BIST 10.025
DOLAR 35,16
EURO 36,68
ALTIN 2.956,54
HABER /  GÜNCEL

Erdoğan basını ikiye böldü

Başbakan Erdoğan'ın dayak görüntüleri için Türk medyasını suçlaması büyük gazetelerin tepe yöneticilerini ikiye böldü. Gazeteciler olaya farklı bakış açısı getirdi.

Abone ol

CNN TÜRK'te yayınlanan ve Mehmet Ali Birand'ın sunduğu Manşet programında Başbakan Erdoğan'ın Türk medyasını Batı'ya Türkiye'yi ihbar etme suçlaması ele alındı. Genel Yayın Yönetmenlerinin görüşleri dile getirilirken, medyanın da bu konuda tam bir anlaşma sağlanamadığı görüldü. Tartışmalarda en ilginç beyan ise Hürriyet Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün "Avrupa'daki Türkler'e karşı başlayan ırkçılıktan korkar hale geldim" demesi oldu. İşte Manşet'teki tartışmaların tamamı:

Mehmet Y. Yılmaz: Başbakan'ın konuşmaları totaliter dönemdeki ülke liderlerini hatırlatıyor. Burada önemli olan polisin o gösteriyi dağıtırken kullandığı oransız şiddet. Biz bunları eleştiriyoruz.

Ergun Babahan: Ben olayları yabancı televizyonlardan izledim ve vahim bir boyutunu öğrendim. Olay Türk gazetelerinde yeterince verilmedi. Dünyanın hiçbir yerinde farkına varılmasın diye eylem yapılmaz. Eylem yapıyorsanız ses getirmesini istersiniz. Biz burada kamu kolluk güçlerinin şiddete başvurmadan toplumsal ve demokratik kullanan vatandaşlarına karşı kötü muamelesinde var. İşkence ve kötü muamele bizim sicilimizde var. Biz pırıl pırıl bir ülke olsaydık, tepki görmezdik. Bize Kopenhag kriterleri niçin şart olarak koşuldu, geçmişteki sicilimizden dolayı.

Başbakan haklı mı siz ihbar etti dediniz zaman?

Güngör Mengi:
Başbakan Türkiye'ye ait hataları bize fatura ediyor. Halbuki Başbakan erken tavır koyabilseydi, iktidar dış dünyadaki tepkilerden hem kendisini hem de Türkiye'yi koruyabilirdi. Başbakan 'yabancı dünya duymasın' diyor. Erdoğan, yabancı ülkelerdeki olayları örnek gösteriyor. Bugünkü ABD'nin kötü imajı o görüntülerden değil mi?

Mehmet Y. Yılmaz: Bu hiçbir şekilde ihba olamaz. Bugün açık toplumda her şey açık hale geliyor. Bütün dünyadaki haber kaynakları yerel basındır. Siz herşeyi o ülkede ne olup ne bittiğini yerel basından öğrenirsiniz.

Başbakan ne demek istiyor?

Ergun Babahan: Başbakan Erdoğan bir kulübe üye olmak istiyor. O kulübün davranış modlarını, tavırlarını içselleştirmek zorunda. Bu kulubün davranış biçimlerini içselleştiremediğini görüyoruz. Her olayda medyayı suçlamanın ne anlamı var? Yalnışı kabul etmek üye olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği'nin en önemli özelliği.

Medyanın hatası oldu mu?

Güngör Mengi: Bence bir hata varsa onu medyada aramamak lazım. Hadise doğrudan doğruya polisin ölçüsüz şiddet kullanması. Uluslararası kamuoyundan, Türk medyasından önce bundan iktidar davacı olabilirdi. Halbuki bu suçu iktidar adına sahiplenmek gibi bir yanlışa düşüyor sayın Başbakan. Buradan yola çıkarak da, maalesef bu olaya yaklaşımı AB'ye girme iradesinin yeterli inanç ve ruhtan yoksun olduğu noktasında şüpheler uyandırıyor.

Peki neden Batı medyası bu kadar tepki gösterdi?

Mehmet Y. Yılmaz: Şimdi Türkiye'nin AB'ye üyeliğine karşı olan güçlü bir tarafın olduğunu biliyoruz. Doğal olarak bu grubun medyadaki yansımaları da olacak. Bu olay karşısında hükümetin sahip çıkması o kuşkuları besledi. O kuşkuların büyümesine yol açtı. Sebep budur.

Ergun Babahan: Olayın iki yönü var. Türkiye'de kadının özel durumu var. Kadın Türkiye'de çabuk tüketiliyor, aşağlanıyor. Kadına yönelik kötü davranış Türkiye'de normal karşılanıyor. Kadına yönelik şiddeti Avrupa'nın baskısıyla farkettik ve içselleştirdik. Biz kadına karşı ölçülerimizi dünya düzenine çıkaramamış bir toplumuz. Batı'nın bilinçaltındaki erkek-egemen toplum görüşü bir kez daha ortaya çıktı.

Güngör Mengi: Bence asıl iktidarın bu kötü olay karşısındaki tutumu Türkiye'yi Avrupa'da istemeyen çevrelere çok önemli ve ekstra koz verdi. İktidar bu olaya ön alabilseydi Avrupa Parlementosu'nun verdiği kınama cezasının gerekçesi ortadan kalkacaktı. Türkiye henüz AB'ye girmedi, daha girecek, önünde 10 yıldan fazla bir zaman var.

Mehmet Y. Yılmaz: Normal tepki Gül'ün tepkisiydi. Daha sonra İçişleri Bakanı da benzer davranışları oldu. Cemil Çiçek'le Başbakan'ın aynı minvalde konuşması demokrasi ve insan haklarını ne kadar özümsediği konusunda kuşkular yarattı. Başbakanın kendi zihniyetini değiştirmesi lazım. Bu bizimle ilgili bir şey. Dışarıdan kim nasıl görürse görsün. Ben bir Türk olarak böyle bir ülkede yaşamak istemiyorum.

Batı dünyasının tepkisini abartılı görmüyor musunuz?

Mehmet Y. Yılmaz: Bence son derece normal. Biz bu grubun üyesi olacağız çünkü. Biz aynı şekilde İspanya'da olan olaylar karşısıda tepkili olmalıyız.

Serdar medya mı ihbar etti?

Serdar Turgut: Biz eleştirimizi yaptık. Polisin haksız olduğunu vurguladık. Bence problem yok bizde. Problem Batı'da var. Onlar önyargılı bakıyorlar. Benim bildiğim kadarıyla Batı ülkelerinde bu tür olaylara oranın polisi de vahşi davranıyor. Bu bizde yapılanı haklı çıkarmaz. Fakat bu insanlık sorunudur, genel problemdir, Türkiye'ye özgü bir problem değildir. Buna böyle bakıp eleştirimizi genelleştirerek yaparız. Ortalıkta polise özgü bir şey yok.

Genel olarak Avrupa basının yaklaşımına baktığımızda abartılı mı görüyorsun?

Serdar Turgut: Poliste bir provokasyon olmuş. Burada polisin eğitim meselesi var. Bu tür provokasyonlara gelmemeli. Ölçü kaçmıştır doğrudur; ama bu ölçü basında da kaçıyor.

Medya mı ihbar etti Başbakan'ın dediği gibi

Ertuğrul Özkök: Elbette medya ihbar etmedi. Bunu söylemek olaylara basit bakmak demektir. Olaylara bütünüyle bakmak lazım. Ben bu olaya baktığım zaman üç tane ölçüsüz hareket görüyorum. Bir, Türk polisinin davranışı. Bunu savunmak mümkün değil. Demek ki bizim polisimizin psikolojik zaafları var. Polis solcuya başka türbanlıya başka davranıyor.
İkinci ölçüt ise Türkiye'de kadın hakları için yapılıyor bu tür gösteriler. 6 Mart'ta Türkiye'de yüzde 50'ye yakın bir gösteri yapılıyor. Ortada bir kanun var. Kanun polise bu izinsiz gösterileri önleyeceksin, diyor. Ancak kadın haklarıyla ilgili olmayan örgütlerin davranışlarını zikretmek lazım. Bir başka ölçüsüz davranış, Avrupa basınında. Avrupa'da Türkiye'ye has olarak yeni bir ırkçılık doğmaya başladı. Ben hakikatten çok korkmaya başladım. Ben Fransız polisin meydanda köşeye sıkıştırdığı hırsıza ne yaptığını gözlerimle gördüm. Bu olaylar Batı'da olsa bir resimle geçiştirilirdi. Üçüncü ölçüsüzlük ise Başbakan Erdoğan'ın söylediği laflar. Biz hangi dünyada yaşıyoruz? Artık dünyada kapalı toplum kalmadı. Biz Çin'de ne olup-bittiğini biliyoruz. Bu gazetelerin çoğu bizim ajanslarımıza abone. Dolayısıyla böyle ihbar gibi şeyleri kabul etmek mümkün değil.

Mehmet Ali Birand: Serdar Turgut, sen ırkçılık suçlamaların9a katılıyor musun?

Serdar Turgut: Batı'nın oryantalist bir bakışı var. Burada yapılan bir hareket kendi memleketlerinden çok daha farklı algılanıyor. Bu Batı'nın çok eski bir hastalığıdır.

Mehmet Y. Yılmaz: Batı'da belli çevrelerde Türkler'e karşı önyargılı olduğu tartışılacak bir şey değil. Ama biz nasıl bir ülkede yaşamak istiyoruz? İnsan hakları neler olmalı? Devletin bunu düzenleme sınırları nedir? Nereden müdahale edebilir? Bizim tartıştığımız şey budur. Batı'daki ırkçı çevreler vardır ve bunları kullanacakır. Önemli olan biz kendi içimizde tartışmalıyız. Bizim burada tartıştığımız polisin bu denli şiddet kullanılması normal midir, değil midir? Biz burada normal değildir diyoruz. Başbakan'da farklı düşünüyor.

Ertuğrul Özkök: Pazartesi günü Belçika'daydık. Türk asılı bir işadamıyla beraberdik. Yüzü asıktı, açtığı düğün salonu Belçika polisi kapatmış. Gerekçede dışarıda beş kişi toplanması yasak oluşu... Medeni ilişkiler içerisinde yaşamasını isteyenler olarak bu hareketleri savunmak mümkün değil. Ama biz böyleyiz. Çok iyi bir araştırma yapıp, bunun cezasını vermek lazım. Ben bu enerjik davranışı hükümette göremiyorum. Ama Türkiye'ye uygulanan bu linç olayın, bu acımasızlığın da bir ölçüsü olmalı. Batı kendi ülkesinde hangi ölçüyü uyguluyorsa bizde de aynı ölçüyü uygulasınlar...