BIST 9.420
DOLAR 34,39
EURO 36,25
ALTIN 2.838,18
HABER /  GÜNCEL

Erdoğan'ın ağzından Masonlar

Bu açıklamalarıyla herkesi şaşırtan Başbakan Erdoğan'ın röportajında çarpıcı başlıklar var.

Abone ol

Tayyip Erdoğan, İlk kez başbakan olmayı anlattı “Bir imaj değişikliği değil, biz bir zihniyet değişikliği peşindeyiz” AK Parti olarak “biz kendimizi Muhafazakar-Demokrat olarak tanımlıyoruz,” diyen Başbakan Tayyip Erdoğan, Hyphen Dergisi’ne verdiği özel röportajda yerel yönetimlerden imam-hatiplere, AB ilişkilerinden tezkere görüşmelerine kadar Türkiye gündeminde yer alan maddelere tek tek değindi. Futbol merakından, çocuklarıyla ilişkisine, spora duyduğu ilgiden sırlarını kimlerle paylaştığına dair sorularımızı da yanıtsız bırakmadı. Ancak kendisine yönelttiğimiz tüm sorular “politika insanın bütün hayatını alan bir uğraş,” cevabında bütünleşti. Zaten röportajın hepsini okuyunca siz de anlayacaksınız; Tayyip Erdoğan bu söyleşide aslında 59. hükümetin Başbakanı olmayı anlattı... Gündem yaratacak sözler “O İmam-Hatip eğitimi almış olanlardan biri de benim. Bir zamanlar Köy Enstitüleri’ne karşı girişilen linç kampanyası, uzun zamandan beridir de İmam-Hatip Liselerine yönelik olarak sistematik bir şekilde sürdürülüyor.” “AB’nin bir Hıristiyan birliği olması yönünde bir görüş dile getiriliyor. Ama bu görüş güçlenip de AB’yi bağlayıcı bir nitelik kazanacak olursa, bundan en başta AB zarar görecektir.” “Bakın biz muhafazakar kimliğimize rağmen Ak Parti olarak AB’yle entegrasyonda bir sakınca görmüyoruz. Çünkü AB’nin ortaya koyduğu ideal, bir dinî cemaat olmanın tümüyle ötesinde, farklı düşünce yapılarını, kültürleri, inançları kucaklayacak niteliktedir.” “Futbolu seviyorum, bu doğru. Ama nasıl ki, örneğin her resim seven kişinin ressam olması gerekmiyorsa, benim için de futbol artık sadece uzaktan uzağa ilgilenebileceğim bir uğraş.” “Ülkeyi iyi yönetebildiğiniz sürece başbakan olarak kalabiliyorsunuz. Ama baba-çocuk ilişkisi ne olursa olsun sürüyor.” “Emine Hanım’ın çocuklarımızı gerçekten de çok iyi yetiştirdiğini düşünüyorum. Ama buradaki sözlerimden çocuklarımla aramızda duygusal bir yakınlık olmadığı sonucunu sanırım çıkarmazsınız.” “Siyaset yaşamında küskünlük diye bir kelimeye yer olmadığı söylenir, ki bu doğrudur. Bakın, şöyle düşünelim: Siyaset yapan herkes bu ülke için en iyi olan uygulamayı hayata geçirmeye uğraşıyor ve bunun mücadelesini veriyor.” “Ülkenin dinamizmini boğan, demokrasiyi sözde bırakan bir merkeziyetçi yönetim anlayışı, gelişmiş bütün ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de artık geçerliliğini yitirmiştir. Ve şimdi yerel yönetime ağırlık veren bir yönetim anlayışının ülkemize kazandırılmasına ihtiyaç vardır.” “Biliyorsunuz ki, biz kendimizi Muhafazakar-Demokrat olarak tanımlıyoruz.” “Laik ve demokratik bir Müslüman ülke olarak Türkiye’nin AB’ye girmesinin AB’ye kazandıracağı çok şey olduğu gibi, bunun dünya barışına da önemli katkıları olabileceğini düşünüyorum.” “İmam-hatipler siyasi argüman olmamalı” Ak Parti karakteristiğinde İmam-Hatip eğitimi almış pek çok politikacı yer almakta... Ancak daha önce yaşadığımız örneklerden farklı ve yeni bir görüntü çizmektesiniz. Bu bir imaj değişikliği mi? - Evet, o İmam-Hatip eğitimi almış olanlardan biri de benim. Ve bu konu maalesef ülkemizin kanayan yaralarından biri haline gelmiştir. Bir zamanlar Köy Enstitüleri’ne karşı girişilen linç kampanyası, uzun zamandan beridir de İmam-Hatip liselerine yönelik olarak sistematik bir şekilde sürdürülüyor. Tümüyle anti-demokratik ve çağdışı yaklaşımlar bunlar. İmam-Hatip liselerinin en kısa zamanda bir siyasi argüman malzemesi olmaktan çıkartılması gerekiyor. Biliyorsunuz ki, biz kendimizi Muhafazakar-Demokrat olarak tanımlıyoruz. Yani bir yanıyla kültür dünyamızın temel dokusunu oluşturan temel değerlerimize saygılı, muhafazakar bir yaklaşımı benimsediğimizi söylerken, aynı şekilde, kendimiz gibi düşünmeyenlere karşı hoşgörülü ve uzlaşmacı olan demokratik bir yaklaşımı benimsediğimizi de söylüyoruz. Bunu farklı yorumlamaya çalışanlar var. Bunlar tümüyle zorlama, maksatlı yaklaşımlar... Bunun bir imaj değişikliği olup olmadığına gelince, hayır bu bir imaj değişikliği değil, biz bir zihniyet değişikliği peşindeyiz. Devletin milletle kucaklaşmasını, milletin değerlerine sahip çıkmasını, geçmişte kalan siyasi anlayışların kısırlığını ve bunların ülkeye kısır didişmelerden başka bir şey getirmediğini görerek, düşünce yapımızı bütün ülke insanını kucaklayabilecek bir siyasi anlayışa doğru dönüştürdük. Hıristiyan birliğine AKP üye olabilir Avrupa Hıristiyan Demokrat Partiler Birliği’ne, AKP olarak üye olmaya çalıştığınız konuşulmakta. Bu doğruysa, bu adımla ulaşmak istediğiniz nokta neresi? - Bu konudaki ön-araştırmalarımız sürüyor. Henüz Liberaller ve Hıristiyan Demokratlar arasında bir karar verme aşamasındayız. Değerlendirmelerimiz partimizin yetkili organlarınca sürdürülüyor. Kararımız yakın bir zaman içerisinde belli olacak. Siyasete giren medya patronlarına sandık çağrısı Sizce medya patronları politikaya girmeli mi? - Türkiye’deki yasalar kimlerin politikaya atılıp atılamayacağı konusunda açıktır. Benim bu konuda söyleyebilecek bir sözüm yok. İsteyen gelir, siyasete atılır ve seçim sandığında alacağı sonucu görür. Ak parti 2. ANAP mı, değil mi? “AKP İkinci ANAP mı?” sorusu geçtiğimiz günlerde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’e soruldu. Kendisi “Tayyip Bey icraatı ile rahmetli Özal’ın yolundan gidiyor. Fikirlerinin, yaptıklarının pek çoğu gerçekten atılımcı Özal’ı hatırlatıyor. Dolayısıyla Tayyip Bey’in Özal’dan farklı olduğunu sanmıyorum. Zaten Tayyip Bey en baştan beri bu siyaseti güttüğü için bu başarıyı elde etti,” yanıtını verdi. Siz bu yorum hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce AKP gerçekten ikinci ANAP mı? Size 2. Özal gözüyle bakılmasını nasıl buluyorsunuz? - Türkiye yeni bir döneme girmiştir ve Ak Parti bu yeni dönemin partisidir. Bu nedenle, Ak Parti kendine has bir siyasi çizgi izlemektedir. Dikkat ederseniz Sayın Gökçek sadece, Rahmetli Özal’ın atılımcı icraatlarıyla bizim icraatlarımızın atılımcı niteliği arasında bir paralellik kurmaktadır. Bundan Ak Parti’nin “ikinci ANAP” olduğu sonucunu çıkarmanın ne derece doğru olduğunu sizin takdirlerinize bırakıyorum. ANAP o dönemin şartlarında kurulmuş bir partiydi. Ve şimdi Türkiye’de yeni şartlar oluştu ve Ak Parti bu yeni şartlar içerisinde Türkiye’yi geleceğe taşımak için yola çıkmış bir partidir. Sizin koyu bir Fenerbahçeli ve eski bir futbolcu olduğunuzu biliyoruz. Politikaya atıldığınızdan beri politika dışındaki bu tutkunuzla ne kadar ilgilenebiliyorsunuz? - Politika insanın bütün hayatını alan bir uğraş... Hele ki Başbakan olduğunuzda iş çok daha değişiyor. 70 milyon insanın refahı, huzuru ve mutluluğunu sağlamak sizin sorumluluğunuzda... Türkiye’nin yıllardır birike birike gelmiş birçok yapısal sorunu var. Ve bunları çözmek için en uygun formülü bulmak zorundasınız. Bu hiç de kolay değil. Öte yandan kimi durumlarda farklı toplumsal kesimlerin çıkarları çatışabiliyor. Bunlar arasında da hakkaniyetli bir denge oluşturabilmek zorundasınız. Ayrıca uluslararası ilişkiler açısından da çok hareketli bir dönemdeyiz. Bütün bunları dengeli bir şekilde yürütebilmek için gerçekten de gece gündüz demeden çalışmak zorunda kalıyor insan. Böyle olunca ancak çok önemli müsabakaları, o saatler içerisinde ülkemiz açısından önemli gelişmeler olmadığı sürece, elimden geldiğince izlemeye çalışıyorum. İleride futbol tutkunuz ile de ilgili çalışmalar yapmak hayalini kuruyor musunuz? Başbakan olmasaydınız, kulüp başkanlığı yapmak ister miydiniz? - Futbolu seviyorum, bu doğru. Ama nasıl ki, örneğin her resim seven kişinin ressam olması gerekmiyorsa, benim için de futbol artık sadece uzaktan uzağa ilgilenebileceğim bir uğraş. Kulüp başkanı olma meselesine gelince, bunun için belli bir futbol camiasının içerisinde olmanız ve bu camia için uzun yıllar emek harcamanız gerekiyor. Ama ben, ülkemizin aydınlık geleceğini inşa etmeye gönül vermiş bir insanım ve yıllardır bu uğurda çalışıyorum. Bu noktadan bakınca, doğrusu bir kulüp başkanı olma fikri bana çok uzak gözüküyor. Oldukça zinde bir görüntü çiziyorsunuz... Spor yaparak mı bu zindeliği sağlıyorsunuz? - Yüce milletimizin büyük teveccühüyle Başbakanlık gibi çok önemli bir makama gelmiş bulunuyorum. Türkiye genç nüfusuyla gelecekten büyük beklentileri olan çok enerjik, çok dinamik bir ülke. İnsanımızın bu enerjisi, bu dinamizmi elbette ki bize de yansıyor. Sık sık halkımızla beraber olmaya, onların nabzını yüzyüze iletişimle tutmaya çalışıyorum. Gözlerdeki umudu, ışıltıyı gördükçe, inanın, bütün yorgunluğum kaybolup gidiyor. Bana ve çalışma arkadaşlarıma duyulan güvene layık olabilmek için gece gündüz demeden çalışabilme enerjisini sanıyorum ki buna borçluyum. Başbakan Tayyip Erdoğan olmak mı zor, baba Tayyip Erdoğan mı? - Bu herhalde cevaplanması olanaksız bir soru. Çünkü Başbakan olduğunuzda bütün bir ülkeyi kendi aileniz olarak görüyorsunuz. Onların derdiyle dertleniyor, onların sevinciyle seviniyorsunuz. Ama kendi ailenizin yine de ayrı bir yeri var tabii. Bu böyle. Öte yandan, ülkeyi iyi yönetebildiğiniz sürece başbakan olarak kalabiliyorsunuz. Ama baba-çocuk ilişkisi ne olursa olsun sürüyor. Ve bence asıl zorluk bir baba olarak da, bir başbakan olarak da karşınızdaki insanı doğru bildiğiniz ölçüler içerisinde yönlendirmekle onun kendini gerçekleştirme konusundaki iradesine saygı göstermek arasındaki dengeyi bulmakta yatıyor. Ben bir başbakan olarak bütün bir ülkenin benim gibi düşünmesini, benim gibi yaşamasını bekleyemem. Kendi çocuklarım için de bu böyle. Çünkü onlar da benim gibi kendilerine bir hayat bağışlanmış ve bunun sorumluluğunu her şeyden önce kendileri taşıması gereken birer fert. Bu sözünü ettiğim dengeyi koruyabilmek çok önemli. Türkiye’de genel anlamda babalık bir saygı figürü olarak öne çıkmakta... Çocuklar da genellikle babalarının tatlı sert halinden çekinerek özel sırlarını anneleriyle paylaşırlar. Sizin çocuklarınızla ilişkilerinizde yakınlığınız nasıl? Özel sırlarını sizinle paylaşırlar mı? - Ben çocuklarımla hep yakın olmaya özen gösterdim. Ama doğrudur, politika yaşamım yüzünden aileme yeterince zaman ayıramıyorum. Ne var ki, çocuklarım, politik çalışmalarım sebebiyle onlarla yeterince ilgilenemeyişimi büyük bir olgunlukla karşılıyorlar. Çok şükür ki, benim eksikliğimi hiçbir zaman hissettirmeyen bir anneleri var. Emine Hanım’ın çocuklarımızı gerçekten de çok iyi yetiştirdiğini düşünüyorum. Ama buradaki sözlerimden çocuklarımla aramızda duygusal bir yakınlık olmadığı sonucunu sanırım çıkarmazsınız. Tam tersine kısıtlı zamanlarda bir arada olmamıza rağmen, bütün çocuklarımla yakın bir diyaloğum olduğuna inanıyorum. Aramızda çok sıcak bir duygusal iletişim var. Çocuklarım kendileriyle ilgili önemli gördükleri her şeyi anneleriyle olduğu gibi benimle de paylaşırlar. Yakın bir zamanda oğlunuzu evlendirdiniz, neler hissettiniz? - Bu oldukça karmaşık bir duygu. Herhalde bunu ancak oğullarını evlendirmiş olan babalar anlayabilir. Mutlu olmalarını ve her şeyin gönüllerince olmasını diliyorum. Duayen olarak gördüğünüz modeller var mı yaşamınızda? Kim ya da kimler? - Duayen adını verdiğimiz kişiler belli şartlar içerisinde, bu şartları en doğru biçimde kullanarak belli bir başarıyı yakalayan kişilerdir. Ama hiçbir zaman şartlar aynı biçimde tekerrür etmeyeceği için, bir duayen olarak kendini gösteren kişileri taklit etmeye çalışmak genel olarak olumsuz sonuçlar verir. Ben kendi açımdan belli bir ahlaka uygun hareket etmeyi, bir yol gösterici olarak belli ahlak ilkelerine sahip olmayı önemsiyorum. Temiz bir ahlakla yola çıkılarak yapılan her hareketin, sonuçta herkes açısından hayırlı olacak sonuçlar doğuracağına inanan biriyim. Yerel yönetimden politikaya geçişin avantajları neler? - Ülkenin dinamizmini boğan, demokrasiyi sözde bırakan bir merkeziyetçi yönetim anlayışı, gelişmiş bütün ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de artık geçerliliğini yitirmiştir. Ve şimdi yerel yönetime ağırlık veren bir yönetim anlayışının ülkemize kazandırılmasına ihtiyaç vardır. Bu çerçevede yerel yönetimler konusunda ve kamunun yeniden yapılanması için iki önemli kanun tasarısı üzerinde çalışmalarımızı son aşamasına getirmiş bulunuyoruz. Bu önemli yasaların ortaya konması ve uygulanması için, başbakan olarak benim İstanbul gibi birçok yönden Türkiye’nin kalbi konumunda olan önemli bir şehrin Büyükşehir Belediye Başkanı olarak çalışmış olmam büyük bir avantaj olmuştur. Ankara’dan bakıldığında maalesef ülkenin bütün sorunları net olarak görülemeyebiliyor ve ülkemizdeki yerleşik yönetim anlayışı, Ankara’da oturup halkın beklentilerine kulak tıkayarak, bunları görmezlikten gelerek iş yapma hastalığından kendini kurtarabilecek reflekslere ne yazık ki tam olarak sahip değil. İşte bu bakımdan yerel yönetim konusunda deneyimli bir ekibin işbaşında olması demokratikleşme sürecimize önemli bir ivme kazandıran bir unsur olmuştur. Politika yaşamınızda küskünlükleriniz oldu mu? Sizi en inciten olay neydi? - Siyaset yaşamında küskünlük diye bir kelimeye yer olmadığı söylenir, ki bu doğrudur. Bakın, şöyle düşünelim: Siyaset yapan herkes bu ülke için en iyi olan uygulamayı hayata geçirmeye uğraşıyor ve bunun mücadelesini veriyor. Bu noktada farklı görüş açılarının ve dolayısıyla da fikir çatışmalarının olması çok doğal. Beni üzen şey, birilerinin, ülke menfaatini düşünenlerin yalnızca kendileriymiş gibi bir tutum sergilemeleri ve geri kalan herkesi sanki ülkeye düşmanmış gibi göstermeye çalışmaları... Demokrasiyle hiçbir şekilde bağdaştırılamayacak olan bu yaklaşım maalesef Türk siyasetini yozlaştıran ve güdük bırakan en temel unsurlardan biri olagelmiştir. Üstelik de bu tür bir söylemin arkasına sığınarak nasıl kişisel menfaat peşinde koşulduğu da halkımız tarafından çok iyi biliniyor. Yargılandığınız dönem de dahil olmak üzere, yanınızdan hiç ayrılmayan dostlarınız kimlerdi? - Bu dostlarımın isimlerini şimdi burada tek tek anmak istesem, herhalde yaptığımız bu söyleşi, günün çalışma yoğunluğu içerisinde ayırabildiğimiz kısıtlı zamanımızı epeyce aşardı. Ayrıca günün yorgunluğuyla bazı dostlarımın ismini anmayı unutursam, takdir edersiniz ki, onları darıltmış olurum. Ama bu vesileyle, iyi günlerimizde olduğu kadar kötü günlerimizde de yanımızda olan sevgili dostlarıma karşı duyduğum şükranlığı bir kez daha iletmek isterim. Uluslararası boyutta çalışmalar yaparken hem partinizin, hem sizin çizginizin yanlış anlamalara maruz kalması söz konusu mu? Öyleyse bu konuda yürüttüğünüz çalışmalardan bahseder misiniz? - Türkiye’de maalesef hemen her konunun siyasi malzeme haline dönüştürülmesi çok yaygın. Siyasiler, iktidarda olduğunda aynen yapacağı şeyi muhalefetteyken kıyasıya eleştiriyor. Bu hastalıktan maalesef henüz kurtulabilmiş bir ülke değiliz. Biz parti olarak bunu kırmak üzere yola çıktık ama Türkiye’deki siyasi zemin henüz uzlaşmadan çok çatışmacı bir anlayışa sahip ve toplumda gerginlik yaratarak prim yapmaya ağırlık veriyor. Ama siyasi çevrelerde koparılan fırtınalara rağmen, halkımız bizim ne yaptığımızı görüyor ve bunları takdir ediyor. Bu yüzdendir ki, çizgimizi ve yaptıklarımızı olduğundan farklı göstermeye çalışanların yaklaşımlarını maalesef fazla umursayamıyoruz. Maalesef diyorum, çünkü, ortada yapıcı bir eleştiri yok ve biz elbette ki birçok kesimden icraatlarımıza yönelik yapıcı eleştiriler bekliyoruz. Ama ne yazık ki karşımıza çıkan, ucuz siyasi polemiklerden başka bir şey değil. Bu da doğrusunu isterseniz, ülke siyasetine zarar veriyor. Avrupa Parlamentosu’nun Hıristiyanlaşma eğilimi içine girdiğini düşünüyor musunuz? Türkiye’nin önünde ne kadar engeldir? - Avrupa kültür olarak Hıristiyan bir kökene sahip ve Hıristiyanlığın Avrupa kültüründe belli bir etkisi olması çok doğal. Nasıl ki biz Türkler de ağırlıklı olarak Müslüman bir toplumsak ve bunun etkilerini toplumumuzda görmemiz ne kadar doğalsa, bu da öyle. Ama bakın biz muhafazakar kimliğimize rağmen, Ak Parti olarak AB’yle entegrasyonda bir sakınca görmüyoruz. Çünkü AB’nin ortaya koyduğu ideal, bir dinî cemaat olmanın tümüyle ötesinde, farklı düşünce yapılarını, kültürleri, inançları kucaklayacak niteliktedir. AB’nin bir Hıristiyan birliği olması yönünde bir görüş dile getiriliyor. Ama bu görüş güçlenip de AB’yi bağlayıcı bir nitelik kazanacak olursa, bundan en başta AB zarar görecektir. Ve Avrupa’da da görebildiğim kadarıyla bunun doğuracağı zararları öngörebilecek çok sayıda sağduyu sahibi insan var. Bunun çok geride kalmış, gerçeklik zemini olmayan bir refleks olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla bunun Türkiye açısından bir engel olabileceğini hiçbir şekilde düşünmüyorum. Laik ve demokratik bir Müslüman ülke olarak, Türkiye’nin AB’ye girmesinin AB’ye kazandıracağı çok şey olduğu gibi, bunun dünya barışına da önemli katkıları olabileceğini düşünüyorum. Avrupa Parlamentosu’nda Hıristiyan demokratların yükseleceği konuşuluyor. Bunlar Türkiye’nin üyeliğine sıcak bakmasa da, çok renk vermiyorlar. Ancak Alman Hıristiyan demokratların açık tavrı “Türkiye üyeliğe kabul edilmemelidir” şeklinde. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? - Bakın, Avrupa Birliği çok yönlü bir mesele. Bu nedenledir ki, bazı gelişmeleri izlerken çok yönlü bir şekilde anlamaya özen göstermek gerekiyor. Uzun yıllar boyunca kendimizi Avrupa’ya doğru bir şekilde anlatamamış olduğumuzu görüyorum. Avrupa’yla aramızda belli bir iletişim kopukluğu olduğu bir gerçek. Bu nedenledir ki, hükümet olarak bir “AB İletişim Grubu” oluşturduk. Bu iletişim grubunda Dışişleri Bakanlığı, Turizm ve Kültür Bakanlığı, ABGS ve Basın-Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü yetkililerinin yanı sıra TOBB, TÜSİAD ve İKV temsilcileri yer alıyor. Bu grubun amacı Avrupa kamuoyuna Türkiye’yi doğru olarak tanıtmaktır. Eğer kendimizi yeterince anlatabilir ve tanıtabilirsek, Türkiye’nin AB’ye girişi konusunda duyulan yersiz endişeleri giderebileceğimize inanıyorum. Sözünü ettiğiniz yaklaşımlar büyük ölçüde bu iletişim eksikliğinden kaynaklanıyor. Uluslararası yardım kuruluşları hakkındaki fikirleriniz neler? - Globalleşen dünyada yardım kuruluşlarının da uluslararası bir nitelikte olması kaçınılmaz. Bütün insanlık özünde kardeştir ve bu anlamda acil ihtiyaç neredeyse, oraya hizmetin götürülmesi, oradaki yaraların sarılması öncelik taşımaktadır. Bu nedenle, insan kardeşlerine yardım elini uzatmaktan başka bir amaç taşımayan uluslararası yardım kuruluşlarının, çok hayırlı bir iş yaptıklarını düşünüyorum. Rotary Kulüpleri’nin çalışmalarını ne kadar biliyorsunuz? - Rotary Kulüpleri’nin oldukça eski bir geçmişi var. Zannediyorum tarihi 1900’lerin başına kadar uzanıyor. Rotary Kulüpleri gerek diğer ülkelerde, gerekse ülkemizde yıllardır eğitim, sağlık ve yoksullukla mücadele gibi alanlarda önemli hizmetlerde bulunuyor. Rotaryenler’e vermek istediğiniz mesajlar var mı? - Biz sivil toplum kuruluşlarına büyük bir önem veriyoruz. Ve Türkiye’de taş üstüne taş koyan herkesi, her kesimi sonuna kadar desteklemeye kararlıyız. Türkiye’ye hak ettiği hizmeti vermeye geldik ve halkımıza hizmet eden, bunu ön planda tutan her kuruluşun yanındayız. Bu ülkeyi ancak el ele vererek çağdaş, demokratik ve müreffeh bir ülke haline getirebiliriz. Bu konuda herkese, her kesime büyük bir görev düşüyor. Medyanın Türkiye’deki yeri ile diğer ülkeler karşılaştırıldığında ne gibi farklar görüyorsunuz? - Türkiye’deki medyanın teknik anlamda en gelişmiş ülkelerden aşağı kalır yanı yok. Fakat maalesef Türkiye’deki tirajların diğer ülkelere göre çok düşük seviyelerde olduğu da bir gerçek. Medyamız bu gerçeği sorgulamak durumundadır. Yerel Yönetim Reformu Kurultayı’nda yaptığınız konuşmada “Hantal, topluma kapalı, hesap vermeyen, insan haklarını gözetmeyen bir idari yapıyı evrensel, demokratik kurallara göre yeniden düzenlemeyi amaçlıyoruz,”demiştiniz. Bu amaçla gerçekleştirilmesi gerektiğini düşündüğünüz uygulamalar nedir? Bu konuda bir ‘Yerel Yönetimler Yasa Tasarısı’ taslağı üzerine çalışmalarımız devam ediyor. Bu tasarının yasalaşmasıyla ülkemizin demokratikleşme yolunda önemli adımlar atacağına inanıyorum. Mevcut yapıyla Türkiye’nin 21. Yüzyılı kucaklayabilmesi, çağdaş ülkeler arasında hak ettiği yeri alabilmesi mümkün değil. Ve bunu gerçekleştirmenin tarihsel sorumluluğumuz olduğunu düşünüyorum. “AKP ikinci ANAP mı?” sorusu, geçtiğimiz günlerde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’e soruldu. Kendisi “Tayyip Bey icraatı ile rahmetli Özal’ın yolundan gidiyor. Fikirlerinin, yaptıklarının pek çoğu gerçekten atılımcı Özal’ı hatırlatıyor. Dolayısıyla Tayyip Bey’in Özal’dan farklı olduğunu sanmıyorum. Zaten Tayyip Bey en baştan beri bu siyaseti güttüğü için bu başarıyı elde etti,” yanıtını verdi. Siz bu yorum hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce AKP gerçekten ikinci ANAP mı? Size 2. Özal gözüyle bakılmasını nasıl buluyorsunuz? - Türkiye yeni bir döneme girmiştir ve Ak Parti bu yeni dönemin partisidir. Bu nedenle, Ak Parti kendine has bir siyasi çizgi izlemektedir. Dikkat ederseniz Sayın Gökçek sadece, Rahmetli Özal’ın atılımcı icraatlarıyla, bizim icraatlarımızın atılımcı niteliği arasında bir paralellik kurmaktadır. Bundan Ak Parti’nin “ikinci ANAP” olduğu sonucunu çıkarmanın ne derece doğru olduğunu sizin takdirlerinize bırakıyorum. ANAP o dönemin şartlarında kurulmuş bir partiydi. Ve şimdi Türkiye’de yeni şartlar oluştu ve Ak Parti bu yeni şartlar içerisinde Türkiye’yi geleceğe taşımak için yola çıkmış bir partidir. Tezkere görüşmeleri neden gizli oturumla yapıldı? - TBMM’nde ülke için büyük önem taşıyan bazı konuların gizli oturumla yapılmasına ilişkin oluşmuş bir teamül vardır. Bu yıllardır bu şekilde süregelmiştir. Ve tezkere konusunda da Meclisimiz bu teamülü izlemiştir. Yapılan uygulama yeni ve özel bir şey değil. Tezkerenin çıkması Türkiye’ye ne kazandırabilir, ne kaybettirebilir? - Tıpkı kendi yaşamlarımızda olduğu gibi, atılan siyasi adımlar da belli bir ölçüde risk taşır. Daha iyi maaşla yeni bir işe geçersiniz, ama iki gün sonra bu şirket batabilir. Ya da tam tersine çok daha güçlenebilir ve siz de çok daha iyi bir konuma ulaşabilirsiniz. Ama bu riski göze almayıp, gereğinden fazla temkinli davranacak olursanız, kariyerinizde hiçbir ilerleme ve gelişme kaydedemezsiniz. Bu durum kaçınılmaz olarak siyasi kararlar için de böyle. Ama bazı çevrelerde söylendiği gibi, gözü kapalı kendimizi bir bilinmeze doğru atıyor değiliz. Devletimizin çeşitli kurumları yoğun bir şekilde çalışarak, gereken değerlendirmeleri yapıyorlar. Irak’a bir istikrar gücü göndereceksek, olası bütün gelişmeleri gözeterek, kendi milli çıkarlarımızı zedelemeksizin atabileceğimiz en uygun adımı atabilme yolunda gayret gösteriyoruz. Öte yandan, yanı başımızdaki bir yangını uzaktan uzağa seyredip, “aman bulaşmayalım” yolundaki bence hoş olmayan mantığın, bölgenin güçlü bir ülkesi olan Türkiye’ye yakışmayacağını düşünüyorum. Bizden yardım istenecek olursa, dost ve kardeş Irak halkına elimizden gelen yardımı elbette ki esirgemeyeceğiz. Öte yandan, buradaki iç kargaşanın Türkiye’ye olumsuz bir şekilde yansımasına da izin vermeyeceğiz. Yapılacak olan budur. Bir gün politikayı bırakırsanız, hangi sebeple ve amaçla böyle bir karar alırsınız? - Bu soruya cevap vermek için henüz erken değil mi sizce? Daha yapacak çok işimiz var.