir manipülasyonu almaya, dolayısıyla orada hazır ve geniş bir taban var.

İkinci avantaj, muhalefet dünya sonu durumunda. Böyle bir ülkede bile ana akım muhalefet güven uyandıracak, alternatif gibi görünecek bir hale gelemiyor bir türlü. Onların da kendilerine göre bir sürü ayak bağları var. "Bu adam kötü ama diğerine geldiğinde bunlar da bak tutarlılar, daha demokrat, daha açık, daha şeffaf, daha becerikli bir ekip, bir parti burada var" hissi veremiyorlar. Onlar da AK Parti'nin aşmış göründüğü ya da aşma yolunda olduğu Kürt meselesi gibi başka bazı konularda çarşafa dolanmayı hâlâ sürdürüyorlar.

ERDOĞAN NASIL BİR PSİKOLOJİK/SİYASİ FİGÜR?

Siyasi analiz yaparken liderlerin kişilik yapıları, psikolojileri konuşulmak isteniyor, sansasyonel yanları olabiliyor ama ben bundan kaçınmaya çalışıyorum olabildiğince. Hem mesleki etik ilkeler gereği, yani klinik psikolog olarak, psikoterapist olarak, benim kişilik analizi yapmam başka birinin yapmasından biraz daha farklı algılanabilir. Onun için ben etiketler yapıştırmayı, teşhisler koymayı doğru bulmuyorum.

Ama Başbakan sıradan biri de değil. Sonuç olarak hepimizin kaderi üzerinde ciddi etkileri olabilecek güçte bir lider. Onun halet-i ruhiyesi, onun davranışları bütün toplumu ilgilendiriyor.

Şunlar söylenebilir:

Nihai analizde bir liderin psikolojik durumu sınırlı derecede etkilidir. Sonuç olarak o ülkenin, o toplumun sosyopolitik dinamikleri belirleyicidir. Başbakan'ın psikolojisi ne olursa olsun onun partisi, onun toplumu onu başta tutuyorsa, değiştirmiyorsa parti lideri olarak, başbakan olarak orada bu kişilik yapısına, bu liderlik tarzına sahip bir lideri idame ettirecek sindirecek sosyopolitik bir dinamik var demektir.

Sorunuza dönersem, Başbakan'ın cezai ehliyetini yitireceği derecede bir psikiyatrik-psikolojik bir tablo olduğu söylenemez. Dolayısıyla yaptığı her şeyin cezai sorumluluğuna sahip birinden bahsediyoruz. 

Teşhislerden, etiketlerden uzak durup şu söylenebilir: Başbakan çoğu liderde görülebilen belli bir kişilik tarzına sahip. Yüzeyde kendine aşırı güvenen, farklılıktan, muhalefetten hiç hoşlanmayan; otoriter, kişisel ilişkiler düzeyinde demokrat olmayan; kendini mutlak doğru olarak görmeye eğilimli; kendinden çok kuşkulanmayan, çok kuşkulanmadığı için de farklılıkları ya acayip hatalar ya da acayip ihanetler gibi görmeye eğilimli olan bir yapı.

Bu yapı kendisinden farklı olanlarla duygudaşlık gösterme konusunda zorlukları, kısıtlılıkları olan bir yapı. Çok sıkıştırıldığında tanınma, kabul edilme, sevilme, minnet duyma ihtiyaçları karşılanmadığında saldırganlaşabilme, çok öfkelenebilme potansiyeline ciddi derecede sahip bir yapı.

Bir sürü liderde var bu yapı. Tayyip Erdoğan'da biraz daha fazla olduğu söylenebilir.

Ama Tayyip Erdoğan bu 12 yıl boyunca müthiş bir güç yoğunlaşmasının sahibi oldu. O gücü dengeleyecek unsurlar pek yok, kalmadı. Uzun bir süre eski rejim, askeri vesayet rejimi vardı. O da başka bir musibetti tabii. Ne zaman ki o güç iyice yoğunlaştı ve tehdit pek kalmadı, o zaman kontrolsüz bir iktidar gücü ve yukarıda anlattığım liderlik tarzı, kişilik tarzı özellikleri çok daha rahatça, çok daha sansürsüz biçimde ortaya çıkabilir ve kendini ifade edebilir hale geldi.

Sansürsüzlük o raddeye vardı ki kontrol etmek zorunda hissetmiyor kendini. 10 yıl önce bir başbakan tokat atamazdı. Tayyip Erdoğan dahil. Şimdi bunu yapabileceğini hissediyor. Düşünüp taşınıp yapmıyor tabii, otomatik olarak çıkıyor. Çünkü kendini kontrol etmesi, bastırması gereken bir ortam yok. Olduğunda da çok bir bedeli olmayacağını düşünüyor.

ERDOĞAN KARŞITLARININ NASIL BİR PSİKOLOJİSİ VAR?

Çeşit çeşit, bir kısmı sahiden sadece Erdoğan karşıtı. En zavallı durumda olanlar onlar. Onun kendisi zaten Erdoğan'a tersten bağımlı olan ve Erdoğan'ı tersten yücelten bir işlevi oluyor onların. Kendi konumunu Erdoğan karşıtlığı üzerinden tanımlayan bir şey. Erdoğan'ın da bunlara ihtiyacı var tabii. Onları çok güzel kullanıyor.
Çaresiz bir grup var. "Biz ne yapsak olmuyor, yurtdışına mı kaçsak, işimizi yürütmeye mi çalışsak" diyen bir grup var.
Giderek büyüdüğünü sandığım ama hâlâ yeterince ciddi büyüklükte olmayan "Bu iş karşıtlık üzerinden olmaz" diyen tutarlı, yüksek standartlı, istikrarlı, demokratik ortak bir zemin arayan insanlar var. Onların psikolojisi dalgalı. Öfkeli bir yanıyla, özellikle bu tür şeyler olduğunda. Yorgun ama dirençli de bir yandan. İnatçı. Cumhurbaşkanlığı seçimi gibi bir şey böyle bir zemini ilerletmek için bir basamak olabilir.