Enişteler bizi niye öpmeye geldi…
Devleti; devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozup
parçalayarak şeriat devletine dönüştürmek, ülkeyi mürteci, gerici,
din tüccarları ve din bezirgânlarına teslim etmek başkadır;
anayasada ifade edildiği "millet" kelimesiyle
söylüyorum, yüzde 90 küsurunun Müslüman olduğunu unutmak
başkadır…
İlkinin elbette ve sonuna kadar karşısındayız; Derviş Mehmet'i asan
Menemen İstiklâl Mahkemesi Başkanı Muğlalı Mustafa Paşa'nın da
bütün varlığımızla yanındayız.
Ama bu yaklaşımımız köyde ve kentteki sade vatandaşın, yüzyılların
imbiğinden süzülen geleneksel aile yapısı içinde askerlik çağına
gelen çocuğunu "peygamber ocağı”na davul zurnayla
gönül rahatlığı ile ve dualarla göndermesini görmezden gelmemiz
yahut onu küçük görmemiz sonucuna götürmemelidir bizi.
Ülkeyi Suudi mi; Humeyni mi, Kaddafi mi ne tür bir şeriat düzenine
götürmeyi amaçladıkları asla belli olmayan "Kara
Ses"ler zaten; "asker millet"i ordusundan
koparmak için yıllardır sistemli bir şekilde subay kadrosunun
dinsiz-dine karşı-din düşmanı olduğunu yaymıyorlar mı özenle?
"Milli"yi, "millet"i
sahiplenmelerine neden göz yumalım?
"Ordu peygamber ocağı değildir" demek işte
bunların değirmenine su taşımaktır ve TESUD Paşası ettiği bu lafın
altından kolay kalkamayacaktır.
Erdoğan'ın Cumhuriyet Bayramı için "Bayram değil, seyran
değil" demesinin ardından bir ay geçmeden eniştelerimiz
sıra sıra gelmeye başladı...
Yanağımızın bu kadar rağbet gördüğünü bilmiyorduk...
FBI, CIA Başkanları ve sonunda NATO Genel Sekreteri..
Yalnız bu "ziyaretler" ve
"egemen" bir ülke olan Türkiye'nin üzerinden her
gün sayıları gittikçe artan bir şekilde "izinsiz"
geçmeye başlayan "kimliği ve yükü gizli tutulan Amerikan
uçakları"; Ankara'ya yeni gelen Amerikan Büyükelçisinin
göreve başlaması keyfiyetindeki önemi azaltmamalıdır.
Ross Wilson ve o gelene kadar "maslahata vaziyet
eden" maslahatgüzar müsteşar Nancy McEldowney
"uzman" konuklardır. Daha önce ikisi birden yine
"beraberce" Azerbaycan'da idiler.
Benim izlenimim; "Sivil Örümceğin" Kafkaslardaki
kolları oldukları yönündedir…
Demek ki Ross Wilson'u başa yazıyoruz.
FBI ve CIA Başkanlarını onun altına yazıyoruz... Yersiz ve zamansız
bu "enişte öpücüklerinden" Suriye ve İran'ın
işlerinin hiç de kolay olmadığı varsayımına ulaşıyoruz.
En alta Nato Genel Sekreterini ekliyoruz. "Sebebi
ziyaretin", Afganistan'a daha fazla asker olduğunu
öğreniyoruz..
Eski ve yeni MİT Müsteşarlarının Öcalan ve Barzani ile
buluşmalarını da unutmuyoruz…
Şöyle bir tablo çıkıyor.
Türkiye; Tezkere Krizi sürecindekinden beter bir "dana
bağı" ile karşı karşıya.
Amerikan BOP'unun Kafkaslar-Afganistan-Irak-İran ve Suriye
üzerindeki emelleri Türk milli hedefleri ile katiyen örtüşmüyor ve
kısa vadede Türkiye'yi bölgenin en büyük "Amerikan
güdümünde işgal üreten" ülkesi konumuna getiriyor.
Üstelik Türkiye'nin egemenliği tartışılır hâle geliyor.
Amerika'nın bölgede düşündüklerini gerçekleştirebilmesi için nelere
ihtiyacı var biliyor musunuz?
Çorlu havaalanından başlayın, Sabiha Gökçen ve Trabzon
Havaalanları...
Trabzon Limanı…
Erzurum-Malatya Erhaç-Diyarbakır Havaalanları…
İncirlik…
Mersin ve İskenderun Limanları…
Ve buralarda konuşlanacak, "rotasyonla" geçici
süreler bulunacak en az 120 bin Amerikan askeri…
Kısaca Lozan'ı halâ imzalamayan ABD, Türkiye'yi istiyor.
AB Sevr'i istiyor…
Yani elbirliği ile Birinci Dünya Harbi'ne dönüyoruz.
İyi de biz bu harbin sonuçlarına isyan edip 1919-22 arası
"Türk Kurtuluş Savaşı”nı başarmamış mıydık?
Ya karşılığında?
"PKK'nın parasal kaynaklarını kurutacağız, Türkmenler aman
sürecin dışına çıkmasın?"
Süreç ne süreci?
Kerkük'ün Kürtleştirilmesi, Kürt Devleti'nin kurulması, Türkmen
kimliğinin yok edilmesi…
TESUD Paşası işte böyle sırat köprüsünden geçerken İstanbul'da
"Türkiye-AB İlişkilerinin Geleceği ve Bu Çerçevede
Türkiye'nin Açılımları" konulu bir toplantı düzenliyor ve
yukarıdaki lâfı ediyor.
Tekrar soruyorum; ordunun peygamber ocağı olması ile AB konulu
toplantının ne gibi bir ilgisi vardır?
TESUD Paşası Emekli Tümgeneral Kükoğlu Amerika'nın yukarıda
sıraladığım "Türkiye ile ilgili emelleri"ni es
geçiyor, hiç değerlendirmiyor…
AB ile ilgili olarak da "Türkiye'de birlik sağlanamazsa, AB
yetkililerine kızma gibi bir haklarının olamayacağını"
ifade buyuruyor.
Sen bu laftan da bir şey anladın mı kıymetli okuyucu?
Kim kızacak, kime kızacak?
Türkiye'de birliği kim bozacak? Birlik sağlanamazsa sorumlusu kim
olacak?
TESUD Paşası Boğaziçi'ndeki Ermeni Konferansı'nda da
"denizden Dolmabahçe'ye karşı saygı duruşu ve İstiklâl
Marşı ile" protestosunu belli etmişti...
Ermeniler ne kadar korkmuşlardı değil mi?
İstanbul'u bilenler lütfen bana Boğaziçi Üniversitesi Konferans
salonundan Dolmabahçe açıklarının görünüp görünmediğini
söyleyebilir mi acaba?
Türkiye'yi ayağa kaldıran bröve tepkisi konusunda neden ağzını açıp
tek söz söylemedi TESUD paşası?
İlgi alanına mı girmiyor, görev talimatında öyle bir madde mi
yok?
Eninde sonunda bir STÖ başkanı değil mi?
Toplumun duyarlı olduğu konularda neden ilgisiz?
Kamuoyunu mu yansıtmaya çalışıyor yoksa emir ve talimatlar
doğrultusunda kamuoyu oluşturmaya mı?
Büyükanıt'a Amerika'da "Katibim" eşliğinde ve
Amerika'nın kuruluş yıllarındaki üniformalar giymiş şeref kıtası
önünde "liyakat madalyası" verildi.
Kamuoyunu dalgalandıran bu konuda da neden tek kelime etmedi?
Meselâ bizde de belli zamanlarda şeref kıtalarına
"mehteran" kıyafeti giydirilebilir mi?
Yer yerinden oynar değil mi?
Amerika'da olunca normal karşılanıyor da bizde neden olmuyor?
Eninde sonunda bir STÖ başkanı olma iddiasındaki TESUD paşasının
Orhan Pamuk hakkında düşündüklerini de öğrenemedik.
Basının geneli Pamuk'a magazin cahilliği ile yaklaştı...
Şu konuşma Vatan Muhabiri Atilla Güner ile Orhan Pamuk arasında
geçiyor:
"VATAN: Altemur Kılıç da (Kılıç Ali Paşa'nın oğlu)
buradaydı. Gördünüz mü? Sizin için gelmiş.
Pamuk:
Gördüm. Altemur Kılıç benim annemin sınıf arkadaşıdır.
Tanırız..
VATAN: Farklı çizgilerdesiniz,
kendisiyle yakın ilişkileriniz var mıydı?
Pamuk:
Sayılmaz... Peki, dışarıdakiler kalabalık mı?"
Demek ki kıymetli okuyucu Pamuk'un annesi, Kılıç Ali Paşa'nın oğlu
Altemur Kılıç ile sınıf arkadaşı ise muhtemelen 550; oğlu Pamuk da
500 yaş civarındadır.
Vatan muhabiri Kılıç Ali ile Kılıç Ali Paşa'yı karıştırmış, Hakkı
Devrim de "ne işi var" demiştir "Altemur
Kılıç'ın orada?"
Yaşı 90'a yaklaşan Altemur Kılıç bile Şişli Adliyesi önündedir ama
TESUD paşası ortalıkta yoktur.
Muhterem'den bu konuda da en ufak bir ses-sedâ duymadık…
4000 yılın en büyük rezaleti olan Çuval olayı, Türk asıllı
Amerikalı sorgucu-tercümanlar dolayısı ile yeniden gündeme
oturdu.
Tık yok…
Peki güncel değil, "stratejik" düşünelim.
AB bir "çerçeve belge" yayınladı.
Bu; gelecek en az 20 yılımızı ipotek altına alacak bir proje... Bir
medeniyet değil, bir esaret projesi…
Neredeyse "eş zamanlı" olarak MGK, "uzun
tartışmalardan sonra" bir MGSB kabul etti.
Çerçeve Belge ile MGSB tamamen zıt iki
"belge".
Hayrettir, ikisinin altında da aynı siyasi iradenin, devletin aynı
kurumlarının imzası, onayı var.
Kerhen olup olmadığını bilemem.
Kükoğlu beyefendi zahmet buyurup bununla ilgili de tek kelam
etmedi.
AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu (KPK) Eşbaşkanı Joost
Lagendijk diye bir adam var.
Erdoğan'ın Diyarbakır'da yaptı konuşmayı Kürt liderlerin yeterince
dikkate almadını vurgulayan Lagendijk "Ordu provokasyona
geçti, PKK da buna silahla cevap verdi. Ordu, PKK ile çatşmayı
seviyor, bu da orduyu merkezde ve gündemde tutuyor" diye
bir lâf eti.
Bu densizliğe hükümetin reaksiyonu geç oldu.
Genelkurmay da cevap vermedi.
Peki "emekli" subaylar olarak
"muvazzaf" subayların konuşmadı, konuşturulmadı,
belki de konuşmalarının yakışıksız olduğu düşünülen böyle bir
konuda TESUD'un herkesten önce konuşması gerekmez miydi?
Terbiyesiz adam ordunun PKK ile çatışmayı sevdiğini, provokasyona
geçtiğini söylüyor, TESUD çıt çıkarmıyor.
Sonra oturup "Türkiye-AB İlişkilerinin Geleceği ve Bu
Çerçevede Türkiye'nin Açılımları" konulu büyük büyük
toplantılar düzenliyor.
"Büyük" toplantılarda "küçük"
laflar ediyor.
Ateş bacayı sarmışken.
Bizi oyalıyor…
Cambaza bak cambaza politikası uyguluyor.
Sonra da kalkıp emir-komuta zinciri içindeki TESUD'un
faziletlerinden bahsediyor.
Bu durumu Hüseyin Mümtaz şu cümleyle tamamlıyor:
Hadi canım sen de!