Erdoğan'ı makamında tehdit eden 3 kişi kimdi?
Milli Eğitim Bakanlığı'nın dershanelerle ilgili taslak metni hazırladığı günler. Başbakan Erdoğan, yoğun gündeminin arasında kendisini ziyarete gelen 3 ismi ağırlıyor.
Milli Eğitim Bakanlığı'nın dershanelerle ilgili taslak metni
hazırladığı günler. Başbakan Erdoğan, yoğun gündeminin arasında
kendisini ziyarete gelen 3 ismi ağırlıyor.
Konuklarının bu konuda kendisini ikna etmeye yönelik eleştirilerini
büyük bir nezaketle dinliyor Erdoğan... Milli Eğitim Bakanlığı'nın
mağduriyet doğurmamaya yönelik çalışmalar yaptığını, dershane
yöneticileriyle bir araya gelip, yol haritası konusunda fikir
alışverişinde bulunacağını anlatıyor.
Bu konuşmadan sonra sohbetin seyri bir anda değişiyor!
AK Parti içindeki bazı isimlerin yolsuzluğa bulaştığı ilk kez o
gün, o toplantıda Erdoğan'ın kulağına çalınıyor. Konuklardan biri
pandoranın kutusunu açıyor, "Efendim partinizde bazı
isimlerin yolsuzluk ve rüşvet olaylarına bulaştığı konusunda
belgeler var" diyor.
Erdoğan bu konuda MİT'in de kendisine uyarılar içeren bir rapor
sunduğunu, gerekli adımların atıldığını belirtiyor,
"Elinizdeki ciddi belgeleri benimle paylaşırsanız, derhal
gereğini yaparım" diyor.
"Bahsi edilen kişiler sizin çok, çok yakınınızda ve bu size
çok zarar verir" cevabı üzerine bir kez daha tavrını
ortaya kokuyor: "Kim olursa olsun, gereğini yaparım. Siz
yeter ki elinizdeki belgeleri paylaşın."
Gelen cevap aynen şöyle: "Efendim bu isimler çok
yakınınızdaki isimler ve birilerinin bu konuyu hasıraltı edeceği
yönünde endişelerimiz var. Biz bu isimleri medya üzerinden deşifre
ettikten sonra atacağınız adımlar size de fayda
sağlar!"
"Ya dershaneler konusunda geri adım atılsın, ya da
yolsuzluk dosyaları açılacak" tehdidi Başbakan'ı çileden
çıkarıyor. Tehdit ve şantaja asla boyun eğmeyeceğinin altını çizen
Erdoğan, 3 ismi "Elinizden geleni ardınıza
koymayın" diyerek makamından kovuyor!
Sonrasında yaşananları hepimiz gün be gün izliyoruz.
Bakın size bir detay anlatayım.
O gün Erdoğan'a "Bahsi edilen kişiler sizin çok, çok
yakınınızda ve bu size çok zarar verir" diyenlerin
bahsettiği o yakın kişi, Bilal Erdoğan'dan başkası değil.
Operasyonların Bilal Erdoğan'a uzaması için Fatih Belediye Başkanı
Mustafa Demir gözaltına alındı.
Demir, "Marmaray'ın tam üzerinde yer alan ve raylı sisteme
zarar verecek bir arsa üzerinde otel yapıldığına izin vermek. Bunun
karşılığında rüşvet almakla" suçlanıyordu değil mi?
Emniyetteki sorgusunda Mustafa Demir'e, "Bu konuda Bilal
Erdoğan'dan baskı gördüm" denmesi istendi. Hatta tezcanlı
davranan birkaç internet gazetesi, "Fatih Belediye Başkanı
itiraf etti. Operasyon Bilal Erdoğan'a uzandı" diyerek
önceden haber bile yaptı.
Sonra ne oldu?
Otel yapıldı denilen arazinin boş olduğu, rüşvet diye alınan
paraların Belediye Kanunu gereği, belediye kasasına konulmak
üzere alınan paralar olduğu makbuzlarıyla belgelendi. Rüşvet
denilen paranın da İftar çadırında verilen yemeğin parası olduğu
ortaya çıktı.
Mesela şu haber de bazı yayın organlarında hiç yer almadı.
Daha birkaç gün önce Rezza Zarrab'ı Halil İbrahim Koca isimli bir
avukat ziyaret etti, "Ek ifade ver. Seni
savcıya götüreceğim. Ek ifade vermeden önce masada adli kollukla
imzalanmış tahliye kağıdını göreceksin. Ek ifadende 'Bu işi
hükümetin bilgisi ve talimatı doğrultusunda yaptım' de ifaden
bitince evine gideceksin" dedi.
Siz bu haberin tekzip edildiğini duydunuz mu?
Emniyetle, yargıyla alakası olmayan 3 kişi size gelecek,
"Yolsuzluk dosyalarını medya aracılığıyla deşifre
edeceğiz" diyerek sizi tehdit edecek. Başbakan kalkıp,
"Yahu arkadaş! Verin bana isimlerini, gereğini yapmazsam o
zaman ne yapacaksınız yapın" diyecek. Bu tehdidin ardından
savcılar 6 ay önce kapattığı dosyayı yeniden açarak harekete
geçecek. Medya olayı tarihin en büyük yolsuzluğu diyerek manşetlere
çekecek!
Erdoğan'ın operasyonlar başladığı günden bu yana, "Bu
operasyonların altında başka nedenler, başka hesaplar var. Hedef
benim" demesinin altında işte bu nedenler yatıyor. Emniyet
ve yargıya yapılan operasyonların nedeni de, Soruşturmanın
koordinatörü olan Savcı Zekeriya Öz'e duyulan güvensizliğin nedeni
de bu...
Şimdi Savcı Zekeriya Öz çıkmış, Başbakan Erdoğan'ı yüksek yargı
kökenli 2 kişiyi kendisine göndererek, tehdit mesajı iletmekle
suçluyor.
Hale bakın!
Suçüstü yapmakta kimsenin eline su dökemediği savcı, kendisini
tehdit edenler olduğunu söylüyor ama bu olayda suçüstü yapamıyor.
Yapmadığı gibi tehdit eden kişilerin isimlerini de vermiyor.
İddiaları dinlerken insanın içinden, "Keşke savcıya
gitseydin!" diyesi geliyor.
Aynı savcı, "Ağaoğlu'nun parasıyla tatil yaptı"
iddialarını da da çok ustaca bir manevrayla bertaraf etmeye
çalışıyor, "Tatilin parasını ben ödedim. Belgelerini
göstereceğim" diyor.
Belgeler nerede?
Yok!
Açın bugünkü sabah gazetesini okuyun.
Savcının, 17 Aralık operasyonundan sonra, yani 7 Ocak tarihinde iki
müteahhit arkadaşını hem de 2 kez Ali Ağaoğlu'na gönderdiğini ve
"O tatille ilgili Zekeriya Öz adına fatura kesin"
diyerek 1 saat 11 dakika süren bir baskı yaptırdığını kamera
kayıtlarıyla birlikte göreceksiniz.
Görüşmeler nerede yapılmış dersiniz? Savcı Öz'ü tatile gönderen
Akdeniz İnşaat'ın Ataşehir'deki merkez ofisinde. Bu görüşmede Ali
Ağaoğlu'nun, "Hem seyahatin parasını ben ödeyeceğim, hem de
şimdi size fatura mı vereceğim" diyerek geri çevirdiğini
okuyacaksınız. Yine aynı gazetede tatilin faturasının kimin kredi
kartıyla ödendiğini de öğrenmiş olacaksınız.
Elinizi koyacağınız bir vicdanınız varsa, tüm bu belgeler ışığında
operasyonunun altında başka nedenler olup olmadığını sorgulamanız
gerekiyor.
Kendisi hakkındaki bir belgeyi yasal olmayan yollarla elde etmeye
çalıştığı iddia edilen bir savcının, soruşturmayla gözaltına
aldırdığı kişiler hakkında sonradan belge tenzim etmediğini
savunabilir misiniz?
Her yazıda şu ayrıntıya özellikle dikkat çekiyorum ve çekeceğim.
Kim ki rüşvet ve yolsuzluk yoluyla servetine
servet katmışsa Allah'ın laneti üzerine olsun. Bu konunun takipçisi
olmayan, bu konuda taraf gözetmeksizin hesap sormayanlardan da
Allah hesap sorsun!
Bugün yolsuzluk yapmakla suçlananlar içeride mi, içeride...
Yeni operasyonlar yapılıyor mu, yapılıyor...
Kanal İstanbul, 3. Havaalanı, 3. Köprü, Körfez İzmir yolu ve
nükleer santral projelerini yürüten tüm firmaların yöneticilerinin
mal varlıklarına bloke kondu mu, kondu.
Kesmiyor efendileri!
İlla bu operasyonları Zekeriya Öz ve Muammer Aktaş'ın yürütmesi
gerekiyor. Çünkü onlardan başka temiz savcı yok. Hepsi tu-kaka!
İlla Başbakan'ın oğlunu hesaba çekecekler, Başbakan'ın koluna
kelepçe takmaya çalışacaklar.
Dertleri bu!
Operasyonu savunanları izledikçe, onların yerine ben yerin dibine
geçiyorum! Hepsi anlaşmış gibi hep bir ağızdan, "Başbakan
istifa etmeli" diye bağırıyor.
Kimler mi?
Mesela Kemal Kılıçdaroğlu...
SSK'da yolsuzluk ve usulsüzlük yaptığı yine mahkeme kararıyla
kesinleşmiş olmasına ve ama Rahşan affıyla paçayı kurtarmış
olmasına rağmen.. Partisi CHP'de yolsuzluk yapıldığı mahkeme
kararıyla belgelenmesine rağmen Kemal Kılıçdaroğlu istifayı hiç
düşündü mü?
Mesela Devlet Bahçeli...
Madem ki partililer yolsuzluğa usulsüzlüğe karıştığında genel
başkanlar istifa edecek. O zaman koynuna aldığı körpe kızlara,
partisinin bütçesinden elde ettikleri paralarla Range Rover alan,
harcayan 7 partilinin görüntüleri medyaya yansıdığında Bahçeli niye
istifa etmeyi düşünmedi?
Ya Nazlı Ilıcak'a ne demeli?
Savcı Zekeriya Öz'le Twitter üzerinden nasıl cicili bicili
konuşuyorlar, nasıl birbirlerine methiyeler düzüyorlar anlatamam! O
Zekeriya beyle, Zekeriya Bey onunla gurur duyduğunu söyleyip
duruyor.
Nazlı hanım aldığı gazla depara kalkıyor, oğlunun adının yolsuzluğa
bulaşması nedeniyle Erdoğan'ın yargıya baskı yaptığını söylüyor,
istifa etmesi gerektiğinden dem vuruyor.
Biri de çıkıp demiyor ki, "Hanım, hanım! Senin oğlan
onbinlerce insana kupon karşılığı televizyon vereceğini söyleyip
vermedi. Yurtdışına kaçarak tutuklanmaktan kurtuldu. Dava yıllarca
sürdü. Sen o dönem mesleğini bıraktın mı ki bugün bize dürüstlük
taslıyorsun?"
Demek ki neymiş?
Temizlik operasyonu yapabilmeniz ve o temizlik operasyonunu
savunabilmeniz için en önce sizin temiz olmanız gerekiyormuş değil
mi?