İletişim Başkanı Fahrettin Altun'un medya kuruluşlarının Ankara temsilcileriyle yaptığı toplantıda önemli açıklamalarda bulundu.
Abone olTürkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile telefon görüşmesinde, iki liderin en kısa sürede yüz yüze görüşmeleri kararlaştırıldı.
İletişim Başkanı Fahrettin Altun'un medya kuruluşlarının Ankara temsilcileriyle yaptığı toplantıda, görüşmeye ilişkin bilgi verdi.
Altun, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Rusya Devlet Başkanı Putin ile saat 10.15'te yaptığı görüşmede, İdlib'de dün rejim tarafından Türk askerlerine yapılan hain saldırının ele alındığını bildirdi.
Erdoğan'dan Putin'e: Esed Soçi mutabakatına mecbur edilmeli"
Fahrettin Altun, görüşmeye ilişkin şu bilgileri verdi:
"Sayın Cumhurbaşkanımız, şehitlerimizin kanlarının asla yerde bırakılmayacağını açık ve net şekilde vurgulamıştır. Doğrudan ülkemize saldırıldığı ortamda, rejimin her unsurunun Türkiye için meşru hedef olduğunu ve ateş altına alınacağını belirtmiştir. Bununla birlikte rejimin Soçi Mutabakatı'na uymaya mecbur edilmesini beklediklerini dile getirmiştir.
Sayın Cumhurbaşkanımız, bu tür saldırıların Türkiye'yi İdlib konusundaki yaklaşımından geri çevirmediği gibi tam tersine daha da kararlı hale getirdiğini belirtmiş, Astana sürecinin taraflarının ve uluslararası toplumun sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğini vurgulamıştır. Rusya'nın bu anlamda çok açık şekilde Soçi Mutabakatı'nın 3'üncü maddesi gereğince rejimi durdurma sorumluluğunu hatırlatmıştır. Bu görüşmede karara bağlanan önemli bir husus da iki liderin en kısa sürede bir araya gelerek, yüz yüze görüşmelerinin sağlanması kararı olmuştur."
2 bin 38 rejim askeri etkisiz hale getirildi
İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Türkiye'nin dünden beri rejim hedeflerine yönelik ciddi saldırı gerçekleştirdiğini belirterek, 10 Şubat'tan bu yana toplam 2 bin 38 rejim askerinin etkisiz hale getirildiğini, 78 tank, 29 zırhlı araç, 53 top obüs, 27 askeri araç ve 9 mühimmat deposunun bombalandığını bildirdi.
"Kararlılığımızdan hiçbir şekilde vazgeçmeyeceğiz"
İdlib'de Türk askerlerine yönelik saldırının, "elim" ve "kahreden" bir hadise olduğunu belirten Fahrettin Altun, "Devlet olarak milletimize karşı sorumluluğumuz çerçevesinde metanetli davranarak ve beka mücadelemizi sürdürme adına atmamız gereken adımları atmaya devam ederek, burada verdiğimiz haklı mücadeleyi sürdürecek ve kararlılığımızdan hiçbir şekilde vazgeçmeyeceğiz." diye konuştu.
Suriye krizi başladığından bu yana bu krizden en fazla mağdur olan ülkenin Türkiye olduğuna işaret eden Altun, Suriye krizinin çözümüyle ilgili en net, en güçlü, en kararlı ve en tutarlı adımları atan ülkenin de yine Türkiye olduğunu söyledi.
Altun, Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde milli güvenliğin, barış ve istikrarın devamı açısından Suriye krizinin çözümünün elzem olduğu ortaya konulduktan sonra kararlı bir mücadele yürütüldüğünü ve yürütülmeye devam ettiğini belirtti.
2015 ve 2016'nın Suriye krizinin Türkiye sınırlarına taştığında, millet için nasıl ağır sonuçlar üretebileceğini açık ve net olarak gösterdiğine dikkati çeken Altun, terörü kaynağında kurutma stratejisiyle devletin, Suriye krizinin ülkeye taşmasını engellemeye dönük bir hamleye girdiğini ve Suriye krizinin, Suriye sınırları içinde çözümü için yoğun gayret sarfettiğini vurguladı.
"Çok ciddi adımlar atıldı"
Altun, "Bunun iki ayağı oldu, biri terörü kaynağında kurutma stratejisi, ikincisi yerlerinden edilmiş insanların yurt edinme sorunlarını çözme noktasında Türkiye'nin gösterdiği kararlılık ve güvenli bölge tesisiyle ilgili ortaya koyduğu irade. Bu anlamda Suriye krizinin iki temel sonucu bir terör dalgası, iki mülteci akını Türkiye'nin gayretleriyle çözülmeye çalışılmış ve çok ciddi ve somut adımlar atılmıştır." ifadelerini kullandı.
"Mülteci sorununun çözümüne ilişkin en somut proje"
Fahrettin Altun, Türkiye'nin terörle mücadelede bütün terör örgütleriyle ayrım yapmaksızın mücadelesini sürdürdüğünü ve uluslararası toplum içinde istisnai bir konum elde ettiğini belirtti.
Güvenli bölge teziyle mülteci sorununun çözümüne ilişkin en somut, en net, en uygulanabilir projenin ortaya konulduğunu anlatan Altun, "Sayın Cumhurbaşkanımız, bütün ikili görüşmelerinde, uluslararası temaslarında, mülteci sorununun çözümüyle, güvenli bölge tesisiyle ilgili buradaki imar süreçlerine kadar, bütün teknik çalışmalarla birlikte atılması gereken adımları ortaya koymuştur." dedi.
"Kararlılığımızdan hiçbir şekilde taviz vermedik vermiyoruz"
Bu iki sorunun çözümü noktasında Türkiye'nin çok ciddi bir gayret gösterdiğini aktaran Altun, şöyle devam etti:
"Cumhurbaşkanımızın kararlılığı milletimizin irfanı ve kahraman Mehmetçiğin mücadelesiyle Suriye krizinin ülkemize taşmasını engellemeye dönük, milli güvenliğimizi, barış ve istikrarımızı tehdit etmesine dönük çok ciddi önlemler aldık ve bu sayede örneğin 6-8 Ekim olaylarında olduğu gibi, DEAŞ ve PKK'nın şehirlerimizde gerçekleştirdikleri terör saldırıları gibi, elim hadiselerin bir dönemden sonra önüne geçilmiş oldu. Eğer bu adımlar atılmasaydı kriz Türkiye sınırlarının içine şehirlerimize sıçramış ve gündelik hayatımızı çok ciddi anlamda tarumar etmiş olacaktı. Geldiğimiz nokta itibarıyla yine aynı kararlılıkla ülkemizin bütünlüğü, birliği, milli güvenliği için biz adımları atmaya devam ediyoruz. Kararlılığımızdan hiçbir şekilde taviz vermedik ve vermiyoruz."
"Uluslararası kamuoyundan yeterli desteği görmedik"
Fahrettin Altun, tüm bu çabayı sürdürürken, uluslararası kamuoyundan yeterli desteği görmediklerine işaret ederek, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da bunu çok açık şekilde uluslararası platformlarda ifade ettiğini aktardı.
Aksine terörle mücadelede zaman zaman Türkiye'den değil, terörden yana tavır takınıldığını da gördüklerini söyleyen Altun, "Üzülerek belirtmek istiyorum ki maalesef Batılı ülkeler sadece 'Bize mülteci gelmesin, bize yabancı savaşçı gelmesin' perspektifiyle Suriye krizine yaklaştı. Krizin çözümüne katkı sunamadıkları gibi ciddi anlamda krizin büyümesine ve esasında sorunları kendileri açısından da ertelemek gibi olumsuz bir gelişmenin önünün açılmasına neden oldu." değerlendirmesini yaptı.
"Terör küresel bir sorun"
Terör sorununun varlığını sürdürdüğünü ve bunun küresel bir sorun olduğunu vurgulayan Altun, "Terör sorunundan bağımsız olabileceğini iddia eden herhangi bir ülke söz konusu değildir. Terör, bu anlamıyla zamanlama meselesidir ve terörün bir ülkeden başka bir ülkeye sıçraması eğer doğru adımlar atılmaz, doğru şekilde mücadele edilmezse an meselesidir." diye konuştu.
Fahrettin Altun, mülteci sorununun, göçmen akınlarının sadece ertelenen bir problem olduğuna, çözüme ilişkin yapıcı, gerçekçi adım atılamadığına işaret etti.
Altun, "Dün itibarıyla yaşanan elim saldırı sonrası Suriye'deki gelişmelerden birinci derecede Esed rejimi sorumludur. Rusya Federasyonu, gerek rejimle ilişkileri, gerek Astana Süreci'nin tarafı olması, gerekse Soçi Mutabakatı'nın 3. maddesi gereğince rejim saldırılarını durdurma sorumluluğunu yerine getirmedi. Rusya'dan beklentimiz, ikili ilişkilerimiz, gerek sahadaki varlığı gerek Astana Süreci'nin parçası olması gerekse Soçi Mutabakatı'nın ilgili maddesi uyarınca rejim saldırılarını durdurması, saldırılarına engel olmasıdır." şeklinde konuştu.
"Rejim, Türkiye açısından meşru hedef"
Türkiye'nin dünden beri rejim hedeflerine yönelik ciddi saldırı gerçekleştirdiğini, rejim hedeflerinin Türkiye Cumhuriyeti açısından meşru hedef konumunda bulunduğunu belirten Altun, dünden bu yana yapılan saldırıların rejime çok ciddi kayıplar verdirdiğini anlattı.
Altun, 10 Şubat'tan bu yana toplam 2 bin 38 rejim askerinin etkisiz hale getirildiğini, 78 tank, 29 zırhlı araç, 53 top obüs, 27 askeri araç ve 9 mühimmat deposunun kullanılamaz hale getirildiğini bildirdi.
İletişim Başkanı Altun, Türkiye'nin, Suriye krizinin başından beri uluslararası hukuk referanslarıyla hareket ettiğini, bütün muhataplarının da bu çerçevede hareket etmesini istediği mesajlnı verdiğini kaydetti.
"Esed rejimi, demografik mühendislik yapmaktadır"
İdlib meselesinin bir milli güvenlik meselesi olduğunu, aynı zamanda insani boyutu nedeniyle Türkiye açısından son derece hayati sayıldığını ifade eden Altun, bütün insanlığın yüz çevirmesine rağmen Türkiye'nin bu insanlık krizine yüz çevirmediğini söyledi. Fahrettin Altun, şöyle konuştu:
"İdlib düşerse milyonlarca Suriyeli mülteci Türkiye ve Avrupa'ya kaçmaya çalışacak. Dünyada en çok mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye'nin bu insanlara artık yardım etme, daha fazla kaynak üretme imkanı bulunmamaktadır. Esed rejimi, açık şekilde uluslararası toplumun kayıtsızlığından faydalanmakta ve bölgede ne yazık ki bir etnik temizlik, bir demografik mühendislik yapmaktadır. İdlib'deki milyonlarca sivili buradan çıkarmak rejimin insansızlaştırma hayalinin gerçeğe dönüşmesi olacaktır."
Altun, sivillerin yaşadığı İdlib'de aylardır hastanelerin, sivil alt yapı unsurlarının bombalandığını, sivil halkın ciddi anlamda zarar gördüğünü, tüm bunların da dünyanın gözü önünde yaşandığını belirterek, "İdlib'de yaşananlara göz yuman liderlerin, Ruanda'da, Bosna'da soykırımı izlemekle yetinen seleflerinden bize göre hiçbir farkı yoktur." diye konuştu.
"Uçuşa yasak bölge uygulanması son derece hayati bir unsurdur"
Krizi sona erdirmek için uluslararası toplumun el birliğiyle hareket ederek sivilleri korumak için müdahale etmesinin şart olduğunu belirten Altun, şöyle devam etti:
"Uçuşa yasak bölge uygulanması son derece hayati bir unsurdur.
İdlib'de iki yıldır katliamı büyük ölçüde engelleyen düzen yine Türkiye'nin katkısıyla kurulmuştur. Türkiye, Rusya ve İran gözetiminde, Astana sürecinde kurulan yapı, iki yıldır katliamların boyutunu ciddi anlamda düşürmüş, fakat engelleyememiştir. Bu noktada gerek Rusya gerek İran'a sürecin garantörleri olarak sorumluluklarını hatırlatıyoruz, hatırlatmaya devam edeceğiz. Bu süreçte, namlusunu, Türk askerine doğrultan Esed rejimiyle bir an önce diyalog çağrısına bizi çağıran aktörleri de milletimizin vicdanına havale ediyoruz."
"Türkiye'nin başka çaresi kalmamıştır"
İletişim Başkanı Fahrettin Altun, "Türkiye'nin mültecilere yer, yurt bulunmasıyla, terörün engellenmesiyle ilgili bu kadar yoğun mücadele ettiği ve yalnız bırakıldığı bir ortamda atabileceği tek bir adım kalmıştır. Mültecilerden gelen yoğun baskıyı engellemekle ilgili gösterdiği yoğun iradeyi gevşetmekten başka Türkiye'nin başka çaresi kalmamıştır." dedi.
Dünden itibaren gerek ulusal gerek uluslararası medyada yapılan en önemli tartışmalardan birinin de mültecilerin konumu, batı ülkelerine geçişle ilgili süreçleri olduğunu anımsatan Altun, bu konuda Türkiye'nin pozisyonunun son derece net olduğunu söyledi.
Türkiye'nin ülkelerindeki savaştan kaçan 4 milyon Suriyeli mülteciyi ağırladığını ve en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke konumunda olduğunu dile getiren Altun, pek çok ülkenin vekalet savaşlarını farklı gruplar üzerinden sürdürdüğünü ve pek çok ülkenin çıkar ve güç mücadelesine sahne olan Suriye'nin neredeyse tüm insani yükünün Türkiye'nin üzerine bırakıldığını belirtti.
AB başta olmak üzere Türkiye ile müttefiklik ilişkisi bulunanlar ülkeler Suriyeli sığınmacılar konusunda hem siyasi hem insani sorumluluklarını yerine getirmediğini vurgulayan Altun, Türkiye'nin mevcut 4 milyon Suriyeli sığınmacının yanı sıra yeni insani dramların ve göç dalgalarının oluşmasını engellemeye yönelik çabalarına gerekli desteği alamadığını ifade etti.
Altun, 4 milyon civarındaki sivilin yaşadığı İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi'nin Türkiye'nin mimarı olduğu bir barış projesi olduğunu dile getirerek, Türkiye bu süreçte kendi çıkarlarının da ötesinde İdlib'de yaşanacak bir insani krizi engellemeyi, yeni bir sığınmacı yığılmasının önüne geçmeyi amaçladığını ve çok ciddi anlamda yapıcı bir tutum ortaya koyduğunu bildirdi.
Türkiye'nin İdlib'deki insani ve vicdani politikasında yeterli desteği alamadığını ve bu anlamda yeni sığınmacı akınlarını daha fazla kaldıramayacağını açık ve net bir şekide ifade ettiğini hatırlatan Altun, şöyle devam etti:
"Bu yük herkesin paylaşması gereken bir yüktür ve bu yük paylaşılamazsa bu durumda kapıları açabileceğini Sayın Cumhurbaşkanımız açık ve net bir şekilde defaatle ifade etmiştir. Türkiye uzun zamandır Avrupalı devletleri ve ABD'yi Suriye sınırında güvenli bölge oluşturmak için işbirliğine davet etmektedir. Bu amaçla gerçekleştirilen Barış Pınarı Harekatı'nın bir amacı da Türkiye'nin Suriye sınırında 30 kilometrelik bir hat kurarak sığınmacıların barınabileceği şehirler inşa etmektir. Maalesef bu projeye destek alınamadığı gibi Türkiye'nin Barış Pınarı Harekatı, ismiyle müsemma bu terörle mücadele operasyonu ne yazık ki mahkum edilmeye çalışılmış ve bu noktada Türkiye yalnız bırakılmıştır. Hem terörle mücadelemiz hem de sığınmacılara, mültecilere yurt oluşturma projemiz inkıtaya uğratılmak istenmiştir. Bu durumda ve tek başına Türkiye'nin mücadele ettiği, mültecilerin akınının engellenmesiyle ilgili, mültecilere yer, yurt bulunmasıyla, terörün engellenmesiyle ilgili bu kadar yoğun mücadele ettiği ve yalnız bırakıldığı bir ortamda atabileceği tek bir adım kalmıştır. Mültecilerden gelen yoğun baskıyı engellemekle ilgili gösterdiği yoğun iradeyi gevşetmekten başka Türkiye'nin başka çaresi kalmamıştır."
Türkiye'nin ev sahipliği yaptığı mülteci sayısının pek çok Avrupa ülkesinin toplam nüfusundan fazla olduğuna işaret eden Altun, "4 milyonu aşkın sığınmacı sayısına yeni bir 4 milyon sığınmacının daha eklenme ihtimali sadece Türkiye için değil dünyadaki tüm ülkeler için kaldırılamaz bir yüktür." dedi.
Türkiye'nin hiçbir zaman mültecileri bir silah olarak kullanmadığını belirten Altun, Suriye iç savaşının başladığı 2011 yılından bu yana sığınmacılara her türlü mikanı sağlayan, tüm yükü omuzlayan, buna rağmen kendisine verilen sözler tutulmayan ülkenin Türkiye olduğunu söyledi. Altun, "Suriyeli sığınmacılar meselesinin artık sadece Türkiye'nin değil başta bölge ülkeleri ve Avrupa olmak üzere tüm dünyanın meselesi olduğu bilinmelidir. Dünya bu meselelerde üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmelidir. Terörle mücadele ve Suriyeli mültecilerin karşı karşıya kaldığı bu ağır trajedinin, bu ağır yükün sırtlanılması, üstlenilmesi noktasında hemen her aktörün, üzerine düşeni yerine getirmesi gerekir. Türkiye hem mevcut sığınmacılara ev sahipliği konusunda hem de sığınmacı akınlarına sebep olan savaş ve çatışmaların ortadan kaldırılmasında elbette her türlü işbirliğine sonuna kadar açıktır." değerlendirmesinde bulundu. Fahrettin Altun, Türkiye'nin bu çağrıyı Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın şahsında defaatle ifade ettiğini hatırlattı.
"Gazi meclisin iradesini yok saymak anlamına gelir"
Türk Silahlı Kuvvetlerinin Suriye'de icra ettiği tüm faaliyetlerin TBMM'nin silahlı kuvvetlere verdiği yetki temelinde ve kapsamında gerçekleştirildiğinin altını çizen Altun, "Suriye'de atılan adımların yönetilmesi noktasında Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliği elbette son derece kritik unsurdur fakat Suriye'de ordumuzun gerçekleştirdiği faaliyetleri sadece Sayın Cumhurbaşkanımızın şahsi tasarrufu olarak tanımlamak Cumhuriyetimizin kurucu unsuru olan gazi Meclisin iradesini yok saymak anlamına gelir." ifadelerini kullandı.
Altun, “Türkiye Büyük Millet Meclisimiz Salı günü toplanacak. Kapalı oturum yapılacak. O oturumda Sayın Cumhurbaşkanımız Milli Savunma Bakanımızı Millet Meclisimizi bilgilendirmesi için görevlendirdi.” dedi.
Altun, bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal çıkarları temelinde ve hızla değişen küresel siyasal koşullar doğrultusunda tam bağımsız bir dış politika izlediğinin de açık ve net şekilde ifade edilmesi gerektiğini dile getiren Altun, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Şu an itibariyle Batı medyasında yer yer Türkiye'nin Rusya ile olan 'yakınlaşması' ele alınmakta ve bu yakınlaşma üzerinden adeta Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı bu muameleyi hak ettiği yönünde bir itham gündeme getirilmektedir. Oysa şunu çok açık şekilde ifade etmemiz gerekir, bizim için esas olan devletimizin, ülkemizin, milletimizin çıkarlarıdır ve bu noktada Türkiye bağımsız bir dış politika izlemektedir. Uluslararası alandaki bütün aktörlerle eşit mesafede, göz hizasında ve kendi çıkarları temelinde ilişki kurmuştur ve kurmaya da devam etmektedir.
Müttefikleriyle, ortaklarıyla bu anlamda ilişki kurmaktadır. Bunun yanında elbette ülkemiz NATO ittifakının en büyük ikinci ortağıdır, Avrupa Birliğine tam üyeliği stratejik hedef olarak görmeye devam etmektedir. Bununla birlikte bu aktörlerden de Türkiye'nin meşru beklentileri vardır."
Türkiye'nin bölgenin barış ve istikrarı için çözüme katkı sunabilecek her türlü girişimin parçası ve destekçisi olduğunu dile getiren Altun, bu noktada ideolojik yaklaşmadığını ve yaklaşmayacağını, sahip olduğu yapıcı tutumu sürdüreceğini söyledi.
Mültecilerle alakalı olarak burada ortaya koyulan çerçevenin herhangi bir şekilde Türkiye'nin batı dünyasıyla ilişkilerinee etki etmeyeceğini düşündüklerini dile getiren Altun, şu değerlendirmede bulundu:
"Çünkü Türkiye Avrupa'ya gitmek isteyen sığınmacıları engellemeyi durdurması yalnızca İdlib'deki gelişmeler ışığında yeni bir düzensiz göç dalgasına hazırlık anlamı taşımaktadır. Avrupa'ya yönelik yeni bir göç dalgasının Avrupa demokrasisine oluşturduğu tehdit endişe vericidir. Öte yandan Türkiye'nin kısıtlı imkanlarını Suriye rejiminden kaçan mültecilerin korunması için kullanılması elzemdir. İdlib'de yaşanan gelişmeler Türkiye-AB mülteci anlaşmasının uygulanmasını ne yazık ki imkansız hale getirmiştir. Avrupalı dostlarımızın bunu görmesi gerekir ve bölgede yaşanan krizin Türkiye-AB işbirliğinin bölgesel barış ve istikrar için ne kadar önemli olduğunu yeniden teyit etmiştir."
Erdoğan'ın bugün yine bir dizi uluslararası temasının daha olacağını belirten Altun, "Bugün itibariyle Sayın Makron ile Sayın Merkel ile Sayın Ursula Von Der Lajen ile Sayın AB konsey başkanı Charles Michel ile Sayın Borisov'la ve ABD Başkanı Sayın Trump ile görüşmeleri olacak. Bu görüşmelerde de ülkemizin pozisyonunu, verdiği haklı mücadeleyi kararlılığımızı açık ve net şekilde ifade edecek." diye konuştu.
"Çerçevemiz oldukça net"
Ateşkese ilişkin bir soru üzerine Altun, "Tabii ki başından itibaren bu ateşin durması için gayret sarfediyoruz. Fakat burada bizim sonuç itibariyle çerçevemiz oldukça net. Yaptığımız mutabakatlar var ve bunlara geçici mutabakat muamelesi yapılamaz. Dolayısıyla biz bu mutabakatlara olan bağlılığımızı açıkça ortaya koyuyoruz ve terörizmle mücadele adı altında bölgenin insansızlaştırılmasına karşı çıkıyoruz." dedi.
"Terörizmle mücadele kılıfı adı altında" ifadesini kullandığını belirten Altun, "Bölgede bir takım terörist unsurlar olduğundan bahsediliyor. Elbette baktığınızda bölgede ne yazık ki olumsuz şekilde hareket eden unsurlar olmakla birlikte her şeyden önce Türkiye o aktörlerle mücadele noktasında net bir tavır ortaya koyan bir devlet konumunda. Ama bölgenin sivil halkını terörist gibi göstererek burada gayrimeşru bir saldırı furyasının hayata geçirilmesini kesinlikle kabul edemeyiz." ifadelerini kullandı.
Rusya'nın sorumluluğunun açık ve net olduğunu, rejimin taşkınlık yapmasını, sivillere yönelik eylemlerde, saldırılarda bulunmasını engellemenin garantör ülke olan Rusya'nın sorumluluğu olduğunun altını çizen Altın, bu sorumluluğu hatırlatmaya devam ettiklerini söyledi.
Altun, bir başka soru üzerine Suriye'de askeri harekat için yeni bir teskereye ihtiyaç olmadığı kanaatini taşıdıklarını söyledi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, ABD Başkanı Donald Trump ile son görüşmesinde Suriye'nin toprak bütünlüğü, krizin siyasi çözümü için ortak hareket edilmesi gerektiği, diğer taraftan da İdlib'deki insani krizin ortadan kaldırılmasıyla ilgili somut adımlar atılması, sözlü olarak söylemsel olarak destek verilmesi değil fiilen destek verilmesiyle ilgili beklentiyi açıkça ifade ettiğini belirten Altun, "Türkiye NATO'nun en büyük ikinci gücüdür ve bu yönüyle de NATO'nun ilgili metinlerinin, ilgili maddeleri şu an itibarıyla Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı saldırı dolayısıyla Türkiye'nin desteklenmesini icbar etmektedir. Bu noktada Dışişleri Bakanlığımızın bu yönde ciddi girişimleri söz konusudur ve bu girişimler devam etmektedir. Bu noktada da Sayın Trump'a elbette Sayın Cumhurbaşkanımız bu hususları ifade edecektir." dedi.
Elbette bir dizi görüşme yapıldığını, bunların hangi formatta olacağına liderlerin karar vereceğini aktaran Altun, "Somut olarak öngörülen yeni bir zirve formatı söz konusu değil. Türkiye bu anlamda gerçekten çözüme katkı sunmak isteyen bütün aktörlerle net bir şekilde ilişki ve işbirliğine açık hareket etmiştir. Suriye'deki Esed rejimi bu anlamda gayrimeşru bir tavır ve tutum içerisinde olduğu için bu sürecin içerisinde yer almamıştır ve bu rejimin ne denli kanlı rejim olduğu da bütün açıklığyla bugün itibarıyla karşımızdadır. Bu nedenle de rejim hedefleri de bizim için hedef konumundadır."