BIST 9.725
DOLAR 35,20
EURO 36,74
ALTIN 2.967,33
HABER /  GÜNCEL

Erdoğan'ın kara kutusundan flaş açıklamalar!

AK Parti Diyarbakır eski milletvekili İhsan Arslan’a göre Kürtler, Cumhuriyet tarihi boyunca başlarına gelenler için Türkiye’den alacaklı. Al Jazeera’ye Kürt sorununun geldiği noktayı değerlendiren Arslan, çözüm sürecinin on yıl önce de başlayabileceğini

Abone ol

Mehmet İhsan Arslan, iki dönem AK Parti çatısı altında milletvekilliği yaptığı dönemde Recep Tayyip Erdoğan’ın Kürt meselesi konusundaki danışmanıydı. Arslan, müteddeyyin çevrelerin ‘haksızlıkla mücadele’ anlayışının nereden nereye geldiğini, başlangıçta ‘mesafeli durdukları’ Kürt sorununa bakış açılarının zamanla nasıl değiştiğini Al Jazeera’ye anlattı.

MAZLUMDER’in eski genel başkanı, yakından tanıdığı ve kendi ifadesiyle ‘ailelerimiz iç içe’ dediği Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kürt sorununa bakışını ve çözüm sürecinin geldiği noktayı da özetledi. Arslan’a göre, Erdoğan’ın Diyarbakır’da 2005’te ‘Kürt sorunu benim sorunumdur’ dediği konuşması boykot edilmeseydi, çözüm süreci on yıl önce başlayabilirdi; şu anda çözüm için yapılması gerekenlerden daha azı yapılarak, sorun çözüme kavuşabilirdi; her şeyden önce daha az insan ölebilirdi.

Arslan, Kürtlerin geleceğinin nasıl olacağı konusundaki görüşlerini de anlattı: Orta vadede Kürtlerin bulunduğu her ülkede özerk ya da kendine özgü Kürt siyasi yapılanmaları olacak. Türkiye’de de otonom özerk bir yapı orta vadede ortaya çıkabilir; bu da yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, valilerin seçimle işbaşına gelmesi ve başkanlık sistemiyle gerçekleşebilir. Bölge açısından bakıldığında da Kürtler, Araplarla ya da İran ile değil, Türkiye ile entegre olacak.

‘Kürtçe’nin sünnete aykırı’ olmasından, ‘mazlumun kimliğine bakılmaz’ noktasına

Arslan, 1965-1975 yılları arasında üniversite öğrencisiydi ve o dönemde ideolojik çabası ‘dinini daha iyi yaşamak ve düzeni din lehine değiştirme’ üzerine kuruluydu. Kürt hareketiyle ilgilenmiyordu. İslamcıların içinde Türk'ü var Kürt'ü vardı ama Kürtler kendilerini ifade edemiyor, Kürtçe konuşmanın sünnete aykırı olduğu şeklinde telkinler bile yapılıyordu:

“Kürtlüğü görmezden gelen ve kötü bir şey olarak telakki eden bir gençlik olarak büyüdük. Yetiştiğimiz çevrede bazı kavramlar da var; ırkçılığın haram olduğu ve kesinlikle men edildiği şeklinde naslar, emirler var. Böyle olunca zaten sizin bulunduğunuz ortamda Kürtlüğünüzden, Türklüğünüzden dem vurmanızın bir anlamı olmuyor. Kimisi Kürtçülük yapıyordu, kimisi Türkçülük yapıyordu bize göre. Biz ikisine de uzak duruyorduk.”

Ancak askeri darbe dönemiyle birlikte Kürtler müthiş bir insanlık trajedisi yaşamaya başladı ve buna sessiz kalmak, Arslan’ın deyimiyle ‘Müslümanlığa uymamaya’ başladı. Kürt Müslümanların duyarlılığı arttı. MAZLUMDER bünyesinde bir refleks gelişmeye başladı.

ÇELİŞKİYİ AŞMAK

MEHMET İHSAN ARSLAN KİMDİR?

Mehmet İhsan Arslan, 1 Ocak 1948'de Batman’ın Sason ilçesinde doğdu. Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde büyüdü.  Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi.  Memurluk ve öğretmenlik yaptı. İhracat-ithalat ağırlıklı olmak üzere ticari faaliyetlerde bulundu. Mazlum-Der'in iki dönem Genel Başkanlığı görevinde bulundu. 22 ve 23. Dönem Ak Parti Diyarbakır Milletvekili olan Arslan Sağlık, Eğitim ve Dayanışma Vakfı (SEDAV) Mütevelli Heyeti Başkanlığı görevini yürütüyor. İyi düzeyde Arapça ve Farsça biliyor.

 
   

Arslan, MAZLUMDER sürecini hayat serüveninde gurur duyduğu bir süreç olarak tanımlıyor. İslamcı ya da milliyetçi bireylerin uğradığı hak ihlâllerine karşı çıkmak için yola çıktıklarını ama kendilerini bir çelişki içinde bulduklarını anlatıyor:

“Dindar olmayan bir insanın mağduriyeti karşısında ne yapacağız? Devlet bir solcuya zulmetti, bunu hangi seviyede koruyacağız? Daha zor olanı eğer bir Müslüman bir solcuya, bir laik insana, bir dinsize zulmetse o zaman ne yapacağız? Kendimizden birine karşı mücadele edebileceğimizin de şuuruna vardık. Zalim kim olursa olsun ona karşı, mazlum kim olursa olsun onun yanında yer alma düşünce ve bilinci çok onur verici ve evrensel bir şeydi. İslam'a tamamen uyan bir şeydi.”

"ÇÖZÜM SÜRECİ FAHA ERKEN BAŞLAYABİLİRDİ"

Arslan’a göre, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan henüz Refah Partisi’nin İstanbul il başkanlığını yaparken bile Kürtlere yapılan haksızlıkların farkındaydı:

“Hatta o yıllar yapılmış bazı açıklamalar daha sonra kendisinin önüne fatura olarak kondu. Fakat Tayyip Bey bir partinin başına geçtikten sonra ve başbakan olarak ülkeyi yönetmeye başladıktan sonra haklı olarak daha dikkatli, daha dengeli olmaya başladı. Belki benim gibi, senin gibi düşünüyor olmasına rağmen bunları seslendirmekten kaçındı. Çünkü artık sorumlu makamda olan biriydi.”

Arslan’a göre, Erdoğan’ın 2005’te Diyarbakır’da, ‘Kürt sorunu benim sorunumdur’ dediği konuşmasından daha tarihi olan bir konuşmayı, bu ziyaretten hemen önce aydınlarla buluşmasında yaptı. 

“Şahsen ben de beklemiyordum o kadar net o kadar açık bir konuşma yapacağını. Özel konuşmalarımızda yapıyordu öyle konuşmalar ama orada beklemiyorduk. Diyarbakır’a gittik o konuşmasından duyduğumuz heyecanla. Daha çıplak bir şekilde Diyarbakır’da ifade etti.”

Fakat Arslan, o ziyaretinin Kürt siyaseti tarafından boykot edilmesinin Erdoğan’ın moralini bozduğunu, hayal kırıklığına uğrattığını söylüyor.   

“'Ben sizin için, sizin haklarınız için siyasi geleceğimi dahi riske ediyorken’ dedi. O günlerde ateşle oynamak gibi bir şeydi Kürt sorunu. Kimi liderler tüm siyasi hayatında bir kez ancak kullanmıştır Kürt ifadesini veya kullanmamıştır. Tayyip Bey gerçekten sorunu çözmek için ilk önemli adımı atıyordu. İstiyordu ki hakları için mücadele verdiği, risk aldığı toplumsal kesim bunu anlasın ve desteklesin, ona moral versin.”

Arslan “Size kızdı mı peki, bu işlere yönlendirdiğiniz veya dikkatini çektiğiniz için” sorusunaysa şu yanıtı verdi:

“Yok. Zaten kızmalarından da rahatsız olmazdık. Belki ‘Acaba erken mi davrandım’ diye düşünmüş olabilir. Ama esas Kürtler açısından meseleye baktığımız zaman o protestonun Kürtlere fayda değil zarar verdiğini düşündüm ben. Bugün yaşamakta olduğumuz çözüm süreci belki daha önce başlayabilirdi. O zaman da daha az insan ölürdü.”

ERDOĞAN'IN KÜRT SORUNUNA BAKTIĞI YER

Arslan’a göre, batıda, Ankara’da hiç kimse, ne bir aydın ne de bir siyasetçi, Diyarbakır’dan ve Şırnak’tan bakamıyor Kürt sorununa, ama 'Erdoğan farklı':

“Müslüman kimliği itibariyle bir kere oradan bakıyor. Onun için Kürt'ün Türk’ten, Türk’ün Kürt’ten pek farkı yoktur. Haklar bakımından da farklılıkları yoktur. Eğer iktidar tam olarak elinde olursa gerçekten Kürt'ün Türk’ten ayrı olmadığı bir sosyal yaşam hatta siyasi yaşam düzenler. “

Erdoğan’ın Kürt sorununa yaklaşımında zaman içinde bir değişiklik olup olmadığı sorusuna da Arslan şu yanıtı verdi:  

“Tayyip Bey belediye başkanlığına kadar sürekli bir aktivist gibi mücadele veren bir insandı  ama ülkeyi yönetince durum değişiyor. Bir de Tayyip Bey iktidar olduktan sonra hem devleti daha iyi tanımaya başladı hem dış konjöktürü iyi değerlendirebildi. Buna rağmen kendi refleksleri, yani dini hassasiyetinden kaynaklanan refleksleri zaman zaman devreye girdi ve toplumun beklemediği anlarda sert ve sivri adımlar atmasına imkân verdi. Bu da ülkenin yararınaydı. Bugün demokratik bir açılım ve barış süreci dediğimiz bir süreç başlatıldı; bunun felsefesi, hedefi çok önemli ve hayati önemi haiz stratejiktir. Bana göre kutsaldır.

"ERDOĞAN DEDİ Kİ GÖRÜŞMEDİĞİMİZİ NEREDEN BİLİYORSUN?"

Sürecin provoke edildiğini, bazen ‘iki ileri bir geri’ yapılmak zorunda kalındığını söyleyen Arslan’a göre, sürecin her aşaması da ilan edilmiyor; ki sürecin yolunda gidebilmesi için zaten böyle olması gerekiyor.

Arslan bu konuda 2007’de kendi yaptığı bir açıklamayı da anımsattı. O açıklamasında  ‘Bu sorun mutlaka halledilmeli, halledilmek isteniyorsa da Kandil'dir, İmralı’dır mutlaka muhatap alınmalı’ gibi bir ifade kullandığını, bunun da kıyamet kopardığını söyledi:

“Çok ciddi suçlamalar yapıldı bana. 'Çocuk katili olarak anılan Öcalan nasıl muhatap alınır veya PKK ile bu işler nasıl konuşulur' diye. Ama onları dikkate almadan; onların taleplerini, isteklerini hesaba katmadan bu sorunu çözmek hayaldir yani. Bir gün kendisi ile [Erdoğan] konuştuğumuzda [Erdoğan] , ‘Tamam da sen görüşmediğimizi nereden biliyorsun’ dedi. Ben sustum ve ‘Eyvallah’ dedim. ‘O zaman sözümü geri alıyorum’ dedim. Demek ki o yıllarda muhatap alınıyordu, gereği yapılıyordu.”

"ARTIK ERDOĞAN DA BENİ SAVUNAMAZ OLDU..."

Arslan, ‘Kırk seneye yakındır omuz omuza dindarlık adına mücadele verdiğim arkadaşlarımın bir kısmının beni anlamamış olması doğrusu beni çok üzüyor. Ben ne oyum, ne buyum; ben Müslüman’ım’ diyor. İki dönem milletvekilliği yaptıktan sonra, siyaseti bırakmasının arkasındaki nedenlerden birinin de bu olduğunu söylüyor:

“PKK’lı, Kürtçü, Hizbullahçı, MİT’çi, devleti soyan; çünkü her işi ben alıyormuşum, benden habersiz hiçbir ihale verilmiyormuş. Bu kadar suçlamalara rağmen sizin siyasette daha fazla ilerlemeniz doğru olmayabiliyor. Artık Başbakan da beni savunamaz oldu desem. Onu zorluyordum, ayak bağı oluyordum. Siyasette kariyer düşünmüyorsanız vekil olarak kalmanın bir anlamı yok. Vatandaşın iş takipçisi, tayin takipçisi haline geliyorsunuz. Ayrıca işlerimle ilgilenmek zorundaydım. Başbakan da bunu bildiğinden ‘Dinlen’ dedi.”

AK PARTİ'YE KÜSKÜN MÜ?

Eski Diyarbakır milletvekili, “Küskünlüğünüz var mı” sorusunda da şu yanıtı verdi:

“Hiç olmadı, buna hakkımız da yok. Tayyip Bey’i doğru değerlendirmek lazım, vicdanlı olmak lazım. Hele bir Kürt insanının partide Tayyip Bey'e küsme hakkı yok. Çünkü hiçbirimizin biz lider olsaydık yapamayacağımız şeyleri kendisi yaptı. Bugün rahatlıkla her zeminde ‘ben Kürt'üm’ diyebiliyorsak, Tayyip Bey sayesindedir. Bizim alacaklı ve haklı olmamız durumu değiştirmiyor. Kürtler yüz yıldır alacaklı, mazlum ve mağdur durumda. Ama kimse onların bu mağduriyetini ortadan kaldırmaya çalışmadı.”

"SURİYE OLMASA ÇÖZÜM SÜRECİ FARKLI İLERLEYECEKTİ"

Arslan, çözüm sürecinin inişli çıkışlı yaşanmasına rağmen, artık tarafların bir kez masaya oturduğunu; birlikte yaşama zorunluluğunu da herkesin gördüğünü söyledi. Ancak Arslan’a göre dış konjonktür de süreci etkiliyor.

“Suriye’deki bu mesele olmasaydı mutlaka süreç başka türlü ilerleyecekti. Ben iddia ediyorum Kuzey Irak’taki Kürdistan yapılanması süreci olumlu etkiledi. Çünkü Türkiye açısından da yeni basamaklara geçildi. Barzani ile yeni ilişkiler, anlaşmalar içerde de Kürt sorununun çözülmesinde ciddi adımlar atılmasına fırsat verdi. Çünkü dışarıdaki Kürtlerle barışıksan, kendi Kürtlerinle de barışık olman gerekiyor. Sonra süreç coğrafyada Kürtlerin bütün olarak ele alınmasını zorunlu kıldı. Daha henüz taşlar yerli yerine oturmuş değil çünkü Suriye olayı yeni ortaya çıktı. Türkiye’de birçok insan, siyasiler dahil Suriye’deki Kürt varlığından haberdar değillerdi. Sonuçta yüz yıl önce Skyes -Picot denilen bir anlaşma ile yapay sınırlar çizilmişti. Dayatmaydı bu. Arap coğrafyası, özellikle Kürtler çok olumsuz etkileniyordu. İki senesi kaldı, sanırım bitince bazı şeyler yeniden ele alınacaktır. Şu anki çatışmaların altında o yatıyor. Yakın vadede sınır değişiklikleri söz konusu olabilir. Bunlar ister istemez bizi de etkiler çünkü biz büyük bir imparatorluğun bakiyesiyiz ve merkezinde orijinini koruyan bir kesimiz. Nasıl etkiler tam bilmiyorum ama şunu söyleyebilirim: Kürterin geleceği, bölgenin geleceğini belirleyecektir.”

KÜRTLERİN GELECEĞİ ÖZERKLİK

Arslan’a göre, kaçınılmaz olarak her ülkede özerk, kendine özgü Kürt siyasi yapılanmaları olacak. Irak’ta Kürdistan diye adlandırılan yönetim diğer Kürtler için de örnek olacak:

“Suriye’de mutlaka böyle bir otonom bölge oluşacağını düşünüyorum. Bunun akabinde Türkiye’de otonom özerk bir yapının orta vadede ortaya çıkacağını düşünüyorum. Bunu Türkiye başka türlü çözmeye çalışıyor, çalışacak da zaten. Başbakanımızın yerel yönetimlere daha fazla yetki aktarılması konusunda belirlemeleri var. Vilayetlerde üçlü bir denge var yönetimde. Asker var, vali var ve belediye var. Büyükşehir Belediye Yasası ile özel idarenin ortadan kaldırılması, yani valinin ve merkezi hükümetin yetkilerinin sınırlandırılıp halk tarafından seçilmiş belediyeye aktarılmasını içeren bir kanundur o. Bunun biraz daha ilerisinde valilerin halk tarafından seçilmesi gündeme gelebilir. Bu konuşuldu da zaten. Yarı veya tam devlet başkanlığı sisteminin düşünülmesi, Türkiye’nin gelecekteki bu önemli sorununu çözmeye yönelik bir planın parçasıdır bana göre. Eğer öyle olursa o zaman özerk bölgeler oluşturulabilir. Federatif bir yapıya doğru gidilebilir yani. Her vilayet veya birkaç vilayetten oluşan bölgelerin kendi kendilerini yönetmeleri gündeme gelebilir. Siz ancak bu şekilde Türkiye’yi, yani sınırlarını, Misak-ı Milli’yi koruyabilirsiniz.”

Söyleşinin tamamına buradan ulaşabilirsiniz.