Gezi Parkı ve ağacın korunması denilerek masum gösterilmeye çalışılan eylemler ülkeyi kaosa götürmeye çalışmaya dönüştü.
Abone olBANU İRİÇ
İNTERNETHABER.COM (ÖZEL İÇERİK)- Türkiye adeta tek bir elden düğmeye basılmışçasına gergin günlere girdi. Yıkılması iki yıldır gündemde olan Gezi Parkı için bu zamana kadar harekete geçmeyenler birden bire ayaklandı. Bütün ağaçlar katledilecekmiş gibi bir izlenim uyandırılarak toplumda infial yaratıldı. İlk başlarda masum bir çevreci ayaklanma olarak başlayan eylem polisin de yanlış müdahaleleri sonucu tahrikiyle bambaşla bir hal almaya başladı.
Bu durum akıllara tıpkı gizli karanlık çetelerin açığa çıkarılması amacıyla halkın başlattığı Susurluk eylemlerini getirdi. Devletin karanlık çeteleri açığa çıkarması için sokaklara dökülen halk kullanılmış ve bu eylem Susurluk'u örgütleyenler tarafından irtica karşıtı eyleme dönüştürülmüştü. Halkın şeffaf toplum isteği karşılık bulmamıştı.
"Tencere tava hep aynı hava. Bunlar eski alışkanlıklar'' diyen Erdoğan'ın sözleri akıllara Susurluk eylemi için dediği "Gulu gulu dansı" benzetmesini getirdi. Ancak Erdoğan'ın bu süreci nasıl yöneteceği gelecek günlerin rotasını çizecek gibi.
DERDİMİZ AĞAÇ DEĞİL
Demokratik ülkelerde hak olan protesto yöntemi Türkiye'de birden yakıp yıkmaya dönüştü. Sosyal medyada toplumda kanaat oluşturup yönlendirme gücü olan ünlü isimlerin attığı provokatif twitler de işin başka boyutunu gösterdi.
Kimi isimler "Derdimiz ağaç değil, hala anlamadın mı" derken kimileri halkın devrim gerçekleştireceğini söylerken bazı isimler daha da ileri giderek bunun Türk Baharı olduğunu söyleyip NATO müdahalesi bile istedi. Bu durum akıllara bir dönem "Ordu göreve" diye askerden medet umanlar şimdi Tahrir benzeri bir ayaklanma başlatıp, bunun için de gençleri kullanıyor yorumlarını getirdi.
TAKSİM, EN BÜYÜK SİMGE
"Gezi Parkı" diye başlayan eylem birden hükümeti yıkma eylemine dönüştü ve bambaşka bir boyut aldı. Ortadoğu'daki Arap Baharları ülkelerin en önemli meydanlarında seslendirilmişti ve bunun için de Taksim şarttı. Gezi Parkı üzerinden bu oyunu gerçekleştirdiler.
Bu tablo aslında Türkiye'ye uzak bir tablo değil. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden bu yana ne zaman halk iktidarı yönetimi devralsa vesayet rejiminin kırılması istemeyenler tarafından gençleri, askeri rejimi, medyayı kullanarak darbesini vurdu. Başrolü alan değişse de işbirliği halinde hükümetlerin devrilmesi sağlandı.
27 MAYIS'TA DA GENÇLİK HAREKETİYDİ
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bunu ilk kez 27 Mayıs'ta yaşadı. Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı Adnan Menderes'i asılmaya götüren süreç sokaklardaki gençlerin eylemleriyle başladı. O eylemlere katılanlar dahi işin boyutunun bu noktaya varabileceğini düşünmediklerini ve sonucun Türkiye'yi karanlığa götürdüğünü yıllar sonra itiraf ettiler.
Gençlerin sokaklara inerek başlattığı eyleme daha sonra halk da katıldı. Ancak 1957 seçimlerinde halk yine tercihini Menderes'ten yana kullanınca rejimi kaptırmak istemeyenler gücünü sertleştirmişti.
Darbeyi yöneten Milli Birlik Komitesi, DP'liler hakkında asılsız bilgileri yaymış, partililerin ülke hazinesini yurtdışına kaçırırken yakalandıklarını iddia etmişti. Öğrenci olaylarını bastıran Demokrat Parti'nin yüzlerce genci öldürerek gizlice gömdüğünü bazılarının ise kıyma makinelerinden geçirilip hayvan yemi haline getirildiğini iddia etmişti.
Merhum gazeteci Mehmet Ali Birand o darbedeki genç hareketlerini Demirkırat kitabında şöyle anlatmıştı "İşte... hikâyemizin sonu. Bütün bu olayların üzerinden çok zaman geçti ancak düz gibi tazeler. O 27 Mayıs sabahı sokakları dolduran üniversiteli liseli gençlerin arasında bizler de vardık, bizim kuşağımız da vardı. Gençtik, heyecan içindeydik. Göstericilere yiyecek taşımış, onlarla beraber "Olur mu böyle olur mu" şarkısını söylemiştik. Ülkenin yararına bir şeyler yaptığımıza inanıyorduk. Bu gün geriye dönüp bakıyorum ve içimde bir burukluk hissediyorum. İnsan kendi kendine "bu şekilde olmamalıydı", "böyle bitmemeliydi" diyor. İşte o zaman gerçek demokrasiye olan tutku daha da artıyor. Peki bütün bu olaylardan kim sorumlu?... Aslında hepimiz sorumluyuz"
SUSURLUK'TAN 28 ŞUBAT'A GEÇİŞ
1996 yılında polis-mafya-aşiret ilişkilerinin ortaya çıkmasını sağlayan o kaza sonrası toplum zihinlerinde oluşan bulanıklığı proresto etmek amacıyla başlayan eylem başka bir hal aldı. "Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık" diyerek bir grup avukatın önerisiyle başlayan eylem daha sonra insanların tencere tavalarla balkonlara ve sokaklara çıkmasına neden olmuştu.
Önceleri vatandaşın "temiz devlet" talebiyle başlayan eylem, medyanın da desteğiyle yön değiştirerek Refah Parti'nin getireceği şeriatı istemiyoruz eylemlerine dönüştü. Dönemin Başbakanı Erbakan eylemcileri "gulu gulu dansı" yapıyorlar diyerek eleştirmiş bu da toplumda daha büyük bir tepkiye neden olmuştu.
Sivil bir eylem olarak başlayan eylemler medyanın 28 Şubat'un aktörlerini de öne sürmesiyle irtica karşıtı eylemlere dönüştü ve Refah Partisi'nin sonunu getirdi. Böylelikle toplumun kirli ilişkilerin açığa çıkartılması talebi gerçekleşmedi ve meşru yolla seçilen bir iktidar oyunlarla düşürülmüş oldu.
27 NİSAN MUHTIRASI VE CUMHURİYET MİTİNGLERİ
Daha sonraları finansmanıyla ilgili itirafların ortaya çıktığı Cumhuriyet mitingleri Cumhurbaşkanlığı seçimi kriziyle başlamıştı. Yaşar Büyükanıt'ın "Sözde değil özde Cumhurbaşkanı istiyoruz" çıkışı ve ülkede adeta şeriatın geldiği yaygarası kopartılmış, Türkiye'nin dört bir yanında Cumhuriyet mitingleri başlamıştı.
Mitingde 27 Nisan muhtırasıyla beraber hükümete istifa çağrıları yapılmış ve "Ordu göreve" pankartları taşınmıştı. Aynı zamanda "biz kaç kişiyiz" eylemleri de başlatılmıştı. AK Parti hükümetine cumhurbaşkanı seçimi yaptırılmamış ve erken seçim kararı aldırılmıştı. Ancak toplumda Cumhuriyet mitinglerinin karşılığı olarak AK Parti hükümeti 2002'ye göre oy oranını yüzde 12 arttırarak yüzde 46'lık oy oranıyla yeniden iktidar olmuştu. Cumhuriyet mitingleri ile hükümeti devirme çabalası sonuçsuz kalmış, yeni meclis Cumhurbaşkanı olarak Abdullah Gül'ü seçmişti.
Ancak seçimin üzerinden bir yıl geçmeden AK Parti'ye kapatma davası açılmıştı. Bu durum gerilimli günlerin yaşanmasına neden olmuştu.
2007 senesinde Türkiye ekonomi alanında tarihi bir hamle daha gerçekleştirerek IMF'ye olan borç anlaşmaları dönemini bitirmiş artık tamamen borçları sıfırlama dönemine girmişti. Faiz oranları gerilemiş ve dünya ekonomik krizi Türkiye'yi büyük oranda sarsmamıştı.
Tansel Çölaşan geçtiğimiz yıl Cumhuriyet mitinglerinin finanse edildiğini itiraf etmiş, ADD'nin tek başına kaynak sağlamadığını geçmiş dönemde devletin de yardım ettiğini ancak artık gücünün kırıldığını söylemişti.
GEZİ PARKI DA 'AĞAÇ' DİYE BAŞLADI AMA…
Erdoğan, Gezi Parkı'nın yıkılıp yerine Topçu Kışlası'nın yapılacağını 2011 Haziran ayındaki seçimlerden önce açıklamıştı. Erdoğan 2011 yılında yaptığı o açıklamada belki AVM belki başka bir şey olur diyerek açıklama yapmıştı.
CHP'nin de oyuyla Taksim'deki düzenlemelere onay verilmiş ve AVM yapılacağına dair kesin bir belgenin olmamasına ve Topçu Kışlası'nın daha ihalesinin dahi yapılmamış olmasına rağmen medyaya AVM yapılacağı kesinleşmiş gibi yayınlar yapıldı. Gezi Parkı'nda ağaç yıkımına karşı toplanan küçük gruplara yapılan müdahaleler kısa sürede büyüdü. CHP'nin de örgütlemesiyle olay bambaşka bir hal aldı.
Sosyal medyada ise önüne geçilemez yalan yağmuru başladı. Bülent Arınç'ın oğlunun oraya AVM dikeceği iddiası bir anda ortalığı sardı. Üstelik bunu ciddi bir haber kanalının üzerinden fake hesap açılarak yapıldı. Panzer altında bir kişinin kaldığı iddia edilerek yabancı kaynaklardan alınan bir resim kullanıldı. Polisin gerçek mermi kullandığı hatta meydanda onlarca kişinin öldüğü iddia edildi. Avrupa polisinin köpeğe biber gazı sıkarken çekilmiş fotoğrafı resmin kalitesi bozularak Türk polisi gibi servis edildi. Eylemler sürerken sabaha kadar Twitter'da olay yerinden asılsız iddialar birbirini ardına kanıtsız servis edildi.
Üstelik işin daha da vahim tarafı bu yalan bilgiler toplumda saygın yere sahip ve kitle oluşturma gücü olan ünlü isimler tarafından da gerçekmiş gibi paylaşıldı. Bazı gazeteciler yabancı basına twit atarak Türkiye'nin artık Tahrir olduğunu ilan ederken ünlü sanatçılar "Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş sen hala anlamadın mı?" diye paylaşımlar yaptı.
YAKTILAR, YIKTILAR
İstanbul Taksim'in başı çektiği eylemler Beşiktaş, Ankara, İzmir ve bazı illerde de yapıldı. Ancak kastedildiği gibi amaç "doğayı koruma ağaca sahip çıkma" eyleminden çıkarak meydanlarda terör estirmeye, araçları yakmaya vardı. Çoğu eylemci de dertlerinin ağaç olmadığını itiraf etti.
Eylemler sırasında polise taşla, sopayla saldırılar oldu, ellerine silah alıp meydana çıkanlar bile görüldü. Taksim'de iş makineleri yakıldı. İzmir'de AK Parti binası ateşe verilmek istendi.
MEDYA YİNE DEVREDE
Bu süreçte bazı medya kuruluşlarının yaptığı 28 Şubat dönemini akıllara getirdi. Başbakan Erdoğan'ın aylar öncesinde planlanmış ve Türkiye için önemli ekonomik anlaşmaları da yapacağı Fas gezisi için "kaçıyor" yorumları dahi yapıldı.
Erdoğan'ın Taksim'e cami ve kiliseyi yan yana yapacaklarını ve bu sayede medeniyetin gücünün Taksim'den temsil edileceğini söylemesine rağmen medyaya "Erdoğan, Taksim'e cami de yapacak" olarak yansıtıldı ve laiklik hassasiyeti olan kesimlerin kaşınması amaçlandı.