BIST 9.652
DOLAR 34,69
EURO 36,75
ALTIN 2.961,83
HABER /  POLİTİKA

Erbakan ve Çillere suçlama

Yazıcıoğlu’na göre, “Çiller ve Erbakan bedel ödemeyi göze alsa, 28 Şubat süreci bu denli etkili olmazdı.”

Abone ol

MGK, 28 Şubat 1997 günü, işbaşındaki hükümetin sonunu getiren kararlar aldı. Dönemin RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan ve DYP Genel Başkanı Tansu Çiller’in kurduğu koalisyon devam edemedi. BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu’na göre, “Çiller ve Erbakan bedel ödemeyi göze alsa, süreç bu denli etkili olmazdı.”

Röportaj: Zekayi Özçınar
Kaynak:

“O dönemde, Faik Bulut’un kitabını Demirel’e götürdüm. Kitapta altını çizdiğim cümlelerle, MGK kararlarındaki bazı cümleler aynıydı. Faik Bulut gibi bir kişinin kılavuzluk yaptığı bir sürecin, Türkiye’nin hayrına olmayacağını anlattım. Bakacağını söylemekle yetindi.”

Türk siyasi hayatına, ‘post-modern darbe’ diye geçti. Adını, 18 maddelik ‘irtica ile mücadele’ kararlarının çıktığı tarihi Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısından aldı. Siyaset ve toplum hayatında derin izler bıraktı kuşkusuz; 28 Şubat Süreci, aradan dokuz yıl geçmesine rağmen hâlâ tartışılıyor. Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu da, karşısında olmakla birlikte süreci iliklerine kadar yaşayanlardan.

Yazıcıoğlu, dönemin hükümet ortakları Necmettin Erbakan ile Tansu Çiller’in tıkanıklığa çözüm aradıkları anlarda desteğini çekmeye çalıştıkları isimdi ayrıca. Sahip olduğu 8 milletvekili, o günkü Meclis aritmetiğinde çok önemliydi Yazıcıoğlu’nun, Erbakan ve Çiller’e götürdüğü öneri şuydu: “Kararları Meclis’e getirin. Muktedir olun, gereğini yapın. Ya da bırakın.” Batı Çalışma Grubu (BÇG) içinde ‘cunta oluştuğu’ söylentilerine tepki olarak “Türkiye Suriye olmayacak.” şeklindeki açıklamayı yapan da oydu. Bugün, “28 Şubat Süreci yaşanacaktı. Ancak, hükümet muktedir olup bedel ödemeyi göze alsaydı, bu denli tahrip edici olmazdı.” diyen Yazıcıoğlu, süreçte yaşadıklarını, son siyasi gelişmeleri, ‘derin devlet’i ve siyaset dışı sivil oluşumlara bakışını Aksiyon’a anlattı. 12 Eylül darbesinde girdiği cezaevinde işkencenin en şiddetlisine maruz kalan 52 yaşındaki siyaset adamı, ilginç konulara temas etti.

-28 Şubat sürecinin yıl dönümündeyiz. Demirel, neredeyse 28 Şubat çağrısı yaptı. Böyle bir ihtimal var mı?

Demokrasi dışında bir yolun senaryo olarak bile ifade edilmesi, ülkemiz için büyük ayıp. Türkiye bu süreçlere yabancı değil de, artık geride kalmalı.

-Kalmalı mı, kaldı mı?

‘Kalmalı’ diyorum.

-Ankara’daki siyasi şartlara baktığınızda ne görüyorsunuz?

Bu şartların oluşmasında şunların etkisi bulunabilir: İktidarların icraatları, davranışları ve ilişkileri; iktidar dışı muhalefetin anlayışı; bir de iktidar-muhalefet anlayışının dışında gelişmeleri bu istikamette körükleyen odaklar. Her kesim, çözümleri demokratik diyalog yoluyla bulmalı. Yalnız, gelişmelerde hükümetin de etkisi oluyor.

-Danıştay’ın başörtüsü kararında hükümetin nasıl bir etkisi var?

Hükümet, kılık kıyafetle ilgili genelgeleri çeker, milletin verdiği yetkiyi Meclis zemininde kullanır. Danıştay gibi kurumlara gerekçeler vermez. İktidar olmak muktedir olmayı gerektirir. Bunun için de bedel ödemeyi göze almak gerekir. Hiçkimse meçhul güçlere atıfta bulunarak, milletten aldığı yetkiyi kullanmaktan imtina etmemelidir. Ettikçe, bu kargaşa meydana geliyor. Tabii ki, bu hatalar 28 Şubat benzeri süreçle haklılık kazandırmaz.

Provokatif süreci görüyorum ama...

-’Vatansever güçler’, Ankara’daki ‘sauna operasyonu’... Sanki meçhul değil birtakım güçler.

İktidar varsa, bunların hepsini açacak, deşecek, gerçekleri ortaya çıkaracak. Yargıda, denetimde, sistemde sıkıntı varsa düzeltecek. Tıkanıklığı açmak için kararlılık gösterecek.

-Yine de, bir provokatif süreci görüyorsunuz?

Provokatif süreci görüyorum. Herkes, ‘Kim bunlar?’ diye sorabilir. Ama, iktidar sormaz. O zaman kim yapacak, kör dövüşü kim çözecek?

-Zaman zaman şartların siyasetçileri nereye sürüklediği biliniyor. 28 Şubat gibi pek de kontrol edilemeyen şeyler olmuyor mu?

28 Şubat Süreci’nde de bunları söyledim. O zaman iktidarda bulunanlara dedim ki, “Gerçekten iktidar gibi davranın, karşı karşıya kaldığınız sıkıntıları açıklıkla TBMM’ye taşıyın, kararlılık ortaya koyun. Yetki isteyin. Ben katkı sunarım.”

-Ne isteyeceklerdi Meclis’ten?

Önüne bir liste konmuş (tarihî 28 Şubat kararları), “Bunları yapacaksın” denmiş. Uygun görmüyorsan, Meclis’e getir ya da MGK’da görüşülürken tavrını koy.

-Çiller ve Erbakan’a istifa etmemelerini de önerdiniz mi? Tabii. Söylediğim şu: “Eğer kararlara iştirak ettiyseniz icraata geçirin. Toplumu germeyin. İtiraz ettiğiniz halde size bir tehdit, baskı geldiyse söyleyin. Meclis’ten karar çıkartın.” TBMM’de oluşmuş milli iradenin inisiyatif koyması lazım. 8 milletvekilim var; çok önemli siyasal ağırlık teşkil ediyor. Ağırlığımı, demokrasi tarafında koyacağımı belirttim. “Meşru hukuk zemininde gereken ne varsa yapalım” dedim.

-Size “İstemeyerek imzaladık” mı dediler?

“İstemeden imzaladık” demiyorlar ama karşı karşıya bulundukları sıkıntıyı ifade ediyorlardı. Onları tam söylemiş olsalar; sorun kalmayacak.

Demirel’e Faik Bulut’un kitabı

-Peki, Erbakan ve Çiller’e MGK kararlarını neden imzaladıklarını sordunuz mu?

Sordum. Onlar bir brifing verildiğini, ondan sonra bu karar metinlerinin yazıldığını, arkasından Erol Özkasnak’ın (dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri) gelip, başbakana “Bunu bir an evvel imzala” dediğini söylediler. Bazı çekincelerini ifade ettiğini anlatan Erbakan, “Biliyorsunuz birkaç defa gelip gittiler” dedi. ‘Böyle bir gerginlikle karşı karşıyayız’ mesajı verdiler. Tedirginlikleri, vücut dillerinden anlaşılıyordu. ‘Bu gerginlik devam etmesin’ diye, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel telkinde bulunmuş.

Siz Demirel ile görüştünüz mü?

O dönemde, Faik Bulut’un kitabını ilk defa ben götürdüm Sayın Demirel’e. Dedim ki, “Bir bakın. Kitapta altını çizdiğim cümlelerle, MGK kararlarındaki bazı cümleler aynı. BÇG’den çıktığı söylenen el altı açıklamalar var. Buradaki cümleler, virgülüne kadar aynı. Kalıp olarak alınmış durumda. Faik Bulut gibi bir kişinin kılavuzluk yaptığı bir süreç, Türkiye’nin hayrına olmaz. Türkiye’ye karşı örgütlü yapılara teori üreten kişinin aynı zamanda devletin en hassas kuruluşlarına da teorisyenlik yapmasını tehlikeli görüyorum.” Kendisi, ‘bir bakayım, inceleteyim bunu’ dedi sadece.

-Demirel bir yorum yapmadı mı?

Demirel, o konularda pek fazla yorum yapmazdı. Onun arkasından Çiller ve Erbakan ile bir araya gelmiştik. Artık DYP’de yeni istifalar başlamıştı. Çiller, ‘Süreç bu şekilde yürümez’ diyordu. Sayın Erbakan da, “Bir şey olmaz, devam edelim.” havasındaydı. Önce kendi aralarında netleşmelerini istedim.

Cunta çıbanını patlattık

-Sonra 12 Haziran 1997 günü bir araya geldiniz.

Artık, hükümetin insicamı bozulmuştu. Kendi aralarında karar vermişler; Erbakan istifasını sunacak ama koalisyon yapısı bozulmayacak. Sadece, başbakanı değiştirecekler. Meclis çoğunluğunu teşkil edecek bir imza alınırsa hükümeti kurma görevinin Çiller’e verileceği kanaati vardı. Ancak, Demirel, teamülleri uygulamadı. İstifayı kabul etti, yetkiyi başkasına verdi.

-Çiller konuşurken, “Darbeye hazırlanıyorlar” dedi mi?

Doğrudan doğruya, ‘yarın darbe olur’ demedi. Diyemiyorlardı. Darbe cümlesi kullanılmadı; ama görüşmede, kendilerine bilgilerin geldiğini, ordu içerisinde yapılanmaların olduğunu, bunlardan alınmış bilgilere göre müdahale ihtimallerinin açıkça dillendirildiği ni söylendiler. Bize de, bazı örtülü toplantılar yapıldığı bilgileri geliyor. Orta yere görüşme, konuşma kasetleri deşifreleri dökülüyordu.

-Bunlar ne kasetleriydi?

‘BÇG’ diye adlandırılan, hukuka devletinde yeri olmayan, başbakanın üstünde gibi davranan bir örgütlenme vardı. İşte o zaman, o açıklamayı yaptım.

-“Türkiye Suriye olmayacak!” dediniz…

‘Türkiye, İran olmaz; Cezayir de olmaz. Ama, Suriye yapılmasına da biz müsaade etmeyeceğiz’. Çok müspet tepkiler aldım. ‘Belli yapılanmalar dolayısıyla baskı altında hissediyoruz kendimizi. Yüreğimizi ferahlattınız’ diye.

-O açıklamanız, 28 Şubat sürecinde emir komuta zinciri dışında bir askeri müdahaleyi önleyen faktörlerden biri miydi?

Fazla komplo teorisi üretmiş olmayayım ama zamanlaması itibariyle çok önemli etki meydana getirdi. O taş yerinde atıldı ve gereken yeri de vurdu kanaatindeyim. ‘Türkiye’de ideolojik, kısmen mezhebi bir dar örgütlenmenin var olduğunu, müdahale cüretini gösterecek sürece girdiğini; bunun kodlarını-genlerini tanıdığımızı, niyetleri teşhis ettiğimizi’ ifade etmiş oldum. Bu kadar net tanımlanmış olması, bu hücrelerin insicamını bozdu. Çıban patlatılmış oldu.

-Bu gruplar sonradan devlet içinden tasfiye edildi mi?

Zaten, onlar açısından 28 Şubat Süreci’nde belli ölçüde başarılı olduklarını düşünüyorum. Dar örgütlenme bir darbe yapamadı, ama bir siyasi iktidar düşürüldü.

Belli zaman içinde onlar da gittiler tabii. Daha doğrusu, kendi kendisini de tasfiye sürecine soktu. Çünkü, yaptıkları iş devlete zarar verdi. O tavır, Türkiye’ye çok şey kaybettirdi.

-Size yakın isimlerin de tasfiye edildiği söylendi.

O dönemde birçok kişi zarar gördü. Tabii, bunlar içerisinde milliyetçi-muhafazakar-mütedeyyin ve dürüst bir kısım insanlar da tasfiye edildi.

-‘Ülkücü subaylar’ var mı içlerinde?

Mesela, Mustafa Kahramanyol, bir vatanseverdir, milliyetçidir. Devleti, milleti için canını verebilecek idealist biridir. O süreçte ailesi içerisine bile ayak oyunları sokarak tasfiye etmişler.

-O süreçte başka ne yaptınız?

Çiller ve Erbakan ile sınırlamıyorum. Sayın Mesut Yılmaz tanklar yürürken “Anlayana davul zurna, anlamayana sivrisinek az” dedi. Rahmetli Türkeş gece yarısı Erbakan’ı ziyaret edip, “Bana gelenler oldu, siz iktidarı bırakın.” dedi. Biz, “Ordu gözbebeğimizdir. Ancak milletine namlusunu çevirmiş tankı asla selamlamayız.” dedik.

-Yakın zamanda bir ara ‘Vatansever güçler’ ya da ‘Kuvvacılar’la anıldınız.

Ben, Kıbrıs’ın Girit olmasına, Kerkük, Musul ve Erbil’de Türkmenleri yok edecek bir sürece tepki gösterdim. Kendisine ‘ulusalcı, milliyetçi’ diyen ya da kendisini başka şekilde adlandıranlarla, Kıbrıs’a duyarlılığında omuz omuza geliyorum. Dün nerede durduğuna, ideolojisine bakmadan. Ben, hükümeti oluşturan siyasal partinin ne arka bahçesiyim ne onlar gibi düşünmek mecburiyetindeyim.

-”Gerekirse İstiklal Harbi tekerrür eder” diyorsunuz.

İktidar olanlar, milletin hukukunu koruyamaz duruma geliyorlarsa, millet gerektiğinde bu sürece müdahale edecektir. Önce demokratik olarak elbette. Siyasi bir mücadeledir, başka bir mücadele değildir. Biz, milli duruş sergiliyoruz. Açık-sivil-meşru bir siyasi hareketin yapması gereken bellidir. Tabii ki, halkı örgütleyecek, devletin reflekslerini harekete geçirecek. Demokratik bir hareketin yapacağı başka bir şey yok. Yeni bir Sevr’e sürükleyen, bu heveslere zemin hazırlayan iktidar duruşuna tepkiliyim. 28 Şubat’ta başka bir yerde durmadım ki. Türkiye’nin güvenlik ihtiyacı ile milletin özgürlük ihtiyacı birbirini yok eden sarmal olamaz. Ne ötekilerle ne diğerleriyle beraberim.

-“Yeri geldiğinde savaşırız” sözünüz, sokağa dökülme anlamında değil.

Niye, ben kırıp dökeceğim? Böyle bir riskle karşı karşıya kalırsa devlet, zaten kendi organlarıyla bunu yapar. Vatandaş olarak devletin bir parçasıyız. Devletin reflekslerini, duyarlılığını bu anlamda artırırız. Siyasi hareketiz. Vatandaşla, meşruiyet içinde yapacağız elbette. Şiddetle, silahla işimiz yoktur.

-Sorun şu: Ankara’daki ‘Sauna Çetesi’ kendine ‘Türk Mukavemet Teşkilatı’ adını vermiş.

Bunların bir kısmı, durduğu yer belli olmayan sokak çetesi, kabadayı, mafya bilmem ne.

-Ama aralarında yüzbaşı ve eski polis müdürleri var.

Bunları ortaya çıkartmak, iktidarın görevidir. Israrla söylüyorum: Ortaya çıkaracaksın, hukuku işleteceksin, tepesine vuracaksın. Şimdi, iktidar koltuğunda oturacak, “Türkiye’de çeteler, derin devlet, derin devletin uzantıları var.” diyeceksin. Kim çözecek kardeşim? Ver bana çözeyim bunu.

-“Kurtlar Vadisi’ni yaşadım ” derken neyi kasdettiniz?

Yaşadım, yaşıyorum ama ben mafya-çete değilim. Gayrimeşru iş hiç yapmadım. Mafya mı, devlet görevlisi mi, uyuşturucu kaçakçısı mı, idealist mi belli olmayan hiçbir yapıyla işim yok. Hepsiyle mücadelem var.

-Derin devlet var mı sizce?

Var elbette. Ortada bir sürü dolaşıyor. Kim bunlar? Dün iktidar olanlardı, bugün iktidar olanlar derin devlet. Adam İçişleri Bakanlığı yapmış; 10 sene sonra diyor ki, “Dönemimde sorgulamalara katıldım.” Bir insana işkence yapacak kadar yetki kullanmış, şimdi derin devletten bahsediyor. Ayıptır. Sayın Ecevit, Kars’ta biriyle karşılaşmış, kontrgerillanın var olduğunu öğrenmiş. Ne zaman 1974’lerde. Başbakanken çağır, yerini göstermesini istesene. Git gece yarısı, hâkiminle, savcınla bas bakayım orayı. Devletin meşru nizamı içinde varsa, zaten sen de gidersin başbakan olarak denetlersin.

-Siyasiler samimi değiller mi bu konuda?

Hükümetler değişiyor ama iktidar hiç değişmiyor. İşbaşına gelenlerin de bir parçası. İşbaşına gelen ve giden bütün siyasal yapılar bu çarkın bir dişlisi, parçası. Ya ekonomik olarak eklemlenmiş ya siyaset olarak ya da iç ve dış birtakım odaklarla işbirliği yaparak işbaşına gelmek için. Siyasiler derin devlet konusunda samimi değiller. Siyasetçiler, yer yer bunların bir parçası olarak birlikte hareket ediyorlar. Ya korkaklar, ya acizler, ya da işlerine gelmiyor. Ortada çete, derin devlet olduğunu iddia eden ne idüğü belirsiz kişiler var. Bu kişiler örgütlü. Mafya mı, devlet görevlisi mi belli değil. İktidar olanlar çözecek. Efendim, müsaade etmiyorlar. Kim? Bilinmeyen güçler. Peki siz necisiniz? İktidarsınız. Milli istihbarat, Genelkurmay, emniyetle paylaşırsın. Tıkanıklık varsa, bunları değiştirme yetkin var...

Bir fayda sağlamadı Türkiye’ye

-Peki, var ya da yok, demokratik düzende ‘derin devlet’ meşru bir kavram mı?

Meşru bir kavram değildir. Devlet devlettir; derini, düzü, sığı olmaz. Kurumlarıyla, hukukuyla vardır. Hukukuyla varlığını gösterir, kendisini bağlar. Ama, şu var. Devletin içte ve dışta menfaatlerini koruyacak istihbarat gücü, çıkarlarını koruyacak aygıtları olacak. Türkiye’de derin devlet kavramı genellikle ‘çeteleşme, siyasi sürece müdahale, demokratik ve rutin hukuki düzeni ihlal etme’ anlamında kullanılıyor. O geçmişten gelen şeyi bugünküler de düzeltemedi. Meçhulde sorumlular aramak yerine bedel ödemesini göze alsınlar.

-Darbe olacak korkusundan mı düzeltemiyorlar?

Üç-beş tane siyasetçi de aynı anda kalkıp, “Senin namlunu selamlamak zorunda değilim. Ne oluyor?” desin. Ben, demişim. Hukuk dışı müdahalelerin haklı gerekçesi olamaz. Siyasilere tepkim, muktedir olamamaları.

-Muktedir olsaydı iktidar, 28 Şubat olmaz mıydı?

28 Şubat Süreci yaşanacaktı. Zaten, o iradeyi ortaya koymuşlar. Ama iktidar, tabanını genişletebilirdi, başka tedbirler alabilirdi. Bu şekilde yaşanmazdı en azından. Yaşandı da ne oldu? Bir fayda sağlamadı ülkeye. Milli refleksin kırılma sebeplerindendir.